Güncelleme Tarihi:
Elele dergisine konuşan Gülşen, "Ben çok yoğun bir aidiyet duygusu geliştirmedim. Turne zamanı bu araç benim küçük dünyam haline geliyor ve buraya sadece 'canım' dediğim insanları alıyorum" dedi.
Onlar sürekli hareket halinde... Kimi iş seyahatinde, kimi keyif gezintisinde; ama hep tekerlek üstünde. İstasyonlarda, havaalanlarında, asfalt yollarda, evde oldukları zamandan çok daha fazla vakit harcıyorlar. Bir modacı, bir oyuncu, iki müzisyen ve bir çizer, iç dünyalarını bağdaştırdıkları taşıtlar üzerinde Elele objektifine poz verdiler, bu kez çok uzağa gitmeden "uzaklar"la ilişkilerini kelimelere döktüler.
GÜLŞEN: Aidiyet duygum yok
Sürekli seferi gibi geziyorum. Şarkı söyleyebildiğim sürece her şeye, her yere uyum sağlayabilme kabiliyetim var. Çok küçük yaşlardan beri sadece şarkı söylemeyi kafaya koyduğum için çok yoğun bir aidiyet duygusu geliştirmedim. Her gün başka yerde olmaktan, hatta aynı gün üç farklı şehirde olmaktan çok mutluyum. Vakitsizlikten otomobilin içinde giyinmek, hatta makyajımı ve saçımı orada yaptırmak zorunda kaldığımı dahi bilirim. Neyse ki etrafımda benim aynam olan insanlar var, onların sayesinde kötü bir deneyimim olmadı bugüne dek. Turne zamanı bu araç benim küçük dünyam haline geliyor ve buraya soktuğum insanlar da "canım" diye tanımladığım, benim içimi bilen ve bana derinden inanan insanlar olmalı. Ancak böyle beslenebiliyorum. Buraya beni gerçekten seven, inanan ve içimi bilen insanlar girebilir, başkasını sokmam.
Yüzümde tebessümle hatırladığım bir yolculuğum, güzel bir anım var trenle ilgili. Annemlerle beraber Paris’ten çıkıp İtalya’nın güneyine kadar gitmiştik, İsviçre’de birkaç gün geçirmiştik. Dolayısıyla ailemle geçirdiğim çok mutlu bir dönemin sahnesi oldu tren, trene dair ilk anım da bu yolculukla ilişkili. Trenin ve tren yolculuğunun benim için melankolik, depresif bir imajı yok, belki de çocukluğuma ait güzel bir anım olduğu için böyle hissettiriyor. Bana hep kahkahayı, mutluluğu hatırlatır. O daracık alanda çok konforlu değilsinizdir ama mutlusunuzdur. Aynı zamanda çok terapatik bir şey tren yolculuğu. Doğayı izlersiniz, değişen şehirleri, dokuyu izlersiniz. Nuri Bilge Ceylan’ın "Üç Maymun"una gittiğimde çocuğun trenden kafasını çıkarma sahnesini düşünüyorum, işte bunu her zaman yapmak istemişimdir. Özgürlük ve mutluluk duygusunun birleşimi... Türkiye’de birkaç defa İstanbul-Ankara gece trenine bindim. Konforsuz bir tarafı var elbette ama yolculuk dediğiniz zaten konforlu bir şey değil ki... Trene de binseniz, çok lüks bir uçağa da binseniz yolculuk yolculuktur. Trenin o "değişmezlik" özelliğini çok seviyorum, önceden kestirilebiliyor olmasını. Seyahatlerin öteki biçimlerinde hep sürprizlerle karşılaşırsınız ama tren buna izin vermez.
ENGİN ALTAN DÜZYATAN: Özgürlüğün ifadesi
EMRE ALTUĞ: Çağla’ya bir şey olur diye korkuyorum
Çocukluk yaşlarımdan beri vardı motor merakım... 16 yaşıma bastığımda babam güzel bir sürprizle çıkageldi karşıma;
ALPAY ERDEM: En güzel icat
Bisiklet kullanırken kendimi gerçekten çok iyi ve özgür hissediyorum kendimi. Zihnim açılıyor. Lombak ve Penguen dergilerindeki köşelerimin, sayfalarımın, stand-up gösterimin konularının birçoğunu bisiklet üzerindeyken buluyorum. Bu nedenle de bisiklet kullanırken, mütemadiyen gülüyorum. Ruh hastası gibi göründüğümü çok iyi biliyorum. Şehirler arası bisiklet yolculuklarımı hiçbir şeye değişmem. Altıntaş-Dumlupınar arasını unutamam. Cennetin içinden geçtiğimi düşündüm. İflah olmaz bir kuşsever olarak, tarifsiz bir coşkuyla tepemde uçuşan, ötüşen, dünyanın en güzel, en renkli kuşlarının arasından, dünyanın en güzel icadıyla geçtim. Ben galiba her şehirler arası bisiklet yolculuğumda, o sürprizli gizli cennetleri arıyorum.