Güncelleme Tarihi:
4 YÜZ projelerinde tartışılacak fikirler, her ne kadar ortak bir toplantıda belirlense de, “Türk halkının yüzde 60’ı aptaldır” gibi, denizkestanesine benzer dikenli bir konu, sizce bu dörtlüden hangisinin başının altından çıkmış olabilir? Enis Berberoğlu’na bu soruyu sorduğumda, topu taca atan ama aslında faili de açık seçik işaret eden bir cevap verdi: “Sence, kimin başının altından çıkmış olabilir ki!” Aklıma ilk gelen isim, tehlikeli sularda yüzmeyi hobi edinen Ertuğrul Özkök’tü. Özkök, her ne kadar saklanmaya çalışan ama saklanırken kuyruğunu açıkta bırakan bir kedi gibi, “Buradaki fikirlerin telif hakkı, grubun tamamının. Bu da öyle” dese de, Ahmet Hakan lafı dolandırmadan olayı açığa çıkardı: “Fikri, Ertuğrul Özkök ortaya attı. Enis Berberoğlu ince ayar verdi. Sedat Ergin, ‘Benim bu konuda söyleyeceklerim var’ dedi. Bana da kabullenmek düştü.”
Peki, böylesine bıçak sırtı bir konuyu tartışmaya açarken, aralarında muhalefet şerhi koyanlar olmadı mı?
TRİBÜNLERE OYNADILAR MI
Konu malum; Ne yazsanız, ne yapsanız, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilirsiniz. E, bir de her bir ismin gazetecilik geçmişine baktığınızda, ateşten gömleği sırtlarına çoktan geçirdiklerini görüyorsunuz. Acaba yine de, böyle bir konuda kalem oynatırken tribüne oynama, otosansür uygulama gibi bir dertleri oldu mu acaba? Ya da yayları çoktan gerilmiş eleştiri oklarına karşı kalkanlarını hazırladılar mı? İlk cevap, mesleğe başladığı günden beri, görünmez bir çarmıha gerilen Özkök’ten: “Hayatım boyunca, eleştiri oklarına hedef olurum diye kendimi korumaya kalkmadım. Ama Allah beni koruyor. Küçüklüğümden beri dayak yemekten ne korktum, ne de bıktım. Daha önce de söylemiştim. Ben patavatsızım. İçimden geleni söylerim. Bununla ne övünüyorum, ne de dövünüyorum. Ben böyleyim. Hiç otosansür uygulamadım. Yine ağzıma geleni yazdım.”
Enis Berberoğlu’nun bu konuya cevabı net: “Küfürden korkan genel yayın yönetmeni olmamalı. Otosansür yapmadım ama bu sefer direksiyon biraz fazla mı sola kaydı acaba?”
Sedat Ergin, en olmadık eleştirileri bile müsekkin almış gibi karşıladığından, cevabı da aklın sesi: “Eleştiri oklarından sizi koruyacak bir kalkan yok. Eleştiriyi kabul etmeyi, eleştiriye tahammül etmeyi, eleştiriyle yaşamayı öğrenmek dışında bir seçeneğiniz yok.”
Ahmet Hakan’ınsa vakur ama
“Kuyruğuma basarsanız canınızı yakarım” imasında bulunduğu bir cevabı var:
“Böyle işlere soyunuyorsan, göğsünü siper edeceksin. Ama aşırı cengaverliğe gerek yok. Savunma sistemini de hazır tutmak gerek. Atatürk der ki; “İdare-i maslahatçılar esaslı devrimci olamazlar.” Esaslı devrimci miyim, bilmiyorum ama idare-i maslahatçı olmamak için elimden geleni yapıyorum. Hiç de korkusuz biri olmamama rağmen.”
ÇEKİM NOTLARI BU KÜPÜ ÇÖZEN VAR MI
‘4 YÜZ’ ekibi, Hürriyet’in fotoğraf stüdyosunda bir araya geldiğinde takvimler 5 Kasım’ı, saatler 12.30’u gösteriyordu.
Konu için, Aziz Nesin’in “Türklerin yüzde 60’ı aptaldır” sözünden yola çıkılacaktı. Ancak Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’nun “Politik açıdan daha doğru” söylemi çerçevesinde, “Türklerin yüzde kaçı akıllıdır” sorusuna cevap aranacaktı.
Günün sürprizi Fotoğraf Editörü Sebati Karakurt’tan geldi. Poz vermeye hazırlanan Hürriyet’in ünlü kalemlerinin ellerine birer Rubik Küpü tutuşturdu.
1974 yılında Macar heykeltıraş Erno Rubik tarafından icat edilen ve 1980’den itibaren tüm dünyanın tanıdığı Rubik Küpü, o dönemde çocukluk yıllarını geride bırakmış ‘4 YÜZ’ ekibinde bir yabancılaşma hissi yarattı.
Herkes bir süre karıştırdıktan sonra, her yüzünde 9; toplamda 54 kareden oluşan küpteki nihai amacı merak etti.
“Bulmaca çözüldüğünde küpün her yüzünün tek renkten oluşması gerektiği” yanıtı ekibi küçük bir boşluğa sürükledi.
Ve yüksek sesle şu soru dillendirildi:
“Bunu yapan var mı?”
Cevabı buradan verelim: Var...
Avustralyalı Feliks Zemdegs, Summer Open 2011 yarışmasındaki 6.65 saniyelik derecesiyle dünya rekorunu elinde bulunduruyor.
Çekimler, en az Rubik Küpü kadar renkliydi.
Enis Berberoğlu, kapşonlu sweatshirt’ü ile hip-hop’çı gibiydi. Hatta, kendini “Ailenizin
hip-hop’çısı” olarak tanımladı.
Ertuğrul Özkök, kısa süre önce hayatını kaybeden ve büyük bir efsaneye dönüşen Alexander McQueen tişörtüyle pek havalıydı.
Sedat Ergin, klasik çizgiden taviz vermeyen giyimiyle adeta İkitelli yöresine şöyle bir uğramış bir İngiliz asilzadesiydi.
Ahmet Hakan, bir önceki çekimde hayli dar montu bir beden büyüğüyle yenilemişti. Cool duruşuyla yazılı basına twitter ruhunu taşır bir hali vardı.
Fotoğraf çekimi başladığı sırada Sedat Ergin’in telefonu çaldı.
Arayan kimdi hiç öğrenemedik.
Ancak, Ergin’in “Şimdi sana faks numaramı veriyorum” cümlesi net olarak duyuldu.
Twitter’de 200 bine aşkın takipçisiyle sosyal medyada etkin olan Ahmet Hakan ve gerektiğinde köşe yazısını BlackBerry ile yazan Ertuğrul Özkök adeta sözleşmiş gibi aynı tepkiyi verdi: “Bu devirde faks mı kaldı Sedat!”
Ertuğrul Özkök’ün hamamda üç güzel Alman kadınla çektirdiği fotoğrafın perde arkası, Sedat Ergin’in çekimin bir an önce bitirilmesi için ısrarcı olduğu önemli randevusu, Enis Berberoğlu’nun gazeteci-siyasetçi ilişkileriyle ilgili aktardığı anekdotlar, medya dedikodu siteleri için bomba etkisi yaratacak türdendi.
Ancak, her şeyi yazmak Türk halkını aptal yerine koymak olur ki, bu durum ‘4 YÜZ’ün ‘Türklerin yüzde kaçı akıllıdır’ konseptine ters düşer. Bu nedenle boşlukları doldurmayı okurun hayal gücüne bırakıyoruz.
ONLARIN HAYATININ EN BÜYÜK APTALLIĞI NE
ENİS BERBEROĞLU
Günlük hayatta sağlam salağımdır
Günlük hayatta sağlam salağımdır. Küçük sarsıntıların büyük deprem enerjisini boşaltması gibi işe yaradığı da oluyor. Küçük aptallıklardan büyük aptallığa sıra bir türlü gelemiyor. Hiçbir aptalın tedavi edilebildiğini görmedim. Ama aptallıkta kendisini aşanlara sıkça rastladım. Yeter ki fırsat verilsin.
ERTUĞRUL ÖZKÖK
Hiçbir şeyi aptalca bulmam
Hayatta hiçbir şeyi aptalca bulmam. Zaten etrafta yazdıklarımı aptalca bulan epey akıllı var. Üstelik bunları küfrederek, hakaret ederek söylüyorlar. Henüz cevabını veremediğim soru şu: Küfür ve hakaret IQ’su diye bir şey var mıdır? Henüz tam ispat edemediğim şöyle bir tezim var: Zekânın bittiği yerde küfür ve hakaret başlar. Henüz bir önerme, ben öneriyorum, küfürbazlar ispat ediyor. İyi bir iş ortaklığımız var yani.
SEDAT ERGİN
Herkesin aptallığı kendine
Aptalca bulduğum, kendimi affedemediğim o kadar çok olay ya da durum var ki. Aptalca olduğunu sonradan fark ettiğiniz ve tekrarlamayacağınız sürece bence mesele yok. Başkalarının aptallıkları üzerine konuşmak istemem.
Herkesin aptallığı kendine. Başkaları hakkında hemen ‘aptal’ diye
nitelemede bulunma kolaycılığına kendimi kaptırmam.
AHMET HAKAN
Say say bitmez
Aptallıklarımı say say bitmez. Hangi birini sayayım? Aptallık kalıcı değil, sirayet edicidir. Aptallığın hüküm sürdüğü bir çevrede akıllı kalmak mümkün değildir. Mutlaka bulaşır. Acilen çevre değiştirmek gerekir. Hem zaten bir grup İsveçli bilim adamının yaptığı araştırmaya göre, sıkça çevre değiştirenler, bir ömür boyu aynı çevre içinde kalan insanlara göre daha akıllı oluyormuş.
Türklerin yüzde kaçı akıllı
1990’ların başında “Türklerin yüzde 60’ı aptaldır” diyerek, ilk darbeyi Aziz Nesin vurmuştu. Geçen yıl Almanya’nın eski Merkez Bankası Başkanı Sarrazin, ‘Türklerin zekasının Batılılardan düşük olduğu’ yönünde bir kitap yazdı. Onun şokunu atlatamadan bu defa Müjdat Gezen bir televizyon konuşmasında “Türklerin yüzde 80’inin aptal olduğunu” söyledi. Bu konu daha önce de iki köşe yazarı tarafından matematik alandan, kavramsal alana çekilmişti. Önce Bekir Coşkun ‘Göbeğini kaşıyan adam’ kavramını ortaya attı. Onu daha sonra ‘Bidon kafalı’ deyimiyle Yılmaz Özdil takip etti. Peki bilimsel araştırmalar bu konuda ne diyor?
Ertuğrul ÖZKÖK
7 Temmuz 1995 akşamüzeri Çatalca’daki binanın bahçesinde olanları çok sayıda insan gördü. Oysa binanın dışında çok sayıda gazeteci bekliyordu. Güneş batmak üzereydi.
Yeşil renkli bir cenaze arabası sessizce binanın arka tarafına yaklaştı.
Bahçede bulunan erkekler arabaya gidip, tabutu indirdiler. Tabut getirildiğinde bahçede çok tuhaf bir görüntü vardı.
Bahçenin sekiz ayrı yerine birbirine benzer sekiz çukur kazılmıştı.
Türk edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan Aziz Nesin bu çukurlardan birine gömülecekti. Ama hangisine gömüleceğine, oğlu Ali Nesin karar verecekti. Sonra orada bulunanlar, hayatları boyunca susma yemini edecek ve Aziz Nesin’in bahçenin neresine gömüldüğünü kimse bilmeyecekti.
Tabut bahçeye getirilirken, Ali Nesin binanın ön tarafına gidip, gazetecilerle konuşmaya başladı. Amacı gazetecileri oyalamaktı. Ağaçlardaki gazeteciler ve kameramanlar aşağı indi. Oğlu gazetecileri oyalarken, Aziz Nesin bahçedeki sekiz çukurdan birine gömüldü.
Güneş batmak üzereydi ve Çatalca o gün çok sakindi...
KİMSENİN AKLINA MERHUMUN IQ’SUNU SORMAK GELMEMEMİŞTİ
Bu olayın üzerinden 16 yıl geçti. O gün orada bulunanlardan kimse bugüne kadar konuşmadı. Geçen hafta çarşamba günü Ali Nesin’i arayıp o günü sordum. Anlattı:
“Bahçede ben, kardeşlerim, annem ve halam vardı. Dışarısı gazeteci doluydu. Babamı tam mezara indirirken, Hürriyet gazetesinin helikopteri üzerimizde dolaşıyordu.”
Defin sırasında herhangi bir din görevlisi yoktu. Dini tören yapılmadı. Ancak Aziz Nesin’in kız kardeşi dua okudu.
Sonra çukurların hepsi toprakla dolduruldu.
Gün batarken oradan ayrılanların hiçbiri, Aziz Nesin’in IQ’sunun, yani zekâ katsayısının, kaç olduğunu aklından bile geçirmiyordu.
Kimse de onun zekâsından şüphe etmemişti. Yazdığı kitaplar, mizahının inceliği ve keskinliği, zaten IQ’sunun yüksekliğini yeterince gösteriyordu.
Ama o, Türklerin IQ’sundan şüpheliydi.
O akşamüzeri mezarın başında Aziz Nesin’in çok yakın bir arkadaşı daha vardı.
SARSILMAZ TÜRK EFSANESİNİ SARSAN YÜZDE 60 RAKAMI
1990’lı yılların hemen başında bir Ege kasabasında yaptığı konuşmada, “Türklerin yüzde 60’ı aptaldır” diyerek, ‘Büyük ve sarsılmaz Türk efsanesine’ ilk büyük darbeyi Aziz Nesin vurmuştu.
Birçok insan Aziz Nesin’e kızmış köpürmüş ama olağanüstü mizahının apaçık ortaya koyduğu zekâsı nedeniyle kendisine, “Aptal sensin” diyebilen çıkmamıştı.
Neticede, o günden sonra, kimse kendi zekâsını Aziz Nesin’in mizahı kadar başarılı biçimde ortaya koyabilecek bir cevap bulamamıştı.
Bu tatsız konu kapanmışken, geçen yıl Almanya’nın eski Merkez Bankası Başkanı Sarazin durup dururken konuyu yine açtı. O da, ‘Türklerin zekâsının Batılılardan düşük olduğu’ yolunda bir kitap yazınca, doğal olarak Türkler yine ayaklandı.
Konu aptallık olunca, belalar tek tek gelmez. Daha Sarazin şokunu atlatamadan bu defa kendi içimizden aynı ses yükseldi.
Mezarın başındaki adam, zamanın geldiğini düşünmüştü.
GÖBEĞİNİ KAŞIYAN ADAM MI ÇOK YOKSA BİDON KAFALI MI
Müjdat Gezen bir televizyon konuşmasında “Türklerin yüzde 80’inin aptal olduğunu” söyledi.
Bu defa tepki daha örgütlü oldu. Olaya Başbakan Tayyip Erdoğan da girdi. O kargaşa içinde kimse kendisine şu soruyu sormadı.
“20 yıl içinde aptal Türklerin oranı nasıl olup ta yüzde 60’tan yüzde 80’e çıkmıştı?”
‘Türklerin aptallığı’ konusu, bundan bir süre önce, iki ünlü köşe yazarı tarafından matematik alandan, kavramsal alana çekilmişti.
Önce Bekir Coşkun Türk siyasi literatürüne geçen ‘Göbeğini kaşıyan adam’ kavramını ortaya attı. Onu daha sonra Hürriyet’in üçüncü sayfasındaki aynı yerden, ‘Bidon kafalı’ deyimiyle Yılmaz Özdil takip etti.
Ancak onlar, bu kavramlarla tarif
ettikleri Türklerin sayısını ve oranını hiçbir zaman vermediler. Böylece ‘aptal Türklerin oranı’ Aziz Nesin’in koyduğu yüzde 60 üzerinden devam etti.
BİLİMSEL ŞOK: TÜRK HALKI 90 IQ İLE SONDAN İKİNCİ
Türklerin akıl seviyeleriyle ilgili tartışma, ‘Aziz Nesin kriterleri’yle devam ederken, 2011’de önümüze taş gibi somut bir araştırma düştü.
İngiliz Ulster Üniversitesi’nden Prof. Richard Lynn, çeşitli ülke halklarının IQ’su üzerine bir araştırma yayınladı.
Buna göre Türklerin ortalama IQ’ları, yani zekâ seviyeleri 90’dı. İngiliz araştırmacının 22 ülkelik listesine bakınca moralimiz bir daha bozuldu.
Çünkü Türk halkı, IQ sıralamasında, 22 ülke arasında 21’inci sırada bulunuyordu. Altımızda kalan tek ülke Sırbistan’dı ve onunla aramızdaki IQ farkı sadece bir tek puandan ibaretti.
YOKSA SARAZİN SONUNA KADAR HAKLI MIYDI
Bu liste, Türklerin zekâsı hakkında fikir yürüten Sarazin’i haklı çıkarıyordu. Çünkü listenin birinci sırasında onun ülkesi Almanya vardı.
1. Almanya 107
2. Polonya 106
3. İsveç 104
Birinci sıradaki Almanya ile aramızdaki IQ farkı sadece 17.
Ama bazıları bunun, Richter ölçeğine göre 6.4 şiddetindeki depremle 6.9 arasındaki kadar büyük olduğunu söylüyor.
Sonra birden yedi yıl önceki bir araştırma aklımıza geldi.
Türkiye, 1999’da, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı’nın (OECD) yaptırdığı ‘PISA’ araştırmasına katılma kararı almıştı. Bu araştırmalarda, her ülkenin lise çağındaki çocuklarının matematik, fen, okuma kabiliyeti gibi alanlardaki becerileri ölçülüyordu.
2003 yılında yapılan araştırmanın sonuçları 2004’te yayınlandığında Türkiye için tam bir şok olmuştu.
Türk gençleri;
Matematik alanında, 29 OECD ülkesi arasında 28’inci
Okuma becerisinde, 29 OECD ülkesi arasında 28’inci
Problem çözmede, 29 OECD ülkesi arasında 28’inci sıraya yerleşmişti. Altımızda bir tek Meksika vardı.
Araştırmanın bizi teselli eden iyi bir yanı vardı. Bu araştırma, Türklerin zekasını düşük bulan Sarazin’e kötü bir oyun oynamıştı ve haberimiz yoktu. İngiliz araştırmasında birinci sırada çıkan Almanya, OECD araştırmasında epey gerilere düşmüş durumdaydı. Alman gençleri, matematikte 16’ncı, okuduğunu anlamada ise 19’uncu sırada yer alıyor.
Türklerle aralarındaki sekiz sıra ise, ne Almanları zeki, ne Türkleri aptal yapmaya yeterdi. Olsa olsa Sarazin’in yüzünü kızartabilirdi.
Yine de o kadar üzülmesin. Çünkü, Batı dünyasında Almanlardan kötüsü de vardı. ABD’li gençler matematikte 24’üncü, problem çözmede 24’üncü sıradaydı.
Neyse ki, tartışma orada kesildi. Çünkü uzasaydı, belki de ABD’nin Steve Jobs’u nasıl çıkardığı sorusu gelecekti.
Kısaca biz bunun altından kalkamayız. O nedenle en iyisi bunu bilim adamlarına sormak.
Öyleyse buyurun ikinci odaya geçelim.
Bu rakamlara bakarak, Türklerin zekâsı hakkında nasıl bir sonuç çıkarabiliriz.
Merak etmeyin, gerçeklerden kaçmıyorum. Size Türkiye’deki aptal insanların da tam oranını vereceğim.
Yıllar önce Fransız Büyükelçiliği’nde müsteşar olarak çalışan bir arkadaşım bana şunu sormuştu:
“Her ülkenin kültürü, yemek
alışkanlığı, şusu busu farklıdır. Ama ülkelere göre değişmeyen, hepsinde aynı olan bir şey vardır. O nedir
biliyor musun?”
Ben bilemeyince cevabını yine kendi verdi:
“Her ülkedeki hıyarların yüzdesi...”
Yani aptalların, hödüklerin...…
Türkiye’deki aptalların gerçek yüzdesini öğrenmek mi istiyorsunuz? Almanlara ve Fransızlara bakın.
Onlarda yüzde kaçsa, Türkiye’de de mutlaka odur.
Peki bu oranlar dünyada nedir? Müjdat Gezen anlattı. Bu soruyu Prof. Süleyman Velioğlu’na sormuş. Ve şu cevabı almış:
“Bütün dünyada insanların zekâ durumları birbirine benzerdir. Yüzde 10’u çok aptaldır. Yüzde 10’u çok zekidir. Yüzde 80’i ise vasattır. Ülkeleri de bu yüzde 80 yönetir.”
Vasatlık, bir anlamda normal olmak anlamına geldiği için, bütün milletler için hiç de fena bir yüzde değil.
Hiç olmazsa, Türklerin yüzde 60’ının aptal olduğu tezini çürütüyor.
TÜRKLERİN APTAL OLDUĞU TEZİ BİR EMPERYALİST OYUNUDUR
İstanbul Üniversitesi Liyezon Psikiyatrisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Sedat Özkan, Radikal gazetesine şunları söylüyor:
“İnsan zekâsını ırklara indirgeyen her çalışma bilim dışıdır. İnsan zekâsı en çok tek tek insanların zekâsıyla ölçülebilir. Bu iddialar Avrupa’daki emperyalist zihniyetin yansımasıdır.”
Türkiye Zekâ Vakfı Başkanı Emrehan Halıcı’nın görüşüyse şöyle: “Şimdiye kadar yapılan çalışmaların hiçbiri bir ulusun ötekinden zeki olduğunu sonucunu çıkarmadı.”
Kısaca Türk bilim adamları, bu araştırmalarla ve Aziz Nesin’in yargılarıyla aynı fikirde değildi.
APTAL OLMAYAN TÜRKLERİN ORANI YÜZDE 60’IN ÜSTÜNDE
Evet, IQ ölçümlerinde alt sıralardayız ama geri zekâlılık çizgisinin de üzerindeyiz. Basit bir matematik ortalamada, daha zekiler ortalamayı yukarı, aptallarsa aşağı çeker.
Bu IQ ortalamalarına bakarak, ‘Akıllı Türklerin’ oranını çıkaramayız. Aynı mantıkla ‘Aptal Türklerin’ oranı da çıkmaz.
Eğer bu ortalama; düşük zekânın hemen üstünde, yüksek zekânın da altında ise, bulabileceğimiz en somut ve gerçekçi rakam ‘Aptal Olmayan Türklerin’ oranıdır.
Benim hesabıma göre bu oran da, yüzde 60’ların hayli üzerindedir. Biliyorum matematikçilerin bile anlayamayacağı bir hesap oldu.
Çıkardığım bu sonuca bakıp sakın çok zeki olduğumu sanmayın. Sadece aptalca bazı sorular soruyorum ve cevaplarını veriyorum.
Mesela IQ testlerinde üzerimizde çıkan İtalya, İrlanda, Yunanistan, İspanya gibi ülkeler birbiri ardına çuvallarken; nasıl oluyor da ‘yüzde 60’ının aptal olduğu’ iddia edilen biz Türkler, 21’inci yüzyıla bir ‘Türk mucizesi’ ile giriyoruz?
Nasıl oluyor da son 10 yılda bütün dünya bizi hayranlıkla izliyor?
İşte bunlara bakarak, ‘Aptal olmayan Türklerin’ oranı yüzde 60’ın hayli üstünde diyorum.
Tabii ‘kurnazlık IQ’su’ diye bir şey olsaydı, bu rakamı rahatlıkla yüzde 90’a çıkarabilirdim.
Halk için, halka rağmen, halkın tercihine hakaret
Aziz Nesin’in yaklaşık 20 yıldır tartışılan “Türklerin yüzde 60’ı aptaldır” çıkışı 1982 Anayasa Referandumu’na dayanır. Aziz Nesin bizler için çok ama çok önemliydi. O yüzden hakareti hiç yakıştıramadım ona. Hele yarattığı içtihadı ruhsat sayarak, ‘Göbek kaşıyan adamlar’ veya ‘bidon kafalılar’ kolaycılığına kaçanları görecek kadar yaşasa... Acaba ne derdi diye düşündüğüm olur...
Enis BERBEROĞLU
Kaşınıza, gözünüze, kafatası şeklinize bakıp da...
Tipsizlik teşhisiyle suçlandığınız oldu mu, hiç?
Şaka sanmayın... 150 yıl kadar önce yaşayan suç bilimci Profesör Cesare Lombroso’nun eline düşseydiniz maazallah...
KARA PROPAGANDA İCADI
Sol kültür biraz seçkincidir, sadece kendi doğrusuna iman eder, kabul... Ama yaşıtlarım ‘kara propagandayı’ muhafazakârların icat ettiğine canlı tanıktır. “CHP’ye oy vermeyin, camileri ahır yapacaklar” diye saçmalayan da... “Bir solcu evine girdiğinde, vestiyerde başka şapka görürse, hemen sessizce sıvışır. Çünkü bilir ki, parti şefi karısıyla işret halindedir” safsatasıyla paylaşmaya çamur atan da o partilerin yöneticileridir, inanın.
82 ANAYASA OYLAMASI
1982 Anayasa oylaması 7 Kasım günü yapıldı.
Katılım oranı muazzamdı, yüzde 91’i aştı.
“Evet” diyenler, muhalifleri ezdi geçti.
Yüzde 91 küsura, yüzde 8 küsur.
Tam rakamını verelim: Yüzde 8.63, dediğimiz...
12 Eylül’ün en insafsız işkence tezgâhından geçenlerdi.
Özgürlüğünü, işini, gücünü yitirenlerdi.
Anayasa’ya atılan her oyla sanki zulüm meşrulaştı.
Halk için halka rağmen savaş verenlerin...
Halkın tercihine karşı ilk isyanı bu sebeple uç verdi.
Zamanla kurumsallaştı, hatta kimilerine göre partileşti bile.
Ama meselemiz o değil.
YÜZDE 92 DEMEK İSTERDİ
Aziz Nesin’in yaklaşık 20 yıldır tartışılan...
“Türklerin yüzde 60’ı aptaldır” çıkışı da...
Yine 1982 Anayasa Referandumu’na dayanır.
Tıpkı Müjdat Gezen’in yıllar sonra anlattığı gibi: “İzmir Torba’da şenlik vardı, İlhan Selçuk ve Aziz Nesin’le birlikte bir panele katılmıştık. Panelin konusu mizahtı. Birisi kalktı ‘Nasrettin Hoca’nın torunları olarak zeki insanlarız değil mi?” diye sordu Aziz Nesin’e. O da ‘Yüzde 60’ı aptaldır’ dedi. Herkes alkışladı. Sonra kuliste kendisine sordum neden böyle bir şey söylediğini. O da ‘Evladım, yüzde 92 diyecektim dilim varmadı’ dedi. O zaman referandum yapılmıştı ve oy verenlerin yüzde 92’si Kenan Evren’e oy vermişti. Bu söz oradan kaldı.”
DOMUZ YEMEDİĞİ İÇİN
Söz oradan kaldı ama orada kalmadı.
1992’de o tarihte Hürriyet’te çalışan Nuriye Akman sordu: Popülist bir yazarsınız. Sözleriniz bir bozgun yaşadığınızı düşündürüyor.
- Bu demek değil ki Türk halkını sevmiyorum ve bütün Türkiye aptaldır. Zeki olmanın koşulları vardır. Örneğin bu halk sağlıklı besleniyor mu? Protein alıyor mu? Domuz eti yiyor mu?
Zeki olmak için domuz eti yemek şart mı?
- Et yemek şart. Ama domuz yerse akıllılık eder. Çocukluğumda dinsel şeylerden etkilenmişim, ben de yiyemiyorum.
Size “Bu halk enayidir” dedirten gerçek şey ne?
- Şirketlerde yüzde 51 hisseyi elinde tutan egemendir. Bunu kabul eden bir millet, yüzde 60’ı enayi olan bir millet için aynı kanıyı kabul etmeli.
77 yaşındasınız. Bu duyguları taşımanızda nasıl bir mizah unsuru buluyorsunuz?
- Bir annenin çocuğu geri zekâlı olsa ne yapar, hayatını ona adar. Ben de aynısını yapıyorum işte.
HAKARET İÇTİHADI YARATTI
Aziz Nesin bizler için çok ama çok önemliydi.
Değerlerimizi kitlelere kolayca aktarır...
Başka düşünenleri incitmeden hicvederdi.
O yüzden hakareti hiç yakıştıramadım ona.
Hele yarattığı içtihadı ruhsat sayarak...
‘Göbek kaşıyan adamlar’ veya ‘bidon kafalılar’ kolaycılığına kaçanları görecek kadar yaşasa...
Acaba ne derdi diye düşündüğüm olur.
Onun ağzına cevap yakıştıracak...
Zekâsıyla boy
ölçüşecek kadar enayi değilim.
O sebeple sadece sormakla yetiniyorum:
Bugünleri görse ne derdi?
Zekâdan bu kadar söz edip test işine girmemek olmaz.
Şahsen en beğendiğim zekâ sorusu tek cümleden ibarettir:
Gün olur uzaya giderseniz, yanınıza ne alırsınız?
Bence bu soruya verilen her yanıt... Yaratıcılık, bilinmeyene sürprize çabuk uyum yeteneği, soyutlama vb. gerektirir.
Size soyut geldiyse, sayısal bilmecem de var.
Arap zengini ölmüş, 17 devesi miras kalmış.
Ancak vârisler işin içinden çıkamamış.
Çünkü rahmetli, develerin yarısını büyük oğluna... Üçte birini küçük evladına, dokuzda birini de evli kızına bırakmış.
17 deveyi vasiyete göre paylaşamayan aile çaresiz kalmış.
Sonunda kentin bilgesine başvurmuşlar.
Bilge kişi aileyi dinlemiş ve meseleyi hemen çözmüş.
Develerin hiçbirini kesmeden vasiyete göre paylaştırmış.
Nasıl mı, çözümü aşağıda.
? ÇÖZÜM: Bilge kişi cenaze evine kendi devesiyle gitmiş.
Devesini miras kalanlara eklemiş.
Böylece deve sayısı 18 (17+1) olmuş.
Bilge kişi develerin yarısını yani 9’unu (18/2) büyük oğlana, üçte birini, yani 6’sını (18/3) küçük oğlana, dokuzda birini, yani 2’sini (18/9) kız evlada vermiş. Toplam 17 (9+6+2) deveyi sahiplerine teslim etmiş.
18’inciyi, yani kendi devesini de alıp hayır dualarıyla oradan ayrılmış.
CAMİ DEĞİL OKUL CEMAATİ
Eski tüfekler bilir, her sloganın ardında bir önkabul ve hatta referans yatar.
1960 ve 1970’lerin Türkiye’sini cami ve okullardan ibaret sayarsak...
Okulların ezici çoğunluğu sol düşüncenin tekelindeydi. Yazar-çizerler, müzisyenler, film yönetmenleri kısaca sanat-kültür çevresi sol sempatizanıydı. Ne var ki mesele seçim sandığına geldiğinde...
(1977 istisnası bir yana) cami cemaati hep üstün çıktı.
Mektep medrese görenler azınlıkta kalırken...
Muhafazakâr kalabalık ‘cahil ve aptal’ sayıldı.
Ancak son 30 yılda devir ve devran çok değişti.
Öncelikle eğitim yaygınlaştı, kalitesi arttı.
Bu ülkede 25 yıl önce biri özel 26 üniversite vardı.
Şimdi aynı sayı, 62’si özel, 165’e çıktı.
İlköğretimde okullaşma oranı yüzde 98’e yükseldi, yükseköğrenimde okullaşma ikiye katlandı, yüzde 33 oldu.
21 bin 500’ü Braille baskılı, 1 milyar 329 milyon 682 bin kitap bedava olarak öğrenciye dağıtılıyor, 164 bin özürlü okula taşınıyor.
İlköğretim okullarında internet bağlantısı yüzde 100, ortaöğretimde yüzde 95. Bilimsel yayın sayısı 10 yılda dört katına çıktı, 30 bini aştı.
Üstelik cami cemaati eğitim
alanında ‘hizmet alan’ sıfatıyla yetinmedi.
Özellikle Fethullah Gülen cemaati yüzlerce okul, dershane ve onlarca üniversite kurdu.
Yani cami cemaati, okul cemaatine dönüştü.
Muhafazakâr aklın tırmanışı başladı.
Bazılarına sevimli gelmeyebilir.
Ama çıplak gerçek budur.
SINAV ZEKÂMIZ VAR
Türkler diğer milletlere göre daha mı akıllı, yoksa aptal mı?
Türkiye Zekâ Vakfı Başkanı Emrehan Halıcı’ya sordum.
Halıcı sohbetimizin ardından zahmet etti, uzun bir yazı yolladı.
Yer darlığından sadece başlıklarını aktarıyorum (tamamı internet sitesinde):
Uluslar arasında zekâ farkını ileri süren tezler bilimsel ırkçılıktır.
Gary Kasparov’a göre ‘zekâ en demokratik dağıtılmış kaynaktır’.
IQ testlerinin gerçek zekâyı ne kadar ölçebildiği tartışılır.
Toplumların zekâsını kıyaslayacak ölçüde güvenilir test yoktur.
Daha iyi eğitimli kişilerin IQ testi puanları doğal olarak daha yüksektir.
TAVLA İYİ GELİYOR
Türklere gelince, rahat olun, Halıcı’ya göre asla aptal değiliz:
Türkler ortaöğretim ve üniversite sınavı nedeniyle sürekli yarışıyor.
Dört mevsimi yaşayan büyük ülkeyiz, çevreye uyum zekâyı belirliyor.
Türklerin düşkün olduğu, tavla, okey, iskambil aslında zekâ oyunudur.
Akıllılığın oylara göre dağılımı hakkında
Peki herkesin kendini ‘Yüzde 40’ın içinde, başkalarını da ‘yüzde 60’ın içinde görmesinin yol açtığı sorunu ne yapacağız? Herkes kendini ‘yüzde 40’ın içinde görüyorsa, ‘yüzde 60’a kimleri sokacağız?
Ahmet HAKAN
Türkiye’de yaşayıp da, ömrünün herhangi bir anında “Aziz Nesin çok haklı kardeşim” demeyen var mıdır?
UZUN LİSTELER ÇIKARILABİLİR
Siyasal tercihlerden yola çıkılarak ‘akıllılık’ ya da ‘aptallık’ sonuçlarına varılamaz.
Neden mi?
Çünkü ‘AK Parti’ye oy vermenin aptallık olduğuna dair 80 maddelik liste’ çıkarmak da mümkündür, ‘CHP’ye oy vermenin aptallık olduğuna dair 80 maddelik liste’ çıkarmak da...
Tıpkı...
AK Parti’ye ya da CHP’ye oy vermenin akıllılık olduğunu gösteren benzer uzunlukta
listeler çıkarmanın mümkün olduğu gibi...
KAYTARMACI APTALLIK
Birilerini siyasal tercihleri nedeniyle ‘aptal’ diye nitelemek, hiç de akıllıca bir iş değildir.
Hatta aptalcadır.
Sen halka mesajını doğru dürüst vermeyeceksin, ikna edici olamayacaksın, başı sonu belli bir siyasal bildirin olmayacak, bir dediğin bir dediğini tutmayacak, memleketi doğru dürüst idare edeceğine dair hiçbir işaret vermeyeceksin, mevcuttan daha iyi bir durumun müjdecisi olamayacaksın...
Halk sana bu nedenlerle itibar etmediğinde de “Zaten bunların alayı aptal” diyeceksin.
Bunun adı ‘kaytarmacı aptallık’tır.
ŞÜPHEDE FAYDA VAR
Aptallığın bitiş çizgisi, ‘kendimizi akıllı / başkalarını aptal’ olarak görmekten vazgeçtiğimiz yerden başlar.
Yani işe kimin ‘yüzde 40’ın içinde, kimin ‘yüzde 60’ın içinde olduğu konusunda derin şüphelere kapılarak başlamakta sayısız fayda var.
AKIL MI, ZEKÂ MI
‘Sevgi’ ile ‘aşk’ arasında nasıl bir ilişki varsa, ‘akıl’ ile ‘zekâ’ arasında da öyle bir ilişki var.
Halkımızın kahir ekseriyeti sevgiden çok aşka yatkındır:
Ağırbaşlı bir sevgi yerine bağrı yanık bir sevda... Tercih budur.
Tıpkı mantığın hep devrede olduğu bir akıllık yerine, kontrolsüz zekâyla idare etmek gibi...
Ben bu tartışmaya katılmasam!
Bu tartışmalar çok tehlikeli sulara sürüklenebilir. İnsanlık tarihindeki çok büyük felaketlerin bu tür üstünlük iddialarından da kaynaklandığını aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor
Sedat ERGİN
‘Türklerin yüzde kaçı akıllı” sorusuna yanıt aramaya pek istekli değilim.
AKIL ÖLÇMEYE KALKMANIN TEHLİKELERİ
Öncelikle bir ulusu, halkı ya da herhangi bir insan topluluğunu, kümesini ‘akıllı’ ya da ‘akıllı değil’ gibi ölçütler üzerinden değerlendirmeyi politik doğruculuk bakımından isabetli bulmuyorum.
Bizi bekleyen büyük tehlikeler var burada.
Bir kere, bu yönde çabalar kaçınılmaz olarak üstünlük tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Ben, akıl anlamında hiçbir milletin bir diğerine üstünlük taşıdığına inanmıyorum. Bu tartışmalar sizi çok tehlikeli sulara sürükleyebilir. İnsanlık tarihindeki çok büyük felaketlerin bu tür üstünlük iddialarından da kaynaklandığını aklımızdan çıkartmamamız gerekiyor.
İkincisi, bu tür analizler genelleme içerdiğinden ciddi derecede yanıltma payı da taşıyor. Dolayısıyla kendinizi gerçeklerin sınırları dışında bulabilirsiniz.
Bir nokta daha var: Bir köşe yazarı olarak bu konuda fikir yürütmeye kalktığınızda, akıllı olduğunuz gibi bir kabul üzerinden yola çıkıyorsunuz. Bu durumda ölçme çabasının kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkacağını varsaydığınız akıllı olmayan insanlar karşısında kendinize üstünlük atfetmiş olmuyor musunuz?
Çok akıllı olduğunuzdan gerçekten emin misiniz? Kim söyledi size akıllı olduğunuzu?
BİR MİLLETİN AKLI ÖLÇÜLEBİLİR Mİ
Çok temel bir itirazım daha var: Aklı neye göre ölçeceksiniz? Ya da şöyle yöneltelim soruyu: Bir milletin, bir toplumun akıl düzeyini ölçebilir misiniz? Bunun için kullanılabilecek ölçme birimleri var mıdır?
Bazı değerleri bilimsel yöntemlerle ölçebilmeniz mümkün. Örneğin, bir toplumun hoşgörü düzeyini, demokrasi algısını, yenilikçiliğe açıklığını, hakçalık ilkesine saygısı gibi değerlerini pekala ölçebilirsiniz. Bu gibi konularda yapılan sayısız bilimsel araştırma var.
Ama toplumun akıl düzeyini ölçebilmenin mümkün olduğunu zannetmiyorum. Bunu ölçmeye dönük bilimsel bir metodoloji geliştirilebilmiş değil.
Belli bir örneklem üzerinden yapılacak ‘zekâ puanı’ (IQ) testleri üzerinden bir ölçümle sonuca gitmeyi önerenler çıkabilir.
Buna da itirazım var. Akıl yalnızca zekadan oluşmuyor çünkü. Çok yüksek bir zekâ puanına sahip bir insanın çok akılsızca şeyler yaptığına sıkça tanıklık edebiliyoruz.
Akıl kavramı içinde zekanın ilerisine giden, zekâyı desteklemesi, tamamlaması gereken başka hasletlerin olması gerekiyor; sosyal zeka, bilgi ve muhakeme kabiliyeti gibi...
Tabii akıl, duyguların da belli ölçülerde kontrol edilebilmesini, baskılanmasını gerekli kılıyor. Kendinizi duygularınızın rüzgârlarına bırakmamayı öğrenmelisiniz.
Görüleceği gibi, çoklu bir bileşke akıl.
KİMLER AYNI TERAZİDE TARTILAMAZ
Bu bileşkenin kompozisyonundaki unsurların yalnızca bir bölümü kalıtımla gelirken, önemli bir bölümü, insanın çevresiyle olan ilişkisi içinde şekilleniyor. Dolayısıyla, insanın kendini geliştirebilmesiyle, bu çerçevede eğitimle doğrudan ilişkili. Bir başka anlatımla, akıl, eğitimle geliştirilebilecek, ileri götürülebilecek bir alan.
Tam bu noktada aklın ölçülmesine dönük itirazımın bir başka boyutu beliriyor: İnsanların çoğu akli melekeler itibariyle sahip olduğu potansiyeli geliştirebilmek açısından şanslı bir ortamda dünyaya gözünü açmıyor.
Pek çok toplumda insanlar eğitime erişimde eşit imkânlara sahip değil. Bu eşitliği gözeten toplumlarda insanların akli melekelerini geliştirmelerinin, dolayısıyla aklın seferber edilmesinin önü açıkken, bu eşitliğin gözetilmediği toplumlarda muazzam bir potansiyel heba ediliyor.
Yokluk koşullarında dünyaya gözünü açan, eğitim imkânından vazgeçtik, doğru dürüst beslenemeyen bir çocukla, bütün bu imkânların en iyisini hiçbir çaba göstermeden önünde hazır bulma ayrıcalığına sahip bir çocuğun akıl kapasitesini kıyaslamanın, bunları aynı terazide birlikte tartmanın vicdani bir tarafı var mı?
Pekâlâ geliştirebileceği halde salt bu imkânlardan yoksun kılındığı için atıl kalan, değerlendirilemeyen, kuvveden fiile çıkamayan zihinsel gücün, enerjinin israfından daha büyük bir kayıp olabilir mi insanlık için?
ORTALAMA EĞİTİM ORTA İKİ DÜZEYİNDE OLURSA
Türkiye gibi fırsat eşitsizliğinin yalnızca ülkenin batısıyla doğusu değil, aynı zamanda kentlerde merkezle periferi arasında da bütün acımasızlığıyla hâlâ sürdüğü bir ülkede ne kadar akıllı olduğumuzu kestirmeye çalışmayı haksızlık olarak görürüm.
Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulduğunda toplumun okuma-yazma oranı yüzde 5’in bile altındaydı. Bugün okuma-yazma oranında yüzde 90’lara gelmiş olmamıza karşılık, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi raporuna göre 25 yaş üstü grupta ortalama eğitim süresinde henüz orta ikiyi aşabilmiş değiliz. Türkiye’de bir çocuk okuma çağına geldiğinde alması beklenen ortalama eğitim süresi 12 yıl, yani lise 4 düzeyinde.
Ülkemizde toplumun çoğunluğunun hâlâ yeterli eğitimi almadığını, alamadığını ve bu nedenle milyonlarca genç dimağın heba edilmeye devam edildiğini görüyoruz. Burada korkunç bir haksızlık, büyük bir adaletsizlik var.
Dolayısıyla ben bu akıl ölçme tartışmasında yokum.