Vista, Tahran Deklarasyonu’nun ardından politikanın nabzını tutmak için gittiğimiz İran’da, karşılaştığımız farklı seslerden sadece biri... Tam 10 gün kaldık bu gizemli ülkede. Halkın, yıllardır süren ve İran’ı sürekli ambargo kıskacında bırakan nükleer tartışmalardan bıkmış olduğunu, özgürlük mücadelesinin farklı formlarda sürdüğünü gördük...
KOZMETİK KRALİÇESİ
‘Şaşırtan İran’ yazı dizisinde, İranlı kadınların makyajla baskıya nasıl baş kaldırdığına, dans yasağına rağmen gençlerin konser vermek için nasıl mücadele ettiğine, estetik ameliyat patlamasına, uyuşturucu alemlerine, 30 yıldır ilk kez bu kadar yoğun gerçekleşen grevlerin öyküsüne, yani İran’ın dışarıdan görünmeyen, gösterilmeyen yüzüne şahit olacaksınız.
Kozmetik Kraliçesi Vista Bavar’ın şu an yaşadığı hayat, bilinen İran’a ait izler taşımıyor. Havuzlu evinde, bize bikinisiyle poz verirken “Başınız derde girmesin” diye endişeleniyoruz. Yanıtı net: Ne olacaksa olsun, umrumda değil... Ofisinde de manzara aynı. Birbirinden çekici, bol makyajlı İranlı genç kızlar, gelişmiş bir Batı ülkesini aratmayan bir ortamda çalışıyor. Başlarından, saçlarını belli belirsiz örten, örtmekten çok şık bir aksesuvar görevi üstlenen ipek şallar sarkıyor. Yüzler gülüyor. Vista, İranlı kadınların, açıkta kalan tek yerleri olan yüzlerine abartılı makyaj yaparak sisteme tepkilerini ve özgürlük çığlıklarını dışa vurduklarını söylüyor. Bu sessiz çığlık, Tahran’ın her köşesinde yüzümüze çarpıyor.
Devrimden sonra yapılan modern tower’lar ağırlıklı olarak başkent Tahran’ın kuzeybatısında. Devrimin zenginleri, içine yüzlerce dairenin sıkıştırıldığı bu görkemli binalarda oturuyor. Gökyüzüne erişmeye çalışan binalar, devrimin güç göstergesi gibi...
Kentin merkezinden Al Borz Dağları’na uzanan mahallelerdeyse eski üst sınıf ikamet ediyor. Bu mahallelerden birinde, zamanında tamamen modern bir zevke göre dizayn edilmiş küçük bir apartmandayız. Tahran taşıyla kaplı eski bir havuza bakan avluda bizi İran’da bir imkansızı başaran ve kozmetik ürünler satan Vista Bavar (45) karşılıyor. Devrimden bir süre sonra Paris’e kaçmış, ardından New York’ta çalışmış ve şimdi ise ne pahasına olursa olsun anavatanına ve epeyce hüzünlü görünen evine dönmüş olan Vista’nın hikayesi, aynı zamanda İran’ın, özgürlük savaşını kaybetmiş ama küllerinden yeniden doğmaya çalışan bir kitlenin de hikayesi...
İran’da değişimin kadınlar üzerindeki bedeli çok ağır. Hikayesi oradaki her kadın gibi iç burkucu, ancak onun her şeye rağmen sürdürdüğü sessiz direnişi, tüm kadınlar için göğüs kabartıcı. Vista çocukluğunda yaşadığı devrimi anlatıyor:
İRAN’DA TAMAMAN AVRUPAİ BİR ÇOCUKLUK DÖNEMİ“Gerçekten muhteşem bir çocukluk geçirdim. Ailem Şirazlı ve Kaşhanlı ama ben Tahran’da doğup büyüdüm. Ailem, liberal ve açık fikirliydi. Çok geleneksel İranlı aileler de var ama benim ailem oldukça Avrupai’ydi. Devrime kadar uluslararası bir okula gittim. Devrimden önce kızlar ve erkekler beraber okuyordu. Sonra sınıflarımız ayrıldı. Erkek arkadaşlarımızla görüşmemiz, konuşmamız yasaklandı. Bu süreçte bizim tek özgür olduğumuz yer evlerdi. Arkadaşlarımız bizim eve geliyordu, burada görüşebiliyorduk. Bir kız kardeşim var. Çocukluğumuzda her şeye sahiptik; devrimden sonra da piyano, resim ve hatta binicilik dersleri almaya uzun süre devam ettik. Evimde bana hiç bir kısıtlama getirilmedi.
Babam Tahran’ın en popüler erkeklerinden biriydi. O zamanlar burada bir country club vardı. Orada zaman geçirirdi. Avcıydı, aynı zamanda edebiyatla da yakından ilgiliydi, bazen şiirler yazardı. Son derece sportmendi. Bize yüzmeyi, kayak yapmayı o öğretti. Annemle evlenince elbette biraz sakinleşmek zorunda kalmış... Annem kıskanç bir kadındı. Hatta hiç unutmuyorum, babamın albümlerindeki eski kız arkadaşlarının fotoğraflarını kesmişti. Annem için de, tam bir halkla ilişkiler uzmanıydı diyebilirim. Gezmeyi, evimizde partiler vermeyi, insanlarla bir arada olmayı çok severdi. Bizi insan ilişkileri konusunda çok güzel eğitti. Çok açık fikirliydi.
FEMİNİST İRAN’DAN KARA ÇARŞAFA GEÇİŞ
Aslında düşünüyorum da o zamanlar İran, deyim yerindeyse çok kadınsıydı, hatta oldukça feminist bir atmosfer vardı. Annem bize erkeklere bağımlı olmamayı, kendi ayaklarımız üzerinde durmayı öğretti. Bu nedenle dünyanın neresine gitsem her zaman kimseye bağımlı olmadan yaşamayı başardım. Babamın adı Daryuş’tu. Daryuş, eski Pers İmparatorluğu krallarından birinin adı. Annemin adı da Pervane. Farsça’da kelebek demek. Bu isim aslında anneme çok yakışıyordu. Annem tam bir sosyal kelebekti.
Devrim olduğunda 10-11 yaşlarındaydım. Çok zordu. 1980 yılında yurtdışından tatilden dönüyorduk. Biz yoldayken annemin bazı arkadaşları aradı ve savaş çıktığını, Tahran’a dönmememiz gerektiğini söyledi. Biz Tahran’a indik. Havaalanından ayrıldıktan iki saat sonra havaalanı bombalandı. Beş yıl boyunca havaalanı kapalı kaldı.
KİBARCA YAPILAN UYARILAR KISA SÜREDE BASKIYA DÖNÜŞTÜ Bizim için devrimle beraber gerçekleşen tüm bu değişim çok tüyler ürperticiydi. İyi bir semtte oturuyorduk. Akşamüstleri daha önce sık sık kız kardeşim ve arkadaşlarımızla birlikte bisiklete binerdik. Devrimden sonra sokaklarda dolaşan devrim muhafızları bizi kibarca uyarmaya başladı. Mesela, “Bacılar, bisiklete binerken lütfen daha uzun etek, üzerinize daha uzun tunik giyin” diyorlardı. Yani yasaklar büyük bir kibarlık, nezaketle başladı. Sonra okullar açıldı. Okula giden öğrencilerin okulda ve çalışanların işyerlerinde başörtüsü takması gerektiği söylenmeye başlandı. Annem bir petrol konsorsiyumunda çalışıyordu. Şanslıydı aslında, devrimden kısa bir süre sonra emekli oldu ve başörtüsü takmak istemediği için de iş hayatına son verdi. Annem bu yeni kurallara karşı çıkan kadınların başında geliyordu. Başörtüsü zorunluluğuna karşı pek çok eyleme katıldı.
Neyse, okula giderken başımızı örtmeye başladık. “Okula giderken takarız, okuldan çıkınca nasılsa yine başımızı açarız” diye düşündük ve fazla üzerinde durmadık. Sonra başımızı sokaklarda da örtmemiz gerektiği söylendi. Devrim muhafızlarının bir alt kolu olan Besiç gibi pek çok grup bizi sokaklarda başörtüsü takmamız gerektiği konusunda tehdit etmeye başladı. Yine dert etmedik, “Bu adamlara uğraşacağımıza sokakta da başörtüsü takarız, evlerimizde açarız” diye düşünmeye başladık bu sefer. İşte ufak ufak buna da alıştık. Başörtüsünden sonra sıra kıyafetlere geldi. Daha uzun tunikler giyilmesi gerektiği konusunda kadınlar sokaklarda uyarılmaya başlandı. Bu da bitti, sıra renklere geldi. Renkli başörtüleri, renkli tunikler yasaklandı. Hatırlıyorum, Batılı bir giyim tarzı olduğu için kot pantolonlar devrimin ilk yıllarında yasaktı.
HER ŞEY BİR ANDA SİMSİYAH OLDUDüşünsenize, ben o zamanlar 13-14 yaşlarındaydım. O yaşlarda nasıl göründüğünüze çok önem verirsiniz. Devrimden sonra özel okullar yasaklandı. Herkes kendi bölgesindeki devlet okuluna gitmek zorunda kaldı. Tabii tüm sosyal sınıflar okullarda bir araya geldi. Okula giderken kot pantolon üstüne uzun manto giyiyorduk. Evimizde kot pantolonun üstüne takmak için dizden lastikli kumaşlar diktik. Okula girerken bunları kotlarımızın üzerine takıyorduk, okuldan çıkınca onları çıkarıyor ve kotla kalıyorduk.
Çok zor yıllardı. Devrimden sonra renkler gitti, her şey siyah oldu. Bir keresinde ‘Joran Caddesi’nde Batı kıyafetleri satan bir dükkan açılmış’ diye bir söylenti çıktı. Tahran’da hiç bir şey kalmamıştı, hepimiz koşarak Jordan’a hücum ettik. Bir anda dükkanı silahlar ve mitralyözlerle devrim muhafızları bastı ve kıyafet satın alan insanlar tutuklandı. Makyaj da yasaktı. Okulda rimel sürdük mü diye kontrol etmek için tek tek kirpiklerimize bakarlardı. Evlenmeden kaşımızı almamız da yasaktı. Tek tek kaşlarımızı kontrol ederlerdi. Renkli bir şeyler giyerseniz hemen sokakta devriye gezen ve komite denen özel polis ekipleri tarafından sert bir şekilde uyarılırdınız. Artık ilk yıllardaki kibarlık kalmamıştı... Yıllarca İran baştan aşağı siyahtı. Avrupa’ya gittikten sonra da çok uzun yıllar siyah hiçbir şey giymedim.
DEVRİM BİZE ÖNCELERİ BİR OYUN GİBİ GELDİ
Tabii çok zor yıllar ama ironik bir biçimde ben yine de çok eğlendim. Çünkü gençsiniz ve bir isyan etme duygunuz var. Evlerde düzenlenen partilerin yasak olması daha cazipti. O yaşlarda ailenizden gizli pek çok şey yaparsınız ve bu size bir tür zevk verir ya; bizler hem ailemizden hem de devletten bir şeyler saklıyorduk ve bu bize son derece heyecan veriyordu.
Evlerde bir araya geliyorduk, zaten gençtik; parti dediğimiz toplantılarımızda ne uyuşturucu ne de içki vardı. Ama gene de bazen bu partiler devrim muhafızları tarafından basılırdı ve muhafızlar kaçmaya çalışan arkadaşlarımıza ateş ederdi. O dönemde her türlü müzik yasaklanmıştı; yerli ya da yabancı fark etmez... Kayağa giderdik ve walkmenleri montumuzun içine saklar, kulaklıkları başörtümüzün içinden geçirirdik. Yasak olmasına rağmen kayak yaparken gizli gizli müzik dinlerdik. Aslında bu bayağı tehlikeli bir işti. Arabaları tek tek kontrol ederlerdi. Arabanızda sözsüz bile olsa sadece müzik kaseti olduğu için ya da üzerinizde video
film bulunduğu için tutuklanıyordunuz.
Ben 16-17 yaşlarındayken, annem öldü. Annem, filmlere çok meraklıydı. O zamandan iş kadını olacağım belliymiş sanırım çünkü annemin film kasetlerini el altından kiralamaya başladım. Böylece kendi harçlığımı kazanıyordum.
AHMEDİNEJAD İLE HER ŞEY SİL BAŞTANYıllar sonra ilk kez İran’a döndüğümde Hatemi dönemiydi ve çok şaşırmıştım. Rejim çok rahatlamıştı. Pazar açılmış, yabancı markalar İran’a gelmeye başlamıştı. Sokaklarda renkli kıyafetlere izin veriliyordu. Kadınlar kısa pantolonlarla, renkli mantolarla gezebilmeye başlamışlardı. Mesela otomobilde giderken başörtüm düşüyordu, korkuyla geri takıyordum, arkadaşlarım, “Aman boşver birşey olmaz” diyorlardı. Açık havada konserler veriliyordu. O zaman, “Vay canına İran gerçekten değişmiş” dedim. Hevesle vatanıma yeniden taşınma kararı aldım. Ama bendeki şansa bakın; ben Tahran’a yerleştim, iki ay sonra cumhurbaşkanlığına Mahmud Ahmedinejad seçildi. Ondan sonra her şey yeniden sil baştan...”
KAPILARIN ARDINDA NEW YORK HAVASIVista, Ahmedinejad’la birlikte Hatemi döneminde gelişen özgürlük ortamının yeniden tersine döndüğünü söylüyor. Ama pek çok İranlı gibi, kendi liberalizmini özel alanına taşımış. Şimdilik onun hayat tarzına İran’da yalnızca yüksek duvarlar ardında izin var. Vista’nın evine girer girmez, kendimizi Avrupa’nın herhangi bir kentinde hatta daha da kozmopolit bir yerde hissediyoruz. Salonun duvarları son derece kışkırtıcı bir renk olan kırmızıya boyanmış; chill out tarzı müzik evin içinden havuzlu bahçeye taşıyor. Sohbetimiz boyunca Vista oldukça rahat. Ailesinin fotoğraflarını bizimle paylaşmakyan hiç çekinmiyor, tüm yaşayıp gördüklerini bir bir anlatıyor. Ne bikinili fotoğraflarının ne de anlattıklarının yayınlanmasından rahatsız değil. “Bırakın ne olacaksa olsun” demekten de çekinmiyor.
REJİM İSYANKARLARLA ARTIK BAŞ EDEMİYORBelki de rejimin artık tek tek peşine düşmesi gereken İranlı o kadar çok ki; ne polisin ne de askerin, nüfusun bu kadar büyük bir kısmıyla baş edemeyeceği gerçeğine güveniyor. Aslında yaptığı iş de şu anda oldukça kritik bir iş. Avrupa tarzı bir makyaj malzemesi markasını tamamen kendi uğraşıp didinerek yaratmış; İran pazarında kalabilmek için ciddi anlamda mücadele vermesi gerek. Markayı yeni kurmuş, şu anda tanıtmaya çalışıyor. Vista’nın evindeki tarz ofisinde de hakim. Birlikte çalışmak için genç, enerjik İranlı kadınları seçmiş. Elemanları da en az kendisi kadar şık ve bakımlı. Ofise girer girmez tamamıyla kadınsı bir yere girdiğinizi anlıyorsunuz. Kurumsal renk oldukça iddialı bir mor. Morun bu tonu ofisin içine yer yer serpiştirilmiş. Belli ki son derece ataerkil bir rejimin başkentinin göbeğindeki plazanın bu katında kadınların sözü geçiyor.
EN GÜÇLÜ DİRENİŞ KADINLARDAN GELDİBir İranlı arkadaşım “Bu rejim herkesi yendi, bir tek kadınlarla baş edemedi” demişti. Vista’nın öyküsü bu yorumu doğruluyor. Kadınlar ne olursa olsun geri adım atmıyor. Onlar her şeye rağmen renkli başörtülerini geri itmeye, arzuladıkları yaşam tarzını yüksek duvarların dışına taşırmak için zaman zaman sessiz, zaman zaman da son derece yüksek sesle haykırmaya devam ediyor. Vista’nın öyküsü burada bitmedi. Yarın da İranlı kadınların gözlerine çektikleri kalemlerle, ısrarla sürdükleri kırmızı rujlarla, tutkunu oldukları burun estetiğiyle aslında ne demek istediklerini, İran’da kamusal alanda kadın olmanın ne demek olduğunun detaylarını okuyacaksınız.
AJAN MIYIZ DİYE SINANDIKFotoğraftaki beyefendi, Mohammed Agajeri. Agajeri, son yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından, basını denetleyen İslami Kültürü Koruma Bakanlığı’nda, yabancı basın bürosunun başına getirildi. Bu büronun görevi, yabancı basını kayıt altına almak, resmi programlardan haberdar etmek ve onlara yardım etmek ve
tabii ki bir yandan da denetlemek. Agajeri, Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’a yakın isimlerden. Yabancı basına bakışı son derece kuşkucu. İran’a ulaşır ulaşmaz, ‘ajan olup olmadığımızı anlamak için, görüşme talep etti. İran’da son Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından, başta BBC olmak üzere Tahran’da görev yapan pek çok yabancı basın kuruluşu temsilcisi ajan oldukları gerekçesiyle sınırdışı edilmişti. Bu süreç hâlâ devam ediyor. Hatta en son, Alman
haber ajansı muhabirinin basın kartı hiçbir gerekçe gösterilmeden elinden alındı.
Biraz sohbet ettikten sonra eğer ajansak bunu anlayacağını öne süren Agajeri, beni odasında ağırladı. İlk sorusu, neden Hürriyet gazetesi için çalıştığım yönünde oldu. Yurtdışında okuyup okumadığımı öğrenmek istedi. Eğer İngiltere’de okumuş olsaydım, muhtemelen İran’da gazetecilik yapmama izin verilmeyecekti. Başörtüsüyle ilgili görüşlerimi de merak edip bu konuyu ayrıntılı olarak irdelemek istedi.
Aslında, İran’a haber yapmaya giden gazeteciler için bu bakanlığın ofisi çok önemli. Çünkü prosedür gereği, yapılacak her bir haber, her bir röportaj için bakanlığa tek tek talep mektubu yazmak ve onay mektubunu almak gerekiyor. Aksi halde gazeteciler sınır dışı ediliyor. Eğer talepte bulunulan bir haber bakanlığın hoşuna gitmemişse olumlu ya da olumsuz bir yanıt verilmiyor. Böylece gazeteciler bakanlık tarafından oyalanıyor. Agajeri de benimle uzun uzun sohbet etti ancak pek çok haberle ilgili haber talebimiz yanıtsız kaldı. Anlaşılan Sayın Agajeri gazetecilikten çok, ajanlığı bize uygun gördü.
ARAPÇADAN NEFRET ETTİK Televizyon diye bir şey kalmadı. Bütün gün Kur’an okunuyordu ve mollalar program yapıyorlardı. İran televizyonlarında ne konuşulduğunu anlamıyordum çünkü yarı Arapça konuşuluyordu. Okullarda Arapça dersleri daha baskın hale geldi. Arapça kitapları gitgide kalınlaştı. Bu yüzden İranlılar olarak Arapçadan nefret eder hale geldik. Mesela ben, Arapça konusunda aslında çok yetenekliydim ama sanırım tepki olarak, bir türlü Arapça öğrenemedim.
Yarın: Estetik operasyonlar patladı
Kozmetik ürünleri yok satıyor
Salı: Çılgın uyuşturucu partisi
Kahkaha atmak parayla
Çarşamba: Konser serbest dans yasak
Protesto için inen kepenkler