Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Şubat 10, 2008 00:00
Amerikalı işadamı ve sanat koleksiyoncusu Walter Chrysler, "Koleksiyonculuk kanımda var" demişti. Türk işadamı Ahmet Merey (57) için de aynı şey söz konusu. Koleksiyonculuk onun kanında var. İçinden geliyor manasında değil, ailesinde, dört kuşak önce yaşamış büyük büyükbabasında, büyük teyzesinde, dedesinde, amcasında, annesinde var sanat eseri biriktirme tutkusu.
Son birkaç yıldır işi gücü bırakıp onlardan miras kalan ve daha sonra kendi geliştirdiği 650 parçalık resim ve heykel koleksiyonunu hayatının merkezine oturtmuş Ahmet Merey. Eserleri sakladığı deposuna her gün, bazengünde birkaç kez uğruyor, sırt sırta istiflediği tablolardan birkaçını çevirip onlara bakıyor. Bir yandan da ailesine ait diğer antika eşyaları, belgeleri sahaflardan topluyor, iz sürüyor. Merey’le sanat eserlerinin durduğu İstanbul Etiler’deki deposunda buluştuk, kanındaki koleksiyonculuğu konuştuk.
Koleksiyonun başlangıç hikayesi Ahmet Merey’in hem anne hem baba tarafının büyükleriyle başlıyor. Erzincanlı bir celep olan anneannesinin babası Hacı İsmail, hayvan alıp satarak para kazanınca 1880’lerde İstanbul’a göç etmiş, Sultanahmet’te bir konak satın almıştı. Cevahirizade Mecid’in 1908 tarihli manzara tablosunu alıp bu konağın duvarına hevesle asan da bu büyük büyükbaba Hacı İsmail’di. Koleksiyonun en değerli parçaları ise bir sonraki nesilde, Merey’in dedesi Ahmet Kara, anneannesi Makbule Kara ve Paris’te eğitim görmüş büyük teyzesi Mebrure tarafından toplandı.
ÇALLI’NIN MODERN AİLE MODELİ ANNEANNESİ VE BÜYÜK TEYZELERİ
Kayınpederinin celeplik işini devam ettiren Ahmet Kara kazandığı paranın büyük kısmını çağdaşı ressamların eserlerini toplamak için harcıyordu. İbrahim Çallı’nın hayranı ve dostuydu. Çallı’ya kendisinin ve eşi Makbule’nin portrelerini yaptırmıştı. Ahmet Merey’in İstanbul Modern’e sergilemesi için ödünç verdiği, koleksiyonun şu anda en değerli parçaları olan Plajdaki Kadınlar ve Adadaki İki Hemşire adlı tablolarda görünen kadınlar, Merey’in anneannesi Makbule ve kardeşleriydi. Cumhuriyet kadınının yüzünü resmetmek isteyen Çallı, yakın dost olduğu bu aileyi model almıştı.
Ahmet Merey’in büyük teyzesi Mebrure Hanım da resme çok meraklıydı. Koleksiyonun Hoca Ali Rıza tablolarını ilk o toplamaya başlamıştı. Hoca’dan hem resim dersleri alıyordu, hem de hayranı olarak tablolarını biriktiriyordu. Koleksiyonda ikisinin birlikte yaptığı bir manzara tablosu bile var.
SABANCI MÜZESİ’NDE BÜYÜK AMCA KARŞISINA ÇIKTI
Ahmet Merey, birkaç yıl önce Sabancı Müzesi’nin Osmanlı Sanatı bölümünün gezerken bir tablonun önünde kalakaldı. Tablo, Feyhaman Duran imzalı, devasa boyutta bir erkek portresi, portredeki kişi ise büyük amcası Celaleddin Arif Bey’di. Merey, böyle bir tablonun varlığından haberdardı ama bu tabloyla Sabancı Müzesi’nde karşılaşmayı beklemiyordu.
Celaleddin Arif Bey, Fransa’da hukuk doktorası yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp son Osmanlı Meclisi’ne başkanlık etmiş, Cumhuriyet ilan edildikten sonra meclis başkanlığı için Mustafa Kemal’le çekişmişti. Belki bu yüzden Nutuk’ta Mustafa Kemal’in "aleyhimize çalıştı" diye pek de sitayişle bahsetmediği bir kişilikti. Celaleddin Bey’in en büyük merakı Avrupa’dan resim toplamaktı. Feyhaman Duran’la da dostluk kurmuş ve portresini yaptırmıştı. Celaleddin Bey’in koleksiyonu Ahmet Merey’in halalarına kalmıştı. Halalar, Şişli’deki evlerinin baş köşesine koydukları portreyi bir gün "Her gün büyük amcayı görmekten çok sıkıldık" diyerek tavan arasına kaldırmışlardı. Portre tavan arasından çalınmış, kim bilir kaç kez el değiştirerek sonunda Sabancı Müzesi’nin koleksiyonuna girmişti.
HAPİSTEKİ BABASINI SÜTÜYLE BESLEYEN KADININ ADI
St. Petersburg’daki Hermitage Müzesi’nde Rubens’in bir tablosu asılı. Hapse düşen babası Cimon’u aç kalmasın diye her gün demir parmaklıkların arasından sütüyle besleyen Pero adlı mitolojik bir kadın kahramanı anlatır. Ahmet Merey’in dedesi bu kahramandan çok etkilenip kızına ismini vermişti. Ahmet Merey’in annesi Pero Merey, Almanya’da biyokimya okumasına rağmen elbette sanatla ilgilenecekti. Koleksiyonda eksik kalan Çallı dönemi ressamlarının eserleri onun ve kardeşi Leyla’nın sayesinde çoğaldı. İbrahim Safi’ler, Haşmet Akal’lar, Ercüment Kamlık’lar satın aldılar. Ve aile geleneğine uyarak kendi portrelerini bu ressamlardan bazılarına yaptırdılar.
BU BIYIKLI ADAMLARI NEDEN EVE GETİRİYORSUN KAVGASI
Neredeyse 100 yıllık bir aile koleksiyonunun várisi olan Ahmet Merey, Boğaziçi Üniversitesi’nden sınıf arkadaşı İpek’le evlendiğinde ilk işi bir buzdolabı ve bir tablo satın almak oldu. Çünkü onun büyüdüğü evde duvarda bir tablo olması, mutfakta bir buzdolabı olması kadar normal ve elzemdi.
Eşi İpek Hanım da resme meraklıydı; koleksiyon doğal bir hızla büyüdü. Karı kocanın anlaşamadığı tek şey çiçek natürmortları ve portreler konusundaydı. İpek Hanım uzun süre Ahmet Bey’in portre takıntısına "Neden bu bıyıklı adamların resimlerini eve getiriyorsun" diye karşı çıktı. Ahmet Bey de İpek Hanım’ın çiçek resimlerine. Bir süre sonra birbirlerinin zevklerini kabullenip evliliklerini kurtardılar!
Ahmet Merey gayrimenkul ve yatırım şirketini son 1-2 senedir askıya aldı ve tüm enerjisini resim yapmaya ve koleksiyonuna verdi: "Çok zahmetli bir iş bu. Galerileri gezmek, sanatçılarla tanışmak, sanat tacirlerinin peşinden koşturmak... Ama çok zevk alıyorum."
Bir diğer zahmetli iş, böyle bir ailenin izini sürmek. Mesela, İranlı sahaflardan eski tıp kitapları toplayan babasının babası Dr. Necmeddin Arif Bey’in, zamanında Gureba Hastanesi’ne hediye ettiği, sonradan piyasaya dağılan kitaplarının peşinde. Bununla özel olarak ilgilenen bir sahafı bile var.
Annesinin babası Ahmet Kara’nın deri şirketinin de faturalarını biriktiriyor. Elbette bu işle ilgilenen başka bir sahafı daha var. 200’ü portre olmak üzere 650 tablodan oluşan Türkiye’nin kişiye ait en büyük koleksiyonlarından birini ancak böyle yönetebiliyor.
BOL RAKILI SANAT SOHBETLERİ YAPARIZTürkiye’deki sanat piyasası çok küçük. Yahşi Baraz gibi birkaç sanat taciri (art dealer) var, bir de galeriler ve müzayede evleri. Herkes birbirini tanır. Tacirler benim neden hoşlandığımı bilir, örneğin bir yerde iyi bir portre görürse beni arar ve
haber verir ya da satın almamı sağlar. Biz 8-10 koleksiyoner de sıklıkla buluşup
yemek yer, laflarız. Önce geyik yapılır, sonra biri "Ya, şu çocuğun sergisini gördünüz mü?" diye söze başlar. Bakarsınız diğer arkadaşlar da o gencin resimlerini görmüş ve beğenmiştir. Galericiler piyasayı kendileri yönlendiriyor zannedebilir ama kimin iyi olduğuna, neyin satın alınacağına böyle yemeklerde karar veriyoruz. Piyasaya artık daha çok biz yön veriyoruz.
RESİMLER HİSSE SENEDİ DEĞİLDİRYatırım olsun diye resim toplayanlar var. Mesela bir ara birçok borsacı koleksiyon yapmaya başlamıştı. Onlar her resmi hisse senedi gibi görüyor ama çok yanılıyor. Resim piyasası gayrimenkul piyasası gibi iniş çıkışlar göstermez. Sanatı bilmeden, bir meta olarak koleksiyon yapmaya kalkarsanız çok para kaybedersiniz. Çünkü bazı ressamların ne zaman neden gözden düşeceğini hesaplayamazsınız. Bundan 15 sene önce 30 bin dolara satılan bir tabloyu şimdi 5-6 bin dolara piyasada bulabilirsiniz. Bu hataları yapmamak için bilgi gerekli.
ŞÜPHELENDİĞİM DURUMLARDA FARUK CİMOK’A GÖTÜRÜYORUMBugün Türkiye’deki sanat piyasasının en önemli sorunu sahtecilik. Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra Türkiye’ye gelen çok yetenekli Azerbaycanlı ressamlar, yaşayan ressamların bile tablolarını muhteşem şekilde taklit ediyor. Türkiye’de bir tablo orijinal mi değil mi boyasına, çerçevesine bakıp inceletebileceğimiz bir laboratuvar ya da uzman yok. Ben genelde Faruk Cimok gibi uzmanlara götürüyorum şüphelendiğim durumlarda.
MÜZAYEDELERE GİTMEMKoleksiyoncular da birbirleriyle yarışır, en kıymetlisini almak isterler. Bu da bir ego işi. Müzayedelerde kıran kırana satışlar oluyor. O yüzden ben müzayedelerden hiç resim almam. Çünkü insanı lüzumsuz yere gaza getiren, birbirine düşüren bir atmosferi var. Geçenlerde bir portre müzayedeye çıktı. Ben onu alırım dedim fakat müzayadede değerinin üç katına çıkınca fiyatı, vazgeçtim. Tabloyu bir müzeye kaptırdım.