Aksanım düzelsin diye ağzımdan kan gelene kadar aylarca dilimin altında kalemle gezdim

Güncelleme Tarihi:

Aksanım düzelsin diye ağzımdan kan gelene kadar aylarca dilimin altında kalemle gezdim
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 29, 2004 00:44

New York’ta 42. Cadde üzerindeki Pantheon Tiyatrosu’nda her gece sahneye genç bir oyuncu çıkıyor. Adı pek tumturaklı, İtalyan ve İrlanda karışımı: Françeska Nina O’Keefe. Dünyanın her yerinden gelen insanların oluşturduğu bir toplumda, şaşılacak bir durum değilmiş gibi gözüküyor. Ama aslında bu oyuncu bir Türk. Asıl adını unuttuğunu söylüyor. Yaşını da söylemiyor. 30’ların başında görünüyor.

Oynadığı Necropolis adlı oyun, Yugoslavya’daki son iç savaş sırasında Amerikalı bir gazeteciyle Sırp bir tetikçi kızın otel odasındaki bir gecelik ilişkilerini ve aralarındaki kültürel, siyasi ve duygusal çatışmaları anlatıyor. Yönetmenliğini John DiFusco, yapımcılığını Joseph L. Sanchez’in yaptığı oyunda, Françeska Nina O’Keefe, rol arkadaşı Jim Thalman ile rol gereği yatağa giriyor ve tamamen soyunuyor.

Gerçek isiminiz nedir? Niçin isminizi değiştirdiniz, kariyerinize bir katkısı olur diye mi?

-Gerçek ismimi ben bile unuttum. Artık hiçbir önemi yok. Yeni ismimin kariyerimde büyük bir faydası da yok. Amerika’da isminizin ne olduğu, kıyafetiniz, seksi olup olmamanız da önem taşımıyor. Burada yaptığınız işten dolayı tanınıyorsunuz. İsmimi, inandığım dinin gerektirdiği bir şey olduğu için değiştirdim.

Niçin Hıristiyan oldunuz? Sizi bir olay mı etkiledi?

-Çocukluğumda kiliseye gitmek hoşuma giderdi, yaşım ilerledikçe bağlılığım arttı. Sonunda dinimi değiştirmeye karar verdim. Ama o tarihte gittiğim kilisede çok sayıda Kürt yurtdışına gidebilmek için din değiştiriyordu. Kiliseler inanç dışı nedenlerden dolayı vaftiz olmak isteyenleri geri çeviriyordu. Taksim’de gittiğim kilise bana ‘Git beş yıl Fransa’da Katolizm oku öyle gel seni ancak öyle vaftiz ederiz’ dedi. Kıbrıs’ta Girne Amerikan Üniversitesi’nde okurken oradaki kilisede vaftiz oldum. Yeni dinimin gereği ismimi değiştirdim. Soyadım ise o yıllardaki nişanlımın soy ismiydi. Ona hayallerimi anlatıyordum. Bana gülüp geçiyordu. ‘Göreceksin, Amerika’ya gideceğim ve senin soyadını alacağım!’ demiştim. Bu hayalimi de gerçekleştirdim.

Oyunculuğa nasıl merak sardınız?

-Çocukluğumdan beri hep müzikallerin hastasıydım. Gene Kelly ve Rita Hayworth’a hayrandım. Bu sektördeki insanları tanımak için Taksim’deki Çiçek Bar’a gittim. Orada ünlü bir yapımcıyı gördüm. ‘Ben oyuncu olmak istiyorum, bana nasıl yardımcı olabilirsiniz?’ dedim. O zat bana dedi ki: ‘Şurada gördüğün kızlar üniversiteli, benim eve gidip viski içeceğiz, sen de gelir misin?’ Ben, teşekkür ederim, hayır dedim. Bardan ayrıldım, yağmurlu bir havaydı. Çok ağladım. Kendime söz verdim Amerika’ya gideceğim ve ünlü olacağım.

Bu hayalinizi nasıl gerçekleştirdiniz?

-Çok sevdiğim teyzem hastanede ölüm döşeğinde yatarken artık daha fazla bekleyemeyeceğimi ve hayatın iki dakikada sona erebileceğini gördüm. 1999’a girdiğimiz gece şans olsun diye cebimde 50 dolarla Amerika’ya uçtum. Bir model ajansının kapısını çalıp içeri girdim. Ajanstaki görevli beni biriyle tanıştırdı. O da beni beğendi, önce okullara gönderdi. Özel dersler aldım. UCLA, The American Academy of Dramatic Arts, Jeff Conaway Acting School, Alec Baldwin’in Workshop’u ve Gene Kelly Okulu’nda derslere katıldım. Param yettiği kadar aktörlerin derslerine gittim. Alec Baldwin bana çok yardımcı oldu. Bana ‘Kızgın Damdaki Kedi’den bir monolog verdi, hani Elizabeth Taylor’ın oynadığı rol...

Amerikalılara Türk olduğunuzu söylediğinizde tepkileri ne oluyor?

-İsmime şaşırıyorlar, nasıl olur diyorlar. Ben bu ismi beğendiğimden dolayı seçtiğimi söylüyorum. Türküm, dediğimde tepkileri bir acayip. Bu beni rahatsız ediyordu, kompleks yapmaya bile başladı. Bunu bilgimle kendimi karşımdaki insandan daha üstün hissetmeye başlayarak yendim.

Necropolis’te oynadığınız karakterde gerçek kişiliğinize benzeyen yanlar var...

-Bu oyunu okurken aklıma hep İstanbul geldi. Küçükken ve kendi kendime İngilizce öğrenirken Sultanahmet’e gider, turistlerle elimdeki küçük sözlüklerle pratik yapmaya çalışırdım. Kız arkadaşım ise turistleri kendilerine aşık edip ülkelerine gitmenin peşindeydi. İşte bu oyundaki kız da Sultanhamet’teki o kızlar gibi Amerikalı gazeteciyle tanışıyor, otel odasına gidip beraber oluyorlar. Kız, gazeteciye aşık oluyor, evlenmek istiyor, ‘Al, götür beni ülkene, kurtar beni bu ülkeden’ diyor. Tıpkı benim Türkiye’deki nişanlım O’Keefe ile yaşadıklarım gibi.

Oyunda sahnede tamamen çıplak kalıyorsunuz, bu sizi hiç zorlamadı mı?

-Off-Broadway’de oyuncuğunuzun limitlerini zorlamanız gerekiyor. Buraya çok ünlü eleştirmenler, yapımcılar ve yönetmenler gelip oyuncu seçiyor. Bugün hem Off-Broadway hem de Hollywood’da bu tip sahneler çok normal zaten. Hiç zorlanmıyorum. Çok iyi becerdiğime inanıyorum.

Türklerden bir dışlanma hissediyor musunuz? Aileniz bu durumunuzu nasıl karşılıyor?

-Kesinlikle hayır. Türklüğümü kimse elimden alamaz. Ailem bana çok destek verdi. Bu oyunda fonda Sezen Aksu müziği çalıyor. Yugoslav müziği istiyorlardı. Yönetmene Sezen’i dinlettim, çok beğendi. Oyunda Sırpça konuşmam gereken yerlerde Türkçe konuşuyorum. Sırpça bilmediğim için Türkçe konuşayım daha doğal olur, dedim. Benim getirdiğim eklemeler oyunu güzelleştirdi.

BİR GÜN MUTLAKA OSCAR ALACAĞIM

Hollywood’da bir menajerim var. Birkaç film teklifi var. Bunlardan birine başlayacağım. Off-Broadway’de sahneye çıkmak kariyerim için çok önemli. Pek çok ünlü sinema oyuncusu bu tiyatrolardan çıkıyor. Hollywood’un bir Türk stara ihtiyacı var. Oyunculuğumu sürekli geliştirerek bu boşluğu dolduracağım. Ve bir gün mutlaka Oscar alacağım! Hatta ayağıma Oscar dövmesi yaptırdım.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!