Güncelleme Tarihi:
Dognhuamen Gece Pazarı’ndaki 50 civarında tezgâhta, çölde açlıktan ölürken bile ağzınıza sürmeyeceğiniz türden, akla ziyan yiyecekler satılıyor. Uzun zamandır yılanın tadını merak ediyordum. Bir gece New York’la yarışan ışıltılı Wangfujing Caddesi’nde yürürken ansızın yolum pazara çıktı, fırsatı değerlendirdim.
Gün boyunca Çin’in dört bir yanından gelen binlerce kişinin ziyaret ettiği Mao Zedong Mozolesi’nden, önündeki dev Tiananmen Meydanı’ndan, karşısındaki son imparatorun ikametgâhı Yasak Şehir’den sadece 15 dakika yürüyüş mesafesinde Wangfujing... Yaklaşık 1,5 kilometrelik caddenin büyük bölümü trafiğe kapalı. Geçmişte iki yanında prenslerin, hanedan üyelerinin köşkleri sıralanırmış. Yerlerini bugün Armani’den Prada’ya ünlü markaların dev mağazaları, Hilton’dan Hyatt’a uluslararası otel zincirlerinin şubeleri almış. Gece cepheleri ışıklandırılan, kimileri dev ekranlarla kaplı yüksek binalar, cadde üstünde sera şeklinde yapılmış camlı kafeler, şık restoranlar ilk bakışta New York sokaklarını çağrıştırıyor.
TEKTİP ŞEHİRLER
Wangfujing Caddesi’nin güney ucunda taksiden indiğimizde saat 24.00’e geliyordu. Üç kişiydik. Moskova’dan başlayan 7200 kilometrelik Trans-Sibirya yolculuğunu o gün bitirmiştik. Yorgunduk. Fakat şehrin iki semtindeki gece hayatını çok merak ediyorduk: Wangfujing ve göl kıyısındaki Behiai. Arkadaşlarım Moskovalı Ludmila ile Ohiao’lu Andrew cesurdu. Turist gibi görünmeyi göze almış, büyük boy fotoğraf makineleriyle çıkmışlardı akşam turuna. Ben ise yankesicilerden korktuğum için cep makinesini almıştım yanıma. Işıklı caddeden kuzeye doğru yürüdükçe rahatladım. 20 milyonluk şehrin merkezi ne İstanbul’un İstiklal Caddesi kadar kalabalık ne de beklediğim kadar güvensizdi.
Burada da hayat Batılı kentlerdeki gibi akıyordu. Her yerde burnunu adeta cep telefonuna yapıştırmış, dünyayla bağlantısını kesmiş genç kızlar, erkekler, gösterişli elektronik ürün mağazaları, lüks butikler, gecenin geç saatinde bile ellerinde alışveriş torbalarıyla yürüyen neşeli kalabalıklar, kafelerde, restoranlarda sohbet eden gruplar, şekerlemeciler, dondurmacılar, esprili bronz heykeller. Ne siren sesleri ne de koşuşturmaca, telaş...
Anlaşılan o ki caddede tek sıradışı varlık vardı, o da yanımdaydı: Andrew! Muhtemelen hayatlarında ilk kez zenci görenler hayretle bakıyor, uzaklardan koşturup geliyor, fotoğrafını çekiyor, birlikte fotoğraf çektiriyordu.
Kuzeye doğru tenhalaşan caddede geniş, trafiğe açık dörtyola gelince durakladık. Sola dönüp, 300 metre yürüsek Yasak Şehir’in Doğu Kapısı’na gelecektik. İşte o sırada gördük Donghuamen Gece Pazarı’nı. Tektip, kırmızı-beyaz çizgili tenteli tezgâhlar yan yana dizilmiş, önleri meraklı kalabalıklarla kuşatılmıştı. Izgaralardan yükselen duman uzaktan görülüyordu...
İŞTAH MI DEDİNİZ
“Haydi yılan, akrep ziyafetine” dedim Andrew’ya. Otelden çıkarken sormuş, daha önce yılan yemediğini öğrenmiştim. Niyetimi söyleyince, tebessüm etmekle yetinmişti. Bu kez imalı şekilde cevapladı: “Oh, evet...”
Tezgâhlara yaklaşıp, meraklı turistlere katıldık. Çöplere dizilmiş, ayakları kımıl kımıl oynayan, farklı boylarda akrep ve çekirgeler, denizyıldızları, denizkestaneleri, denizatları, keseli ipekböcekleri, kalamar ve ahtapotları seyre daldık. Bir de hangi hayvana ait olduğu belirsiz, şnitzel gibi hazırlanmış, üst üste dizilmiş, kızartılmayı bekleyen et dilimleri vardı... Bunların ne olduğunu anlamak için çok uğraşmak gerekmiyordu. Tezgâha yaklaştığınızda İngilizce yardımcı oluyordu satıcılar. “Bu kedi, şu köpek, arkadaki sincap...” Yüzünü buruşturanlara diğer çeşitleri sıralıyordu: “Domuz biftek, pirzola, koyun, işkembe, tavuk çöp şiş...”
1984’ten bu yana aynı yerde geceleri kurulan Donghuamen Pazarı bir gurme merkezi olmaktan çok gıda sirkiydi. Tek eksik 30 yıl önce bir filmde izlediğim, yılan etini merak etmeme neden olan şovdu. İzlediğim filmde beyaz önlüklü satıcı kaldırımdaki hasır sepetten aldığı canlı yılanın kuyruğuna ayağıyla basıyor, bir eliyle kafasını yukarı kaldırıp keskin bıçakla boydan boya yarıyor, derisini çıkarıp, koluna dolanan kanlı yılanı önündeki kütükte satırla doğrayıp vog’da pişiriveriyordu. Tüm işlem 3 dakika sürmüş, filmin kahramanı afiyetle yılanı yemişti...
KALAMAR KIVAMINDA
Onun kadar iştahlı olmam mümkün değildi. Sadece tatmak istiyordum. Bir yılan siparişi verdim. Tezgâhtaki kadın derisi soyulmuş yılanı alıp tüple ısıtılan grilin üstüne attı, bir tutam baharat serpti, soya sosu döktü. 5 dakika sonra üç parçaya bölünmüş yılanımız hazırdı. Tezgâhtaki yiyeceklerin fiyatları 5-20 TL arasındaydı. 20 TL ödeyip üç parçaya bölünmüş yılanı alıp fotoğraf çeken Ludmila ve Andrew’ya verdim birer parçasını. İkisi de küçük birer çığlık attı. “Afganistan’da savaşmış profesyonel bir askerin yılandan korkması ne tuhaf” dedim Andrew’yu kışkırtmak için. Provokasyonum işe yaradı. Hep birlikte birer ısırık aldık. Türünü bilmediğimiz parmak kalınlığındaki yılanın eti kalamar kıvamındaydı. Ağır baharat, soya ve ızgarada daha önce pişenlerden kalan aromalar lezzete hâkim olmuştu. Yılana dair bir tadı ayırt etmek imkânsızdı. Belki de hiç yoktu...
Damağımda ağır bir işkembe kızartması kokusu kalmıştı. Türkiye’de yediğim yılanbalıklarından sonra bu sonuç hayal kırıklığıydı. O an anladım ki, bu grillerde hangi et pişse aynı tadı taşıyacaktı. Akrep, çekirge ve diğer tuhaf canlılar çoğunlukla yağda kızartılıyor, gevrekleştiriliyordu. Damakta bıraktıkları etki lezzetten çok çıtırlıklarıydı...
Bir elinde kola bardakları, diğerinde çöp şişe geçirilmiş sigara paketi büyüklüğünde akreplerle çevremde gezinen gençleri seyrettim bir süre. Tezgâhlardaki canlılar kadar ürpertici görünüyorlardı. Fotoğraf çekimini tamamlayıp tekrar Wangfujing Caddesi’nin ışıltılı kaldırımlarına döndük...
Ertesi gün Çin Seddi’ne doğru giderken, Donghuamen Pazarı’ndaki izlenimlerimi aktardım rehberimiz Michael Li’ye. Çin mutfağında ne sıklıkla pişer bu canlılar, diye sordum. Güldü. “Tabii ki Pekin’deki evlerde akrep, çekirge, denizyıldızı pişirilmiyor. Gördükleriniz turistik şov. Diğer etleri severek yeriz” dedi...
Sonra gayet ciddi bir ifadeyle öneride bulundu: “Bir sonraki gelişinizde zaman bulabilirseniz Guo Li Zhuang’a uğrayın. Penis restoranı. Tüm dünyada çok ünlüdür...”
Çevremde gezinen gençleri seyrettim bir süre. Tezgâhlardaki canlılar kadar ürpertici görünüyorlardı. Fotoğraf çekimini tamamlayıp tekrar Wangfujing Caddesi’nin ışıltılı kaldırımlarına döndük...
Ertesi gün Çin Seddi’ne doğru giderken, Donghuamen Pazarı’ndaki izlenimlerimi aktardım rehberimiz Michael Li’ye. Çin mutfağında ne sıklıkla pişer bu canlılar, diye sordum. Güldü. “Tabii ki Pekin’deki evlerde akrep, çekirge, denizyıldızı pişirilmiyor. Gördükleriniz turistik şov. Diğer etleri severek yeriz” dedi...
Sonra gayet ciddi bir ifadeyle öneride bulundu: “Bir sonraki gelişinizde zaman bulabilirseniz Guo Li Zhuang’a uğrayın. Penis restoranı. Tüm dünyada çok ünlüdür...”
PENİSLERDEN PENİS BEĞEN
Rehberimiz Li’den öğrendiğim Guo Li Zhuang (Çanaktaki Güç), dünyanın penis üzerine uzmanlaşmış yegâne restoranı. Pekin’de üç şubesi var. Attan eşeğe, lamadan köpek, geyik, yılana 30’a yakın canlının penisi farklı yemeklerin ana malzemesi olarak kullanılıyor. Her hayvanın penisinin bir hastalığa çare olduğu düşünülüyor. Örneğin internette izlediğim bir videoda (billyfairchild.com) yılan penisi, balık çorbasıyla birlikte sunuluyor. Böbreklere iyi geldiğine inanılıyor. Aile ilk restoranını 1956’da ABD’de kurmuş. 2006’dan bu yana Pekin’de hizmette. Mönüde yemeklere şiirsel isimler verilmiş: ‘Zümrütüanka Yükseliyor’, ‘Bin Katmanlı Yaseminler’, ‘Çöl Kumunda Define Aramak’, ‘Altın Buda’nın Özü’... (www.glz.com.cn)
İŞKEMBE CENNETİ
Wangfujing Caddesi’nin kuzey girişine yakın bir sokak, Londra ve New York’taki China Town’ları andıran gösterişli bir geçitle ana caddeye bağlanıyor. Bu kapının arkasında Wangfujing Atıştırmalık Sokağı yer alıyor. Donghuamen Gece Pazarı’yla karşılaştırıldığında daha az turistik. Dar sokağın iki yanına dizilmiş sabit tezgâhlarda sıradışı yiyecekler pişirilip satılıyor. Neredeyse tüm tezgâhların vazgeçilmezi işkembe. Sokak buram buram işkembe ve kızartma kokuyor. Dilimlenmiş işkembeler küçük çanaklara yerleştirilip tezgâhlara dizilmiş. Siparişi alan satıcı üstüne bir kepçe kaynar çorba suyu döküp çubukla veriyor. Türk mutfağındaki terbiyeli çorbanın nefasetinden sonra, sade suya tirit işkembe çekilir gibi değil.