Güncelleme Tarihi:
Esenler'deki Mehmet Akif Ersoy İlkokulu’nda öğretmenlik yapan sınıf öğretmeni Ahmet Naç sıradan bir sınıftan gökkuşağı yarattı.
“EĞER FEDAKARLIK YAPMIYORSAK SIKINTI VAR DEMEKTİR. BENCE BAŞKALARI SIRA DIŞI!"
“Israrla ve ısrarla şunu söylemek istiyorum: Ben sıra dışı bir öğretmen değilim! Ben geleneksel anlayıştan kurtulmuş bir öğretmen de değilim! Ben çok çok öncesine ait bir öğretmenim… Benim fedakarlık yapmam, tatilimde çalışmam insanlara sıra dışı gelmemeli. Asıl yapılması gereken bunlar. Atatürk’ün bir sözü var, özellikle bugün Öğretmenler Günü’nde çok paylaşılır: “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” Peki Mustafa Kemal’in bu cümlenin ardından söylediklerini biliyor musunuz? “Eserinizin kıymeti yaptığınız fedakarlığın derecesi ile orantılı olacaktır.”
Zamanında öğretmenlere bu şekilde tavsiyede bulunmuş Atatürk’ün cumhuriyetinde bir öğretmen olarak fedakarlık yapmamdan daha doğal hiçbir şey yok. Eğer fedakarlık yapmıyorsak bir sıkıntı var demektir. Ben normalim. Bence başkaları sıra dışı!
Ben tavsiyelerin hepsini başöğretmenimden aldım ve onu uyguluyorum: “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Benim sınıfıma baktığınızda o sanatı görürsünüz. “Benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi tercih edin.” Bu söz üzerine okuyup araştırmamdan daha doğal ne olabilir?”
“SINIFIM BUZ DAĞININ GÖRÜNEN KISMI”
Ahmet Öğretmen, sınıfında yaptığı değişiklik sonrası gelen tepkileri ise şu sözlerle anlatıyor: “Her insanın içinde bir çocuk vardır derler. Hayalleri, umutları vardır. Sonra dünyanın gerçekleriyle tanışınca biz o çocuğu kaybederiz. Belki de benim sınıfımı gördüklerinde içlerindeki o çocuk bana seslendi. İnsanlar çok etkilendi görsellik açısından ama sadece görsellik olarak tanımlanmaması gerekir. Görsellik buz dağının görünen kısmı. Orada görülen hiçbir şey süs değil, her parçanın bir amacı var. Sınıfımın 10’da 9’u öğrencilere ait. Bana ait olan kısım sadece öğretmenler masasıdır. Benim görevim onlara o zemini oluşturmaktı. Bundan sonra öğrencilerim o panolara, duvarlara, kitaplığa daha fazla sahip çıkacaklar. Benim burada verdiğim mesaj: 'Sizin yaptığınız çalışmalar benim için çok değerli. Onları atmayın, çantalarınızda saklamayın. Bitirince sınıfa asın.'”
“ÇOCUĞA SUS DEMEK ONUN GELİŞİMİNE İHANETTİR”
“İlkokul öğrencilerinin enerjilerini düşürmeye, onları susturmaya çalışırız. Ama bu çok yanlış. Çocuklar yorulmazlar. Onların enerjilerini kullanmamak, böyle bir sınıf yapmamak zaten çocukların tabiatına aykırı. Mesela benim sınıfıma girenler şaşırır; ‘Ne kadar sessiz bir sınıf diye’ . Oysa benim sınıfıma girdiğinizde konuşmak serbesttir. Öğrenciler, birbirlerini rahatsız etmeden fısıltıyla konuşurlar. Çocuklara ‘Sus, konuşma!’ demek onların iletişimini zayıflatır. Çocuk gelişimine ihanettir.
“OKUMA YAZMAYI ÖĞRENMEK DEĞİL, OKUMA ALIŞKANLIĞI KAZANMAK ÖNEMLİ”
Biz tüm enerjimizi çocuğa okuma yazma öğretmekle harcıyoruz. O çocuk illa ki okumayı öğrenecek. Bir ay önce veya bir ay sonra. Önemli olan çocuğun okuma alışkanlığı kazanması.
Size bir örnek vereyim. İkinci sınıflarda hayat bilgisi dersinde Atatürk’ün hayatını işleyecektik. Çocuklara 'Araştırın, okuyun, gelin derste tartışalım' dedim. Klasik bir girişle başladık derse. Atatürk 1881’de doğdu, annesinin adı, babasının adı, okuduğu okullar vesaire… Birden iş değişik bir hal almaya başladı. Bir öğrencim dedi ki 'Atatürk’ün babası gümrük memuruymuş' Ben içimden dedim, 'Kitaplar ne kadar ilerlemiş. İlkokul ikinci sınıfta çocuklara bu bilgiler anlatılıyor'. Başka bir öğrencim 'Atatürk’ün ayakkabı numarası şu' dedi. Öbürü kalktı, 'Öğretmenim boyu 1.70' dedi. Bir başkası kalktı: 'Atatürk’ün 2 tane atı var, 5 tane köpeği var' diye ekledi. Kendi aralarında tartışmaya başladılar. Ben sustum hatta önce kamera şakası sandım. Sonra arka sıradan bir öğrenci 'Hatta Atatürk şöyle bir mektup yazmış' dedi. Ön sıradan bir öğrencim, 'Evet ben de onu okudum' dedi. İşte ben o an anladım. Okumuşlar, okuma alışkanlığı kazandıkları için benim bu yaşımda duymadığım bilgileri kazanmış oldular.
ANNE VE BABALARA ALTIN TÜYO: “ÇOCUĞUNUZUN YAPTIĞI HER İŞTE BAŞARILI OLMASINI İSTİYORSANIZ…”
Okuma alışkanlığı kazanmada kritik nokta şu: Eve gittiğinde ne olacak? Çocuk, eve gittiğinde ailesinin kitap okumak yerine televizyon izlediğini görürse benim okulda uğraş vermem hiçbir işe yaramaz. Buradan ann- babalara altın bir tüyo veriyorum: Eğer çocuğunuzun işinde çok üst seviyelere gelmesini istiyorsa, okuma yazmayı boş versinler. Çocuk elbet öğrenecek. Evlerinizin içine bir kitaplık yapın. Kitaplığın bir bölümünde babasının kitapları, bir bölümünde annesinin kitapları ve diğer kısımda da çocuğun kitapları olsun. Akşam televizyon izlerken, reklam arasında açın kitap ya da gazete okuyun. Çocuk merak edip yanına gelecek ve bir süre sonra kitap okumanın önemli bir şey olduğunu zihnine kazıyacak. Daha sonra bırakın okuduğu kitapları kitaplığın kendisine ayrılan bölümüne koysun. Bitti. Artık bu çocuğu tutamazsınız!
“GÜÇLÜ ANNE EĞİTİMİ ÇOK ÖNEMLİ”
Her şeyden önce yapılması gereken bir şey var. Mustafa Kemal Atatürk, 1916’da günlerce süren muharebenin sonunda zamanın Kurmay Başkanı İzzettin Çalışlar’la haklardan bahsederken ilk maddeleri şudur: Muktedir ve aile hayatına vakıf valide yetiştirmek. Yani güçlü anne eğitimi. Günümüzde anne ve çocuk eğitimi Avrupa’da çok popüler. Türkiye’de ise çocuk yetiştirmede çok büyük sorun yaşıyoruz. Örneğin, çocuk bir problem yaşadığında o problemi annesi babası çözmeye çalışıyor. Hayatlarıyla ilgili hiçbir kararı çocuk kendisi veremiyor. Ben çocukları ailelerinden kurtarıyorum. Ailelerin kitap almasını bile yasaklamıştım çocuklara. Harçlıklarından para biriktirip, eksik olduğu dersin kitaplarını kendileri almayı öğrendiler. Unutmayın, hayatını planlamayı bilmeyen çocuk ileride sudan çıkmış balık gibi olur.”