OluÅŸturulma Tarihi: Mart 19, 2001 00:00
akvaryum balıkları sadece balığa benzer! yarışmak, yarıştırmak duygusu, doğada, özellikle insanın içine saplandığı bir kaos. hep en iyiyi bulmak, birilerini eleyerek, birilerini en tepeye çıkarmak ortaya çıkacak kalite açısından düşünüldüğünde gerekli gibi görünüyor. kahraman oluşturmak, en iyiyi bularak onu kutsamak, ona benzemeye çalışmak huzur verebiliyor kimilerine. onlar için gidilecek yeri, varılacak hedefi belirlemekten başka bir şey değil bu. bütün bunlarsa, somut olarak tanımlanmış ve kurallara bağlanmış kriterler içeren değerlerle mümkün. bir de sizin azınlıkta kalarak kendiniz için belirlediğiniz ama genele uygulama olanağınız olmayan öznel kriterleriniz var. onlarınsa pek geçerliliği yok başkalarının gözünde. yarışmak, toplumca kanıksanmış ve çoklukla ilgili alanlarda geçerli ancak. bir de olayı farklı bir açıdan, yarışmak duygusunu somut olmayan kriterlerden beslendiği bir düzlemden değerlendirelim; o zaman olay daha karmaşık bir hal alabiliyor. işin içine duygusallık da girdiğinde artık yarışma şartları bir atletizm karşılaşmasında olduğu gibi keskin çizgilerle belirlenmekten uzaklaşıyor. her ne şekilde olursa olsun ilk bakışta yine de demokratik olduğu söylenebilecek ve sonuçları tartışılmayacaktır böyle bir yarışmanın; çünkü şartlar önceden açıklanmış ve kanıksanmıştır ne de olsa. yarışmak duygusunu genele yaymak, gelişen teknolojik şartlarla çok daha kolay olabiliyor artık. neredeyse bütün televizyon kanallarında hayatımız yarışma oldu çıktı. toplumun ihtiyaç duyduğu, eksikliğini hissettiği, kendini bulabileceği bir alan yarışma konusu yapılabiliyor hemen. para dağıtan yarışma proğramlarına katılmaktan, o paraları kazanmaktan çok, izlemek de kesebiliyor bizi. biz de para kazanan kişilerle birlikte sanal paralar kazanıyor, o para bende olsaydı ne yapardım hayallerine dalıyoruz. bütün bunları yaparken de bilgimizi, genel kültürümüzü test ediyor, hatta artırma fırsatı bile buluyoruz. bilgi, hazır olarak sunulduğunda daha çekici geliyor nedense. izlediğimiz yarışma proğramlarının çoğuna baktığımızda daha önceden batı televizyonlarında denenmiş ve çok tutulmuş olduklarını görüyoruz. taklit kanımıza işlemiş doğrusu; avrupa ülkelerinde çok tutan yarışma proğramlarının neredeyse tamamını ithal ederek türk insanının gelişmelerden geri kalmasına engel oluyoruz. 'biri bizi gözetliyor' yarışma proğramı da son dönemde yayınlanmaya başlayan en uç taklit yarışma proğramlarından biri. yarışmanın duyurusu basın ve internetten yapıldıktan sonra on binlerce başvuru olduğu söyleniyor ki bu da çok doğal; fırsat çıkmıştır! yarışmak için hiçbir nesnel kriter gerektirmeyen, duygusal bir öznelliğin gerekli olduğu ve şansımızı deneme, kendimizi başkalarına gösterme fırsatı yakalayabileceğimiz her fırsat bizim için üzerine balıklama atlanılması gereken önemli bir yükselme basamağıdır. beceri ya da özelliklerimizin estetik olmalarından çok, fırsatı ne şekilde kullanıp, harcadığımız önemlidir daha çok. bbg, kadın erkek popülasyonu eşit tutulmuş bir grup insanın, her hafta izleyenlerden gelen (ve her biri o oyu kullanana tam 1 milyon liraya patlayan) oylarla birinci olanın içlerinden birini elediği ve elenen kişininse yurt dışı tatili kazandığı, en sona kalan kişiyi bulana kadar aynı evde belki 100 gün kalabilecekleri bir yarışma proğramı. ayrıntıları çoğunuz biliyorsunuz zaten. benimse, bu yarışma özelinde, kafama takılan, insana ilişkin sorularım var, onları aktarmak istiyorum daha çok. bunlardan ilki 'meşhur olmak' duygusu üzerine. şartlar ne kadar cazip olursa olsun, insan gönüllü bir köleliğe neden bu kadar hevesli olabilir ki? galiba bu sorunun yanıtı yine o yarışmaya katılan insanlarda gizli. bir an için bütün bunların bir oyun olduğunu, yarışmacı adaylarımızın da tiyatro sahnesinde rol yapan oyuncular olduğunu düşünelim. yine de taklit ettikleri şeyin zamanla ta kendisi olmaktan kurtulamayacakları aşikar. meşhur olma taktikleri, köşe dönmece, köşe kapmaca, parselleme en iyi öğrendiğimiz işlerden. bunca insan işlerini güçlerini bırakıp kendilerini belki 100 gün kalacakları bir eve hapsedebildiklerine göre bunun mantıklı bir açıklaması olmalı. para hırsı olabilir bu açıklama. kazanılacak para, çıkılacak yurt dışı tatili kulağa oldukça hoş geliyor. o da olmadı, kamera meraklısı bir milletiz biz; beyaz cama gereğinden fazla ilgi gösteriyoruz. bu açık kullanılarak medyatik biri, televolelerde izlemenin hoşumuza gittiği insanlardan biri olabilir, ilgili televizyonun
haber proğramlarında gündemin ilk maddesi olabiliriz. maddenin yer değiştirmesi gibi, bizim de yer değiştirmemizin zamanı ve fırsatı geldi işte. bu son şansımız olabilir belki. fırsatları hep kaçırdık bugüne kadar, şansımızı denemek zorundayız. bir türlü çıkaramadığımız kasetimizi tanıtmak için iyi bir fırsat olabilir bu yarışma; gitarımızı alıp gidebilir, 24 saat çalaçağımız canlı şarkılarla performans testimizin yanı sıra, birbirinden güzel şarkıları ve bestelerimizi o güzel sesimizden dinletebiliriz ekran / bilgisayar başındakilere. ya yakışıklılığımız, güzelliğimiz, onları da serilemek adına güzel bir fırsat değil mi bu yarışma? son çare bu artık, her şeyi denedik nasılsa; madem ki öyle olması gerekiyor, öyleyse? hem meşhur olanların bizden ne fazlası var ki? takıldığım ikinci konu ise 'hapis olmak' ve 'gözetlenmek' duyguları üzerine. bu duyguyu daha çok bilimkurgu romanlarından hatırlıyor ve orada kalacağını sanıyordum, bir anda o da gerçek oluverdi… gözetlenmek duygusunun ilk etapta yarışmacıları şaşırtabileceği, hareketlerini kısıtlayabileceği bir gerçek. bir süre geçiş dönemi yaşayacaklar belki ama zamanla gözetlendiklerinin farkına bile varmayacak, unutacaklar bu gerçeği. kameralar, onlar için küçük bir ayrıntı, bir dekor olarak kalacak sadece. 100 gün boyunca bir evde kalacak, aynı yüzleri görecek, onlardan etkilenecek ve onları etkileyeceksiniz. zamanla birbirinize benzediğinizde ise hapiste olduğunuzu ancak anlayabileceksiniz. çünkü gördüğünüz her yüz aslında sizsiniz. sevmeme, eleştirme hakkınız yok. diğer bir açıdan bakıldığında, aynı durum başkaları için de geçerli. onlar da sizi hep seviyormuş gibi görünecekler. bir şartla; kamuoyu yoklamalarında ve kullanılan oylarda birinci olma şansınız yok gibi görünüyorsa, işte o zaman yandınız demektir. size gerçek yüzünü göstermek isteyen insanlar için bu durum bir sakınca yaratmayacaktır. özel bir hayatınızın olması sizin için ne kadar önemli olabilir? özel hayatınızı başkalarına açmak, üstelik günün 24 saati açmak ne derece mantıklı geliyor size? webcam ile başlayan bu çılgınlık aslında ortada özel bir hayat olmadığının da göstergesi. sizden görmelerini bekledikleri şeyleri gösteriyorsunuz siz onlara, onlar da gördüklerinin çok özel şeyler olduğunu sanıyorlar, bütün yanılsama burada işte. aynı şekilde, yarışmamızda, özel hayatları günün her saatinde kamera ile izlenen gençlerimizi düşünün. gerçekten de kendileri gibi olacaklar mı? aşık olabilecekler ya da sevişebilecekler mi? ya da bunu özellikle mi yapmak isteyecekler? sonuç ne olursa olsun, akvaryuma konmuş bir balıktan farkları olacak mı? üçüncü konu 'benzeşmek' üzerine. insanoğlu yaşamak zorunda olduğu şartlara göre yeniden tanımlıyor kendini. mutlu olmak gibi bir dürtüsü var çünkü. bunun gereklerini yerine getiremediğinde ise var olan şartlara kişiliğinde meydana gelebilecek minimum kayıpla ayak uydurmaya çalışıyor. zamanla o şartların en büyük savunucularından biri de kendisi olup çıkıveriyor. beynini, düş dünyasını beslemek, doyurmak ve doyuma ulaşmak için çevresel etkenlerin bileşimini oluşturan bütün olayları çözümlemek, ütopyasında yer alan hayalleri hiç değilse kurabilmek adına, onlara becerebildiği kadar yaklaşabilmesi gereklidi. yoksa, zamanla nasıl bir hayal kuracağının, bunun ne kadarının gerçekleşebilir olacağının bile ayrımından uzaklaşmak hiç de zor değil. evli insanlar zamanla birbirine benzer, robinson doğaya benzemiştir. bir
balık denize benzer, deniz kokar. karasal yaÅŸamın onun için bir anlamı yoktur. ölüm olabilir bu anlam. 'insan yaÅŸadığı yere benzer' diyor edip cansever 'oteller kenti'nde. yaÅŸadığımız yer bize kendi kimliÄŸini, ÅŸeklini verir. konuÅŸtuÄŸumuz insanlar bize kendi kiÅŸiliklerini verir. eÄŸer ki o insanlara kendinizi beÄŸendirmek, üstüne üstlük, dışardaki pek çok insana kendinizi beÄŸendirmek zorunda iseniz, size ne ÅŸekilde hareket edeceÄŸiniz söylenen üçüncü sınıf bir figüran olmaktan kurtulamazsınız. insanın bukalemun özelliÄŸine sahip bir canlı olması, mutlu olmaya, ÅŸartlara uyarsa mutlu olacağına inanmış olması, zamanla kendisinde meydana gelebilecek olan 'bulunduÄŸu ortamı kanıksama' eÄŸilimini de beraberinde getiriyor. yarışmamız da bu temel esasa dayandırılmış; toplum içinde kendinizi ne kadar sevdirebilirseniz kalıcılığınız da o kadar uzun olur. yoksa ikinci plana itilerek, sonraki günlerin sıkıcılığı da göz önüne alındığında daha ilk haftada ÅŸutlanabilirsiniz. nesnel kriter olmayışı, size en yakın rakibinizi evden atmanıza da olanak saÄŸlıyor. kendiniz olmanız yasak ya da, böyle de bakabiliriz olaya. sizi nasıl görmek istediklerini çözmek ve onlara sizi görmek istedikleri gibi görünmek zorundasınız. yine de içinizde hep bir kuÅŸku, gizlediÄŸiniz gerçek yüzünüz, üzülmek isterken güldüğünüz bir silüetle yüz yüze kalacaksınız hep. insanın kendine ait bir özel hayatı olmaması, hayatının, yaptığı her ÅŸeyin günün 24 saati baÅŸkaları tarafından izlenmesi ne kadar ürkütücü ise, bu süreç boyunca kendinizden uzaklaÅŸacağınız, aynadaki yüzünüze yabancılaÅŸacağınız, yüzünüzü ve kimliÄŸinizi olası bir para için satacağınız, silineceÄŸiniz, baÅŸkalarına benzeyeceÄŸiniz de o kadar açık. evde hiç televizyon, radyo vb. iletiÅŸim araçlarının olmaması, dış dünya ile bağın neredeyse tamamıyla kopuk olması, benzeÅŸme teorime de ivme kazandıran diÄŸer faktörler tabi ki. böyle bir durum daha çok laboratuvar ÅŸartlarında ne yapacakları, nasıl davranacakları merak edilen fareler için uygulanıyordu bugüne kadar. merak ediyorum; bu insanlarımızdan acaba bir tanesi bile çıkıp, ben yanlış yapmışım yarışmayı bırakmak istiyorum, kendimi tanımakta güçlük çekiyorum ve kendimde olumlu hiçbir deÄŸiÅŸme gözlemlemedim diyebilecek mi? ÅŸimdilik hepsi hayatlarından çok memnun görünüyor, allah bozmasın! bizler birer bilim adamı edasıyla onları izlemeye, gerekli notları tutmaya devam edelim. Ali Hikmet EREN 19 Mart 2001, Pazartesi Â
button