OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 12, 2000 00:00
AİLE TOPLANTILARI Annemin bu hastalıktan ölmeyeceğini anlamam için uzun yıllar geçmesi gerekmedi. Annemin ailesindeki kadınların tamamı, yüzlerinden sağlık fışkıran ve tüm ömürlerini birbirlerini yaşça geçmeye adamış kadınlardı. Yaşlarını yıl olarak değil de mütemadiyen düzenledikleri aile toplantılarıyla hesaplıyorlardı. Elli yaşın altındakileri hesaba bile katmazlardı.Annem aile toplantıları için yaşardı. Her bir buçuk yılda bir giyinir, süslenir, biraz da korkuyla karışık duygularla elimizden tuttuğu gibi bizi büyükannelerimizin, büyük büyükannelerimizin ve büyük teyzelerimizin eteklerinin dibine götürürdü.Bu yaşlı kadınlar, o uzun boylarıyla ve bacaklarına giydikleri rengârenk çoraplarıyla tepemizde ihtişamla dikilirlerdi. Toplantılarda annem bizi kendi hâlimize bırakırdı. Kadınlar fotoğraf çektirirlerken kız kardeşimle ben özlemle onları izlerdik. Yer, içer, gülüşürler, sayısız doğum günü mumu üflerler, her toplantıdan sonra ölüme karşı sanki biraz daha direnç kazanırlardı. Fotoğrafları hâlâ oturma odamızın duvarında asılıdır. O kadar çok fotoğraf var ki çerçevelerin arasında bir parmak girecek yer bulamazsınız.İşte bu ailede annem, hastaneye yatacak ilk kadın olacaktı. Kuzinlerim doğum yapacakları zaman bile, insanlarda kuşkular uyanır diye hastaneye gitmezlerdi. Pek tabiidir ki annem epey bir sorguya çekildi; gitmemesi yolunda kandırılmaya çalışıldı; aile adının lekelenebileceği konusunda uyarıldı. Ama annem her şeye rağmen hastaneye yattı. Yanına da en büyük aile resmini götürerek. Fotoğraf aslında bir gazete kupürüydü ve büyük büyükannesinin kız kardeşlerini, Amerikan Uzun Ömür Cemiyeti'nin sloganını taşıyan gümüş bir kupanın etrafında otururken gösteriyordu. Resim altındaki açıklamada her birinin adlarına da yaş sırasına göre yer verilmişti.Annem evden perşembe günü ayrıldı. Kapıyı arkasından kapatmadan önce söylediği tek şey "Babanıza iyi bakın çocuklar" oldu. Babamı çok düşünürdü.Kız kardeşim "Nesine bakalım anne?" dedi. Kız kardeşim ve ben babamızla beraber evde kalacaktık ve elli beş yaşındaki bir adama nasıl bakılmasını gerektiğini doğrusu pek kestiremiyorduk. Annemizin gitmesine gönlümüz elvermiyordu. Evden uzaklaştıkça sanki narinleşiyormuş gibi geldi bize. Başına gelebilecek kötü bir şeyin sorumlusu biz olacakmışız gibi hissediyorduk. Yanlış yapacağımız her şey sanki ona acı verecekti.Annemin hastaneye yatışı en çok babamı etkiledi. Annemin bunu yapacağını ummuyordu. Hastaneye yatmadan bir gün önce bu olayın siciline işleneceğini hatırlatınca annemi bir hayli kızdırdı. Aslında kötü bir niyeti yoktu. Yalnızca annemin rahatsızlığının ne olduğunu öğrenmek istiyordu."Bir tür kadın hastalığı mı?" diye sordu.Annem öyle olmadığını, tahmin edebileceğinden bile çok daha önemsiz bir şey olduğunu ve bu nedenle de siciline işlenmesine gerek bulunmadığını söyledi.Babam "Niçin tahminde bulunmam gerekiyor ki? Niçin bana gerçeği söylemiyorsun?" dedi."Sandığından daha güçlüyüm ben" dedi annem. Noel iznini Ağustos ayında kullanabilmek için çok önceden talepte bulunmuştu."Sen gittiğinde ben ne yapacağım? Ya çocuklar? Ne düşünecekler sanıyorsun?" Babamın sesi evin içinde çınlıyordu."Onlar annelerinin bir şeyi olmadığını biliyorlar." Annem bana bakıp gülümsedi. O anda sokakta çamur birikintilerine girdiğim ve ayakkabılarımın kenarlarını kaldırıma silip temizlemek için geri gittiğim zamanlar geçti gözümün önünden. "Ayrıca bir kaç günlük yemeğinizi de yaptım."Annem, babama yatacağı hastanenin adını söylemeyince babam onu hastalığı konusunda samimi olmamakla suçladı. Ona "Seni bu derece huzursuz eden nedir?" diye sordu.Annem yanıt vermedi. Bunun üzerine babam bana dönerek "Annen kimseye benzemez" dedi.Annemin gittiğini söylediğimizde babam bütün hastanelere telefon etti ve izini Northern Memorial Hastanesi'nde bulmayı başardı. Ne var ki santraldeki kadın annemin numarasının kendisinde kayıtlı olmadığını söylüyordu."Oda numarasını biliyor musunuz?""Bu bilgiyi vermeye yetkili değilim.""Peki hastanenizin büyüklüğü nedir?""Hastanemiz otuz altı katlıdır efendim."Babam şok olmuştu. "Hangi sebeple yattığını biliyor musunuz?"Kadın bilmediğini söyledi.*Ertesi gün annem evi aradı ama ne oda ne de telefon numarasını verdi. İyi olduğunu, ziyaretçi ve çiçek istemediğini, odasında zaten diğer hastalara gelen çiçeklerden yer kalmadığını söyledi. Önceden gönderdiğimiz çiçeklerse daha sonra naylon bir poşet içinde geri geldi. Bir kenarına iliştirilen notta şu mesaj yazılıydı: 'Bunları oturma odasındaki büyük, sarı vazoya koyun ve içine ¾ oranında şekerli su doldurun.' Annem babamı da sordu. Babamın, numarasını vermediği için kendisine kızgın olduğunu ve konuşmak istemediğini söyledik. Annem derin bir iç geçirdi ve babamızın üzülmemesi için gayret göstermemizi istedi.Babam çok kızgındı. "Benimle konuşmayı istemedi bile, öyle değil mi?""Hayır; Sadece nasıl olduğunu sordu ve sana iyi bakmamızı tembihledi."Daha fazlasını öğrenmek istemedi. Annem tekrar aradığı zamansa paralelden konuştuklarımızı dinlemeyi ihmâl etmedi. Telefonun ses kesme düğmesine basıyor, böylelikle duyulmadan duyuyor, bir yandan annemin sorularına cevap yetiştirirken diğer yandan da annemin kendisini dinlediğini bilmediğini düşünerek kıkır kıkır gülüyordu.*Ara sıra annemin oda arkadaşlarından biri telefon ediyor, annemin meşgul olduğunu, yemeklerde taze sebzelere yer verilmesi için imza topladığını söylüyordu. Kadına ne dememiz gerektiğini bilemiyorduk. Ama annemizin ricasıyla aradığından bir şeyler konuşmaya kendimizi mecbur hissediyorduk.Ona niçin hastaneye yattığını sorduk."Böbreklerimden hastayım" dedi.Babam ses iletmeyen ahizeye bağırdı: "Ne? Böbreklerinden mi hastaymış?""Anneniz gerçekten çok iyi bir insan. Buradaki herkesle ahbap oldu.""Size nelerden bahsediyor?""Spordan, siyasetten filân.""Ona selâmımızı iletir misiniz?"Babam ise diğer taraftan "Ona başka böbrek hastalarıyla konuşmak istemediğimizi söyleyin" dedi.Annem kendisi telefon açtığında babamın nasıl olduğunu öğrenmek istedi ve "Babanız beni sık sık soruyor mu?" dedi.Koridorda duran babama baktım. Kulağında paralel, bacaklarını uzatıp yerde oturmuş, bizi dinliyordu. Eskiden gördüğüm bir resimdeki sevimli ayıya benziyordu.Bir gün babamı, annemin duvardan indirip hastaneye götürdüğü resmin şimdi boş olan yerine bakarken yakaladım."Bir şey eksik" dedi."Annem onu hastaneye götürdü."Babam beni duymamış gibi "Burada hiç erkek resmi yok" dedi.Baktım. Duvarda gerçekten de hiç erkek resmi yoktu. Annemin ailesindeki erkekler önemsiz şahsiyetlerdi. Onlar hakkında kimse, evlendikleri kişiler dışında bir şey bilmezdi. Bir iki çocuk sahibi olduklarında adeta ortadan kaybolurlardı. Oysa, örneğin annemin büyükannesi, evi yıkılması gerektiği zaman tutup kendi eliyle evini ateşe vermiş ve alevler evi tamamen sardığında ikinci kattan aşağı atlamış ve inanmayacaksınız ama seksen üç yaşındaki bacakları kendisini bir kedi çevikliğiyle sağ salim yere indirmiş. Benim büyük büyükannem ise Amerika'ya erkek bir denizci kılığında bindiği bir yük gemisiyle gelmiş. Üstelik daha Amerika'ya gelmeden kendisini ikinci kaptan yapmışlar."Kadınlar sanki ihtiyarlamak için yaşıyorlar" dedim."Bu aileyi sanki klonlayarak meydana getirmişler. Duvarda bir tek erkek resmi yok; ne de annenin resmi var."Baktım; resimlerdeki kadınların en genci 65'in altında olamazdı. "Belki annem yeterince yaşlı değildir" dedim.Babam, annemin bir resmini bulana kadar bütün evin altını üstüne getirdi. Bulduğu resim, annem arka bahçedeki domatesleriyle ilgilenirken çekilmişti. Doğrulmak üzereymiş gibi bir hâli vardı. Domateslerin üzerine eğilerek durduğundan mı nedir biraz garip çıkmıştı. Bir sebze reklâmı için fevkalâde bir poz olabilirdi bu. Fotoğraflar annemi ölümsüzleştiriyordu. Yanı başımdayken bile onu başka başka pozlarda hayâl edebiliyordum. Aklımda bu pozlardan oluşturduğum geniş bir albüm var. Annem her birinde ayrı bir poz veriyor bana.*Büyük büyükannelerim bize güveç ve tatlı getiriyorlardı. Komşular görüp de soru sormasınlar diye bunları karanlık çöktükten sonra getiriyorlar, kapının önüne bırakıp gidiyorlardı. Her ne kadar hastaneye yatışını onaylamasalar da öyle sanıyorum ki annemle haberleşiyorlardı. Bir tencere peynirli spagetti, üzerinde küçük bir zarfla eve geldi. Notta şunlar yazılıydı: 'Ben hiç rokfor peyniri kullanmam. Çok pahalı oluyor. Köy peyniri hem aynı kalitede hem de daha ucuz. Ama eminim onlar bunu bilmiyorlar. A.' Oturup spagettiyi bir güzel hâllettik. Tabaklarda kalanı da yalaması için köpeğe verdik. Fakat tabaklarda pek bir şey kalmamamıştı; bu yüzden babam biraz kızdı."Tanrı aşkına söyler misiniz bu köpek bir şey yemeden nasıl yaşayacak?" diye bağırdı.Stres altında olduğu belliydi. Annemle telefonda konuşmaya hâlâ yanaşmıyordu. Ama artık elimize bazı sorular tutuşturuyor, doktorların kadın mı erkek mi olduğunu, yaşlarını, odasını kaç hastayla paylaştığını, günde kaç öğün
yemek yediğini vs. öğrenmek istiyordu. Kimi zaman telefonu kapattıktan sonra saatlerce ahize kulağında öylece oturuyor, yanından geçecek olursam bacaklarını uzatıp yolumu kesiyor ve yeni yeni sorular soruyordu.*Annem bir sonraki telefonunda iki-üç gün arayamayabileceğini, küçük bir ameliyat geçireceğini, her şeyin yolunda olduğunu ve endişelenmek için bir sebep bulunmadığını söyledi.Babam bunu duyunca az kalsın paraleli duvardan koparacaktı. Ahizeye adeta kükrüyordu. "Hani ciddi bir şeyin yoktu? Derhâl eve döneceksin! Duyuyor musun?" Annem, babamın mutfağı inleten sesini duyabiliyor ve bağırarak yanıt veriyordu. "Ben iyiyim Frederick; doktorlar yalnızca biraz çekidüzen verecekler bana." Babamın bağırması dinince bize "Babanıza iyileşeceğimi söyleyin çocuklar" dedi.Babam buna inanmadı. Hastanelerle ilgili duyduğu bütün korkunç hikayeleri anlattı bize:"Savaş sırasında esir bir Polonyalı general varmış. Öyle hâlsizmiş ki yemek bile yiyemiyormuş. Bir ay içinde tanınmayacak kadar küçülmüş. Hastanede neredeyse açlıktan ölecek duruma gelmiş. Ülke dışına çıkabilmesi karısına bağlıymış. Kadın onu battaniyelere sarmış ve bir bebek arabasına koyup sınırdan geçirmiş."İkimiz birden sorduk."Ne yâni; kadın adamı bebek kılığına sokmuş da kimse anlamamış mı?""Bebek gibi göründüğünü de nereden çıkardınız? Altmış yaşındaki bir adam bebek gibi olabilir mi hiç? En önemli noktayı gözden kaçırıyorsunuz.""Peki bunun annemin ameliyatıyla ne ilgisi var?"Kardeşimle ben aptalmışız gibi kafasını salladı babam.*Ameliyat günü babamı duvardaki boş yere bir fotoğraf asarken buldum. Yüzünde anlamsız bir ifade olan, kahverengi paltolu ihtiyar bir adamın fotoğrafıydı bu.Kız kardeşim "Kim bu?" diye sordu."Amcam Jack. 87 yaşında öldü.""O kadar da uzun yaşamamış.""Annenin ailesine göre öyle. Zaten annenin akrabalarından hiç biri ölmüyor ki. Benim akrabalarım ise genç ölüyorlar.""Genelde hangi sebepten ölüyorlar?""Bunun konuyla alâkası yok." Cüzdanından annemin bir resmini çıkarıp kenarlarını düzeltti ve bir aile toplantısı resminin kenarına iliştirdi. "Hem de hiç yok." Resim bir gazeteden kesilmişti. Resimde annem bir otoyolu bölen ara şeritte, antenine beyaz bir bayrak bağladığı bozuk Volkswagen arabasının yanında duruyordu. Fotoğraf o yılın en felâket
trafik sıkışması sırasında bir helikopterden çekilmiÅŸ. Annem de tesadüfen tam fotoÄŸraf çekildiÄŸi anda yukarı bakıp helikoptere el sallıyormuÅŸ. Resimde tanıyabileceÄŸimiz kadar büyük çıkmış. Biz de kesip sakladık."Bütün bunların annemin ameliyatıyla ne ilgisi var baba?""Bu resmi sevmiyor musun?""Bunun konuyla alâkası yok baba.""Evet; bence de yok."*Annem eve bir cumartesi günü geldi. Evin önünde karatavuklar, akÅŸam bahçeye serptiÄŸimiz pizza kırıntılarını kapmaya çalışıyorlardı. Annem çimenlerin üstünde yürüyüp kuÅŸları kaçırdı; sonra da kırıntıları toplayıp eve getirdi. Elinde tuttuÄŸu kırıntıları sallarken bize doÄŸru "Bunca zamandır neler yiyordunuz siz böyle?" dedi. Babam elinden tutup onu bir kanepeye oturttu. Boynunda uzun, kırmızı bir yara izi vardı.Babamın aÄŸzından tek kelime çıkmıyordu. Böyle bir ÅŸey daha önce hiç başımıza gelmemiÅŸti. Bu ailenin ilk yara izi ve bir devrin sonuydu.Nihayet sordu: "Canın acıdı mı?"Annem ayaÄŸa kalkıp aynanın yanına yürüdü. Yara izi boynunun tam ön tarafında yer alıyordu. Fakat başını arkaya yatırmazsa görülmesi mümkün deÄŸildi. Gözlerini aynadan ayırmadan yavaşça başını öne eÄŸdi. Parmaklarını mavi-kırmızı renkli yaranın üzerinde bir aÅŸağı bir yukarı gezdirdi.Babam sordu: "Canın ÅŸimdi acıyor mu?""Hayır." Başını çevirdi ve Jack Amca'nın duvarda asılı resmini gördü. "Bu kim?"Babam yanıt verdi: "Hiç kimse.""Öyleyse duvarda ne iÅŸi var?"Kız kardeÅŸim "Bebek gibi giydirilmiÅŸ bir adam" dedi.Babam bağırdı: "Bebek gibi giydirilmiÅŸ filân deÄŸil o. Bebek arabasının onunla bir ilgisi yok."Babam, kendi resmini henüz fark etmiÅŸ olan anneme döndü yine. Annem resmi indirip bir ansiklopedinin arasına koydu.Babam tekrar sordu: "Canının yanmadığından emin misin?"Annemi rahat ettirmek için çok çalıştık. Uzun uzun uyudu. Babam mekanik bir hasta yatağı kiralayıp oturma odasına yerleÅŸtirdi. Ayakucunu sırayla kaldırıp indiriyorduk. Boynunun iyi olduÄŸunu söylemeye devam etse de yatağın baÅŸ tarafını hareket ettiren düğmeyi hiç ellemiyorduk.Annem bir sonraki aile toplantısından söz etmeye baÅŸlayıp bu seferki fotoÄŸraflarda yer almaya niyetli olduÄŸunu söylediÄŸinde iki büyük büyükannem gelip annemin fikrini deÄŸiÅŸtirmeye çalıştılar. Mekanik yatağı gördüklerinde kibarca baÅŸlarını yana çevirmiÅŸlerdi."Daha saçların bile aÄŸarmamış" dediler. Jack Amca'nın resmini görünce biraz yüzlerini buruÅŸturdular.Annem "Resimde ben de yer almak istiyorum" dedi."Gladys Teyze senin ölmüş ve çoktan gömülmüş olduÄŸunu sanıyor." İç çektiler. "Boynun rahatsızlık veriyor mu?"Annem 'hayır' anlamında başını salladı.Resim iki ay sonra oturma odamızın duvarındaydı. Jack Amca aÅŸağı indirilmiÅŸ ve annem ondan boÅŸalan yeri almıştı. Yakası fırfırlı mavi bir bluz giymiÅŸ, boynundaki yara izi tamamen görünmez olmuÅŸtu. Resimde yandan çıktığı için gerçekten poz mu verdiÄŸi yoksa kazara mı makinenin önüden geçtiÄŸi pek açık deÄŸildi. Ama çok güzeldi. Ben ve kızkardeÅŸim onu uzun zaman hep maviler içinde hayâl ettik.Gladys Teyze mumlar üflendikten sonra gelmiÅŸti. Annemin kolunu tutmuÅŸ ve "Senin öldüğünü ve çoktan gömüldüğünü sanıyordum. Neyse; çok şükür yaşıyorsun" demiÅŸti.Yara izi zamanla rengini bütünüyle yitirdi ve annemin teninde bir kırışık biçimine dönüştü. Doktorlar kendisine araba kullanmamasını söylemiÅŸler. Boynun arkasındaki kemikler hiç bir zaman eski gücüne kavuÅŸamayacakmış. Annemin bu hastalıktan ölmeyeceÄŸini anlamam için uzun yıllar geçmesi gerekmedi. Geceleri hâlâ yatağımın baÅŸucuna gelir ve bana üzülmememi söyler. Ne zaman evden dışarı çıksa ya da arabayı garajdan çıkarsa, kendi kendime, annemin öteki annelerden daha güçlü olduÄŸunu söylerim.Onu otoyolda araba kullanırken görüyorum. Bana el sallıyor. YüreÄŸim göğsümde büyüyor. Derken, önündeki arabaya çarptığını görüyorum. Boynu bir oraya bir buraya gidip geliyor. Annem! Bir araba, yolu bölen bariyeri aşıp anneme…Hayır! Yalnızca önemsiz bir kaza. Annem iyi. Hiç bir ÅŸeyi yok. Ä°ÅŸte annem bariyerlerin arasında duruyor. Enkazın içinden saÄŸ salim çıkmış. Parmağıyla otostop iÅŸareti yapıyor. Biliyorum; annem kolay gidecek kadın deÄŸildir. Geçen araçlardan hiç biri yanına bile yaklaÅŸmıyor. Ama ÅŸimdi birisi camını indirip kendisini evine götürmeyi teklif edecek. Annem yine el sallıyor. Helikopter alçalıyor. Bir resim daha çekiyor; sonra bir daha, bir daha; ta ki annem sıradan bir otoyoldaki normal bir kadına dönüşene kadar. Boynunda en küçük bir çizik bile yok. Arabalar her iki yönde süratle geçip gidiyorlar. Ve iÅŸte annem yatağımın baÅŸucunda. Karanlıkta sırtıma koyduÄŸu elleri beni sakinleÅŸtiriyor. Huzur içinde uyuyabiliriz artık çünkü biliyorum ki benim annem ölümsüz. Ä°ÅŸte otoyolda; iÅŸte avluda; iÅŸte bahçedeki domateslerinin üzerine eÄŸilmiÅŸ. Ne zaman ihtiyacım olsa onu yanı başıma getirebiliyorum.JULIE SCHUMACHER (Çeviri: Levent GÖKTEM) - 12 Temmuz 2000, ÇarÅŸamba Â
button