Reyan Tuvi, bir yıldır sizler için Türkiye’nin hemen her yanını gezdi. Hürriyet Seyahat birinci yaşını kutlarken, bütün bu gezdiği yerler içinden bir ‘parlayan yıldızlar’ seçmesi yapmaya karar verdik. Bu nedenle Reyan Tuvi, bu kez de masa başında oturarak Türkiye’yi yeniden dolaştı ve sizler için en etkilendiği yerleri seçti.Tabii bu hiç kolay olmadı; hepsinin yeri onun için ayrı olduğundan seçmek çok çok zordu. Ona göre, ‘kabus’... Aşağıda, Reyan Tuvi’nin ‘işte benim yolculuğum’ dediği, bir yıllık serüveni bulacaksınız...Genç çocuk, yatağın altına eğilerek, büyük bir soğukkanlılıkla, ‘’fareymiş, abla...’’ dedi. Doğu’nun güneşi, tanrıların tahtı Nemrut Dağı’nı aydınlatmak için sırasını beklerken, Adıyaman’ın üzerini çöl gecelerine özgü, kubbe misali bir gök ve yanıp sönen, parlak yıldızlar kaplamıştı. Bense, bu güzelliğin keyfini çıkaracak durumda değildim. Aylardır evimden uzaktım ve gazeteye yazı yetiştirmem gerekiyordu. ‘’Sizi başka odaya alalım’’ dedi. Bilgisayarı yatağın üzerine kurdum ve kaldığım yerden devam ettim. Henüz bir paragraf bile yazmamıştım ki, odanın kapısından banyoya doğru, bir şey hızla ilerledi. Belli ki bu otelde, turistten çok fare görmeye alışmak gerekiyordu. Otelin müdürü, koridorda yürürken, bir taraftan da kaderine isyan ediyordu: ‘’Allah, Allah, nedir bu farelerden çektiğimiz!’’ Zor bir gece olacaktı... Cep telefonuma sarıldım, çoktandır bir dost sesi duymamıştım. Telefon çekmiyordu. İnternete girip bir mesaj atmak istedim, o da çalışmadı. Terasa çıktım. Değişen bir şey olmadı. Sahip olduğum tüm teknolojiye rağmen, elim kolum bağlanmıştı. Ulaşamıyor, ulaşılamıyordum... İşte olan olmuştu, sonunda her şeyden tamamıyla kopmuştum... Uzun yolculuğumun en sessiz gecesiydi bu. Sadece gözden ırak değil, iletişimden de ıraktım. Tarih boyunca, şişe içine mesaj koyan, telgraf çeken ya da varıp varmayacağı belli olmayan karpostallar gönderen seyyahlarla eşit şartlardaydım şimdi. HER YOLCULUK ÖZELDİRBu eşsiz gökyüzünün altında, bir parçamın, terk ettiğim yerde kalmayı istemesi için herhangi bir neden var mıydı? Bilmiyorum... Çiçekleri sulamış, kapımı kilitleyip çıkmıştım. Anadolu’da yapacağım bir yıllık seyahat böyle başladı... Bir süre için, uzakta olacaktım. Gerçek anlamda, ‘’uzak’’ta... Eğer geride bıraktıklarıma gerçekten ‘’hoşçakal’’ diyemezsem, yeni yüzlere, kültürlere, hikayelere nasıl içtenlikle ‘’merhaba’’ diyecektim? Eğer uzaktayken, mahallemde neler olup bittiğini, yeni projeleri, sevdiğim kentin hangi festivallerle şenlendiğini, arkadaşlarımın yaptıkları tatil planlarını, eşin dostun ‘’bu yolun sonu var mı?’’ endişelerini düşünürsem, bu seyahatin hakkını nasıl verecektim? Çünkü, her yolculuk özeldir. Eğer doğru bir yolsa, öğretir, değiştirir, önyargıları azaltır, zihni açar, zevkleri eğitir... İnsanı seyahat kadar mutlu eden çok az şey vardır. Düşünün bir kere, uzaklara ait, ilk defa gördüğünüz tek bir fotoğraf, sizi çok uzun bir yolculuğa çıkarma gücüne sahiptir... Beni çevreleyen yaşamın merkezi olduğumu düşündüğüm yıllarda, seyahat etmek bana, aslında inişe geçen bir uçaktan, kentin zar zor seçilebilen bir arka sokağı kadar önemsiz olduğumu gösterdi. Birden, kendine dönük olmanın kuruluğunu ve sıradan insan öykülerindeki zenginliği fark ettim. İnsanın gerçek hazinesinin, kendi hikayesinin üzerine kattığı başkalarının yaşam deneyimleri olduğuna, bir gün de sürse bir yıl da, yol arkadaşlığının yerini hiçbir şeyin tutmayacağına inandım. Parlatılmış ve paketlenmiş, gösterişli yolculukların boşluğunun yanında, saf konukseverliklerin ve dökük mekanların gerçekliğini hissedemeyenlere üzüldüm. Yolun sonunda ne olduğunu bilmek isteyenlere şaşırdım. Çünkü en büyük ödüller, planladığım varış noktasının dışındaki sapaklarda karşıma çıkıyordu.Kenya’da iki bin yıldan fazla yaşayabilen bir ağaç türü var: Boabap... Tanrı, Boabap ağacını ilk yarattığında, herhangi bir ağaçtan farkı yoktu. Ancak o, bir yerde kalmayı kabul etmedi, dolaştı durdu. Bunun üzerine Tanrı, ağacı cezalandırmaya karar verdi; onu kökleri yukarı, dalları toprağın içinde, başaşağı dikti ve ağaç bir daha kımıldayamadı. Baobap, şimdi ‘’’toprağım’’ diyebileceği bir yerde ama mutlu mu, bunu kimse bilmiyor. Benimse bir süredir, onun kıskanacağı türde bir yaşantım var. Yeryüzünün en güzel ülkelerinden birinde, Türkiye’de geziyorum. Kendimi, farklı görüntülere, tatlara ve kokulara açıyorum. Yol aldıkça, daha fazlasını arıyorum. Besleniyorum, büyüyorum... Biliyorum, şanslıyım. Bunu yollarda başkalarından çok sık duyuyorum. Birilerinin hayallerinin gerçekleşmiş haliyim. Eğer eve varabilirsem, anlatacak hikayeleri, gösterecek fotoğrafları olan kişiyim. Türkiye haritasını evinin yolu kadar iyi bilen, gitti mi
haber alınamayan, mevsimleri kaçıran, biraz da güvenilmez bir dostum galiba... Yeni doÄŸan bebeklere, herkesle birlikte ‘’analı babalı büyüsün’’ derken, içinden ‘‘bol bol gezer inÅŸallah’’ dileÄŸinde bulunan, göbek bağını uzaklara götürme sözü veren ve bu arada kayınvalidenin ‘’acayip kız’’ bakışlarına maruz kalan yine benim... Bir yıl sonunda, evime döndüğümde, arkadaşım, internetteki EkÅŸi Sözlük’te, benim hakkımda yazılmış bir yazıyı gösterdi; ‘’kesin torpilli, hiçkimseye bu kadar gezmesi için para vermezler...’’. Güldüm ve önyargılarından kurtulmak için acilen bir seyahate ihtiyacı olduÄŸunu düşündüm. ÇocukluÄŸumda annem bana yabancılarla konuÅŸmamamı tembih etmiÅŸ miydi, hatırlamıyorum... Çünkü, son zamanlarda sık sık bunu yapıyorum. Daha önce hiç gitmediÄŸim bir yerde, bir ‘’yabancı’’yla sohbet ediyorum, halkın yediÄŸi yerlerde yiyip, onların alışveriÅŸ ettikleri yerlerden alışveriÅŸ ediyorum. YolculuÄŸumun en güzel anılarına, kendimi yabancılara ve oralarda yaÅŸayan yerlilere açarak, sahip olabildiÄŸimi fark ettim. Siz benim, ‘’ben olsaydım, bunları yapardım’’ dediÄŸime bakmayın... YolculuÄŸun ‘’bilinmez’’ine dalın. Vakit varsa, serseri yolculuklara, plansız programsız rotalara uzanın. En keyiflisi de bu zaten... YolculuÄŸum boyunca yanımda taşıdığım, ‘’Seyahatin Kültür Tarihi’’ adlı kitabında, Winfried Löschburg, 16. yüzyılda bile, insanların, tüm zorluklara raÄŸmen, eÄŸlenmek ve dünyayı tanımak için, seyahat etmekten kendilerini alamadıklarından bahsediyor. ÖrneÄŸin, ÅŸu kim olduÄŸu bilinmeyen yolcunun iç geçiriÅŸine bir kulak verin: ‘’Ah yolculuk, seni gidi çetin cevizkarnıma giren aÄŸrı gibisin!Pireler nasıl da ısırıyor,nasıl da sert çarÅŸaflar.Ah benim ahmak kafaneden çıktım sanki yola?’’Gazeteden, ‘’bir yılın bilançosunu yap, en çok etkilendiklerini yaz...’’ dediler. ‘’Beni seçmek zorunda bırakmayın’’ diye ısrar ettim, dinletemedim. Notlarımın arasına daldım ve bu kez masa başında, Türkiye’yi yeniden dolaÅŸtım. Seçmek bir kabustu, çünkü hepsinin yeri ayrıydı... Ä°ki hafta boyunca, burada, Türkiye’nin dört bir yanından seçmeler bulacaksınız. TÃœRKÄ°YE’NÄ°N PARLAYAN YILDIZLARI 1- FERÄ°BOTLA VAN GÖLÃœGünbatımını selamlamak için bir ÅŸiÅŸe kırmızı ÅŸarapVan’a gelen herkes, geleneksel 25 dakikalık tekne yolculuÄŸuyla, Akdamar Adası’na geçer ama Van Gölü’nü feribotla geçmeyi çok azı denemiÅŸtir. Van Ä°skelesi’nin köhne bir yer olmasının yanısıra, insanı çeken garip bir atmosferi de var. Bir kış günü, Van Ä°skelesi’nden, arabanızla feribota binin. Varsın kış olsun; Van, Türkiye’nin en çok güneÅŸ alan illerinden biri. Sırtınızı küpeÅŸteye verin, göl lacivert, gökyüzü masmavi, martılar uçuÅŸuyor, daÄŸlar karlı, sanki yeryüzü size kalmış gibi... Dört saat sonra, Tatvan’da, Nemrut Krater Gölü’nün ıssızlığı sizi bekliyor. Sırttan, 20 dakikada zirveye tırmanabilirsiniz. Bir tarafınızda Van Gölü, bir tarafınızda Nemrut Krater Gölü... Umarım, bu olaÄŸanüstü günbatımını selamlamak için, yanınızda bir ÅŸiÅŸe kırmızı ÅŸarap vardır.VAN’DAYKEN...Van Kalesi’ni gezebilir, Seher Kahvaltı Salonu’nda otlu peynir, çökelek, bal, kaymak, pekmez ve çörekten oluÅŸan meÅŸhur Van kahvaltısını edebilir, dünyaca ünlü Van kedilerini, koruma altında oldukları, 100. Yıl Ãœniversitesi Kedi Evi’nde görebilirsiniz. 2- BALONLA KAPADOKYAPeri bacalarına dokunarak uçmakBir sepette, deÄŸiÅŸik milletten 12 kiÅŸi... Bahar çiçekleri açmışken ya da her yer kar altındayken, peri bacalarının ülkesinde, balonla uçun. Peri bacalarına dokunun, Uçhisar’da çamaşır asan kadına el sallayın, Kapadokya’nın yaratıcıları Erciyes ve Hasan Dağı’yla gökyüzünü paylaşın... Korkmayın, balon düzlük olan her yere, hatta bir otelin ortasındaki havuza bile inebiliyor. Ancak bu, turun sonunda otelinize bırakılacağınız anlamına gelmiyor. Belki bilmek istersiniz, cep telefonları balonun uçuÅŸ sistemini olumsuz yönde etkilememektedir. Bin metre yükseklikte, birilerini arayıp çatlatabilirsiniz. Kapadokya Balloons, Göreme, 0384 271 24 42, www.kapadokyaballoons.com3-MANAZAN MAÄžARALARI/ TaÅŸkaleÖlüler Meydanı’nda ürpertici bir deneyimTürkiye’nin en etkileyici ve turizmden uzak kalmış gizemlerinden... TaÅŸkale Kanyonu üzerinde, yumuÅŸak tüf kayaya oyulmuÅŸ Manazan MaÄŸaraları, aslında Bizans dönemine ait beÅŸ katlı toplu yerleÅŸimler. Yörede, katların, Kumkale, At Meydanı ve Ölüler Meydanı gibi isimleri var. Bugün katlar arasındaki baÄŸlantı, sürünerek ve zamanında yüzeylerine el ve ayaklar için oyuklar yapılmış, dikey bacalarla saÄŸlanıyor. En üst katta bulunan, defineciler tarafından tahrip edilmiÅŸ, 100- 150 cesedin ortaya çıkarıldığı, 40 metre uzunluÄŸunda ve beÅŸ metre yüksekliÄŸindeki Ölüler Meydanı’na çıkmadan, buradan ayrılmayın. Kayaya oyulmuÅŸ 500 kiÅŸilik kiliseyi, dehlizleri ve tünelleri görmek için, bir fenere ve biraz da cesarete ihtiyacınız olacak. Ãœrpertici bir deneyim...TAÅžKALE’DEYKEN...Karaman Müzesi’nde, Manazan kayalıklarından yuvarlanan, M.S. 6.- 7. yüzyıla ait, elbiseli genç kadın cesedini, TaÅŸkale’de yine tüf kayaya oyulmuÅŸ ve bugün hálá kullanılan taÅŸ ambarları ve eÄŸer hálá nesli tükenmediyse, yöre kadınlarının dokuduÄŸu ünlü TaÅŸkale halılarını görebilirsiniz.4-Ä°SHAKPAÅžA SARAYI/ DOÄžUBEYAZITBir DoÄŸu masalıDoÄŸu’daki yaÅŸamın tüm zorlukları bir yana, burası bölgenin masalsı yanını en çok öne çıkaran yerlerden biri... Ä°shakpaÅŸa Sarayı’na, günbatımında tepeden bakın. Her yıl, Akdeniz’de ‘’in/ out’’ iddialaÅŸmaları devam ederken, burası, modası hiçbir zaman geçmeyen, ‘’klasikler’’ arasında benim için. III. Selim zamanında bu sarayda konaklayan Ä°ran sefiri, Ä°stanbul’a döndüğünde, padiÅŸaha; ‘’ihtiÅŸamınızı gölgeleyecek ve kudretinizle yarışacak biçimde inÅŸa edilmiÅŸ Ä°shakpaÅŸa Sarayı’nda misafir edildim...’’ deyince, padiÅŸah çok bozulmuÅŸ. Bunun üzerine, sarayın yapımını baÅŸlatan Ä°shak PaÅŸa, ‘HaÅŸmetmeab, Zat-ı Devletleri’nin vekaleti buralarda ancak böyle sürdürülür’ diyerek, havayı yumuÅŸatmaya çalışmış. Yapımının 99 yıl sürdüğü söylenen bu Osmanlı- Ä°ran- Selçuklu mimarisi sentezi, kesme taÅŸ saray, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun DoÄŸu’daki gücünün bir simgesi. Tam beÅŸ kez Rus ordularının iÅŸgaline uÄŸramış ve som altın kaplama kapısı, 1917’de sökülerek Moskova’ya götürülmüş. Görülecek çok ÅŸey var, sarayda rahatlıkla en az bir saat geçirebilirsiniz. Manzaralı tuvaleti kaçırmayın. Son yapılan restorasyona, siz de bütün turistler gibi, isyan edeceksiniz. DOÄžUBEYAZIT’TAYKEN...5165 metre yüksekliÄŸindeki, ‘’Türkiye’nin damı’’ ve Marco Polo’nun yazılarında, ‘’hiçbir zaman çıkılamayacak bir dağ’’ diye söz ettiÄŸi AÄŸrı’ya çıkmak için, bir ekspedisyona katılabilir; Nuh’un Gemisi’nin bulunduÄŸu söylenen araziyi görebilir ya da güneÅŸin, Büyük AÄŸrı ile Küçük AÄŸrı arasından doÄŸuÅŸunu seyredebilirsiniz. AÄŸrı’ya çıkmak için en uygun aylar, temmuz- aÄŸustos- eylül, yaklaşık üç gün sürüyor ve profesyonel daÄŸcı olmak gerekmiyor.5- SAL-POKUT YAYLASI/ÇamlıhemÅŸin-KaradenizBulutların üzerindeKaradenizliler, yüzyıllardır, daracık patikalardan, taÅŸlı yollardan, hayvanlarıyla, binlerce metre yukarılara tırmandılar durdular. Kaçkarlar’ın eteklerinde, ormanların derinliklerinde, ÅŸelalelerin aktığı dumanlı daÄŸların yamaçlarında, kışa hazırlık için kendi yaÄŸ ve peynirlerini yaptılar. Hazirandan eylüle, yayla evlerinde, kuÅŸaklar boyu yaÅŸadılar. Eskiden geleneksel yayla yollarından, katırlar ve ineklerle yayla göçü yapılırdı, ÅŸimdi artık kamyonlar var. Bir zamanlar, taÅŸ ya da kestane aÄŸacından yapılan evlerin yerinde, bugün beton var. Eskiden, bütün aile biraradaydı, artık uzaklarda olan gençler var. Tüm bu deÄŸiÅŸime raÄŸmen, korunabilmiÅŸ yaylalar da kalmadı deÄŸil. Hem de bulutların üzerinde... Sal- Pokut, ÇamlıhemÅŸin’in Åžinçiva Köyü’nün tepelerinde, akıllar durdurucu iki yayla. Elektrik yok. Pokut benzersiz bir coÄŸrafyaya yerleÅŸmiÅŸ. Sal’daki yaÅŸamsa insanı içine çekiyor. Güneyin sıcağında, ızgara gibi dönüp durmak yerine, Sal Yaylası’nın bulutlara nazır banklarında oturup, her günbatımında yayla sakinlerinin çaldığı tulumu dinlemeye ne dersiniz? Bir de yaylanın genç kızlarının, yaÄŸmuru kovmak ve güneÅŸi çağırmak için, ‘’ebebubrik’’ yapmalarına rastlarsanız, gerçek Karadeniz’in eÅŸiÄŸindesiniz demektir.6-KEKOVAMutlaka bir gün bir Kaleköy sabahına uyanınKaleköy, karayoluyla ulaşılamadığından böyle kaldı kuÅŸkusuz. Güneydeki turist kalabalığına ve görüntü kirliliÄŸine inat, kiÅŸiliÄŸini koruyabildi. ÇoÄŸu turist Kaş’ta kalıp buraya Tersane Koyu ve Batık Kent gibi noktaları içine alan, günübirlik tekne turlarıyla gelir ve Kekova’yı bir çırpıda gezer. AkÅŸamüstüne doÄŸru, bu adacıklar topluluÄŸu, ortaçaÄŸ kalesi ve sudaki lahit, sessizliÄŸine gömülür. Günbatımından geceye, buranın keyfine doyum olmaz. Pansiyonlardan birinden, Ravel’in Bolero’su yayılır, Nesrin Hanım Bademli Ev’inde aile yadigarı reçeteye göre yaptığı viÅŸneli konyağı ikram eder, Kale Restaurant’ın iskeledeki masaları, denizden yayılan ışıkla aydınlanır... Bir de Kekova sabahları vardır... Erkenden, henüz balıklardan baÅŸka kimseyle paylaÅŸmak zorunda olmadığınız, çarÅŸaf gibi bir denize açılın... Sonra, Ankh Pansiyon’un 4 numaralı odasının önündeki hamaÄŸa uzanın ve güneÅŸin pırıltıları arasında, Kekova Adası’nı seyredin. Her sabahınızın böyle geçmediÄŸine üzüleceksiniz.7- MARDÄ°N’İN ABBARALARIBaÅŸka hiçbir kente benzemezBir gece vakti Mardin’e vardığınızda, onu yeterince anlayamayabilirsiniz. Herkesin yakıştırdığı, ‘gündüz mezarlık, gece gerdanlık’ benzetmesi de onun görmüş geçirmiÅŸliÄŸinin yanında yüzeysel kalır. Ayaklarının dibinde uzanan, bereketli Mezopotamya Ovası’dır ama siz onu karanlık bir deniz, üzerindeki ışıkları da insanların yaÅŸadığı adacıklar sanırsınız. Sabahı bekleyin... Bilmecenin adı ‘’abbara’’... Zinciriye Medresesi’nden Åžar Mahallesi’nin arka yollarına inip, sokakları birbirine baÄŸlayan geçitlerin, Mardin’in ‘’abbara’’larının peÅŸine düşün. Mardin’in labirentlerinde kaybolun. Daracık sokaklarda, 10 metrekarelik bakkal dükkanlarında günü geçirenlere sorun. Mardinliler, bir yaÄŸmurda onlara sığınırlar, serinliÄŸine koÅŸarlar, tepelerindeki evlerde yaÅŸarlar... Bir abbaranın içinden geçin, Mardin’i daha iyi anlayacaksınız.MARDÄ°N’DEYKEN...Mardin’de, Deyrulzafaran Manastırı, Kasımiye Medresesi, Kırklar Kilisesi (Mor Behnam), Ulu Camii, Dara (OÄŸuz Köyü) Harabeleri, Mardin Müzesi, çarşısı ve Zinciriye Medresesi’ni görebilirsiniz. Midyat’sız bir Mardin düşünmek zor. Mardin’den yola çıkınca, Savur, Kıllıt (Dereiçi), Midyat ve Tur Abdin Köyleri var. Midyat’ta, Deyrülumur (Mor Gabriel) Manastırı, Midyat Devlet Konukevi, bugün telkari ustası Åžemun Alptekin ve ailesinin yaÅŸadığı ev olan Eski Hastane ve Anıtlı (eski adı Hah) köyündeki Meryem Ana (El Hadra) Süryani Kilisesi de görmeye deÄŸer.8- Ä°ZTUZU PLAJI & TELEKOM Ä°STASYONU/ DalyanDünyanın en iyi korunan ikinci kumsalıTürkiye’de caretta caretta kaplumbaÄŸaların üreme alanlarından en önemlisi olan ve dünyanın en iyi korunan ikinci kumsalı seçilen, Özel Çevre Koruma Kurumu’nun 24 saat gözetiminde, 5.5 kilometre uzunluÄŸundaki Ä°ztuzu Plajı, incecik, sarı kumu, bir kıyısında tuzlu, diÄŸer kıyısında tatlı suyun bulunduÄŸu konumuyla, ender rastlanan türde bir kumsal. En dar yeri 50 metre. Denize dik inen daÄŸların dibinden baÅŸlıyor, Dalyan deltasının aÄŸzını kapatıyor ve en uçta Akdeniz’e doÄŸru kıvrılarak sona eriyor. Plajın deniz tarafı birden derinleÅŸmediÄŸinden, çocuklar için uygun. Göl tarafıysa, yüzmeyi sevenler için derin bir havuz gibi. Sıkı bir yürüyüşle, plajın bir ucundan diÄŸer ucuna, 45 dakika. Özellikle, haziran ve temmuz aylarında, kaplumbaÄŸaların bıraktıkları izlere rastlamak mümkün. Kumsalın giriÅŸine gelmeden hemen önce, sola ayrılan yoldan sapıp, altı kilometre (son 2 kilometresi daha da kötüleÅŸiyor) gidince, baÅŸdöndürücü bir manzara sizi bekliyor. Denizden dik olarak, yaklaşık 500 metre yükselen bir kayanın üzerine kurulmuÅŸ, Ä°ztuzu Telekom Ä°stasyonu ya da halk arasındaki adıyla ‘’Radar’’da, KöyceÄŸiz- Dalyan deltasının manzarası, ayaklarınızın altına uzanacak. Puslu olmayan bir günü seçin, buradan Rodos Adası’nı bile görebilirsiniz.Ä°ztuzu Plajı’na Nasıl Gidilir?Ä°ztuzu Plajı’na ulaÅŸabilmek için iki yol var. Birincisi tekneyle; Dalyan’dan 35 dakika mesafede. DiÄŸeri karadan; Dalyan merkezdeki Ä°ztuzu tabelasını izleyerek, Sülüngür Gölü kıyısından ve köylerden geçerek, çam aÄŸaçlarının arasından yapılan, 12 kilometrelik, manzaralı bir yolculuk. Dalyan Postanesi’nin yanından minibüsler kalkıyor. Tekne dolmuÅŸlar da gün boyu sefer yapıyor. Reyan Tuvi bu etabı Hyundai Elantra ile yaptı. 9- ERZURUM’DAN ARTVÄ°N’E...DoÄŸu’yla Karadeniz arasında bir yerdeYazın ve özellikle kar altında, çarpıcı bir güzergah. Yol üzerindeki Tortum, CaÄŸ Kebabı ve Artvin yönündeki Tortum Åželalesi’yle ünlü. Åželaleye varmadan, iki köyde oldukça etkileyici iki Gürcü kilisesi var. Ä°lki, Tortum’a 15- 20 kilometre mesafede, kavak ve meyve aÄŸaçlarının olduÄŸu, içinden derelerin aktığı, kadınların ehramları, yaÅŸlı erkeklerinse DoÄŸu’ya özgü giysileriyle dolaÅŸtığı, BaÄŸbaşı Köyü (Haho). Köylülere, TaÅŸ Camii’yi sorun. 963- 973 yıllarından kalma, Haho ya da Hahuli Kilisesi, sonradan camiye dönüştürülmüş. Köylünün ve daha çok köyün imamı Osman Bey’in gayretiyle korunabilmiÅŸ. BaÄŸbaşı sapağından 24 kilometre sonra, Öşkvank, yani yeni adıyla Çamlıyamaç Köyü var. Buradaki katedral, çok daha harap durumda. Yıllar önce Erzurum’dan yıkım emri gelmesine raÄŸmen, bir ÅŸekilde direnilmiÅŸ. Tortum Åželalesi, Erzurum- Artvin yolunun tam ortasında. Bir 120 kilometre daha, gerçek anlamda Karadeniz’desiniz. Erzurum’a geri dönmek için, Tortum’a gelmeden, soldaki Narman sapağına girin. 38 kilometre sonra, Pasinler- Erzurum istikametini alın. Sağınızda kızıl bir kanyon, vadide de peri bacalarına benzer oluÅŸumlar belirecek. SaÄŸa kıvrılan stabilize bir yol, kanyon boyunca devam eder. Yürüyerek, kanyonun içine dalın, günbatmadan önce vadi daha da kızıllaÅŸacak ve size VahÅŸi Batı’yla ilk kez ayak bastığınız bir gezegen arasında bir yerde olduÄŸunuz hissini verecek.10- ANTAKYA MÃœZESÄ°/ AntakyaDünyanın ikinci en büyük mozaik müzesiTürkiye’nin en etkileyici müzelerinden birinde, dünyaca ünlü bir mozaik koleksiyonu... Tunus Bardo Müzesi’nden sonra, dünyanın ikinci en büyük mozaik müzesi. BaÅŸdöndürücü güzellikte mozaikler var. En çok hoÅŸuma gidenler; sarhoÅŸ Dionysos, Mevsimler, bir hamamın ortasına ait Soteria (KurtuluÅŸ), Büfe mozaiÄŸi, Okeanos ve Thetys, Antakya’nın tarihini özetleyen Bordür mozaiÄŸi... Asi Nehri kıyısında, Fransızlar tarafından kurulan müzede sergilenenlerin tümü taban mozaikleri ve doÄŸadan toplanan renkli taÅŸlarla yapılmış. Kaçırılan Antakya mozaikleriyse, bugün Fransa’dan Honululu’ya kadar, bütün dünyaya yayılmış durumda. Ayrıca müzede, Sidemera tipindeki Antakya lahiti, bugüne dek soyulmamış olarak bulunan tek lahit olması açısından önemli.ANTAKYA’DAYKEN... Antakya’nın civarı merkezi kadar ilginç. Samandağ’da, hikayesi akıllara durgunluk veren Aziz Simeon Manastırı kalıntılarını, eÅŸine az rastlanan türdeki Vespasianus ve Titus Tüneli’ni, BeÅŸikli MaÄŸara’yı (Kaya Mezarları), nüfusunun tamamı Ermeni olan Vakıflı’yı, Çevlik’teki Hazreti Hızır Makamı’nı görebilirsiniz. Pasaportunuzu yanınıza alırsanız, günübirlik Halep’e de geçebilirsiniz. Dillere destan Antakya Mutfağı, Türk, Arap ve Fransız etkileriyle birlikte, muhteÅŸem bir sentez. Muhammara, Ispanak Boraniye, Analı Kızlı, humus, Küflü Çökelek Salatası, Saç ve Åžam OruÄŸu, Kağıt Kebabı, Bulgurlu Lahana Dolması, Kaytaz BöreÄŸi, Firikli AÅŸ ve tabii ki künefe denemeye deÄŸer. Yıllardır, size, saatler önce hazırlanan ve mikrodalgada ısıtılan künefelerin yedirildiÄŸinin burada farkına varacaksınız.11-KAYAKÖY- FETHÄ°YEBir hayalet kentYaprak kıpırdamıyor... Büyüleyici. Bir zamanlar, Türklerle Rumlar’ın birlikte yaÅŸadığı Kayaköy, Fethiye ile Ölüdeniz arasındaki tepenin yamacına ve onun önündeki Kaya Çukuru denilen ovaya yayılıyor. Likya uygarlığı kalıntıları, antik Karmylassos’un üzerinde, sabah ve günbatmadan önce, farklı bir renk ve sessiziÄŸe bürünüyor. Rumca ismi Levissi. 6 bin 500 kiÅŸi, refah içinde yaÅŸamış burada. TaÅŸ evlerin köşe ocakları, spiral tuvaletleri, sarnıçları, çakıl taşı döşemeleri, taÅŸ yolları, sokakları ve meydanları, kentin ne tür bir kültürel zenginlik içinde yaÅŸadığının iÅŸaretleri. Kiliseleri, postanesi, hastanesi, hekimleri, zanaat atölyeleri varmış. Bir de yörenin tek gazetesi Karya’yı çıkaran matbaası. 1923 mübadelesinde, Kayaköy’de yaÅŸayan Rumlarla Batı Trakyalı Türkler, yer deÄŸiÅŸtirmek için, göç etmek zorunda kaldılar. Buraya gelen Türkler, çevre koÅŸullarına uyum gösteremeyince, yamaçtaki evleri terkedip, aÅŸağıdaki düzlüğe ve baÅŸka kentlere yerleÅŸtiler. Kayaköylü Rumlarsa, Atina yakınlarındaki yeni yurtlarına, Nea Levissi (Yeni Kayaköy) adını verdiler.KAYAKÖY’DEYKEN...Kayaköy’den Ölüdeniz’e, görsel keyiflerle dolu, iki saatlik bir yürüyüş yapabilir, bir keÅŸiÅŸ tarafından kayaların içine oyulmuÅŸ, Trabzon Sumela Manastırı’nı andıran Afkule Manastırı’nı görebilir, eskiden denizcilerin sefere çıkmadan önce, kiliselerine uÄŸrayıp, dua ettikleri Gemiler Koyu & Aya Nikola Adası’na tekneyle geçebilirsiniz. Ayrıca, turistik Fethiye, eski cazibesini yitiren Kelebekler Vadisi, onun yerini alan Kabak Koyu ve el deÄŸmemiÅŸ Faralya da buraya çok yakın. 12-ANADOLU’DA ALIÅžVERÄ°Åž TURUAnadolu’nun zengin toprağı ve kültürü, bu ülkeyi alışveriÅŸ için, yeryüzünün en keyifli ve renkli yerlerinden biri haline getirdi. Ä°ÅŸte, meraklılarına, Anadolu’da kuÅŸ uçuÅŸu bir alışveriÅŸ turu. Bakın, nerelerin neleri meÅŸhur, kimler neleri paylaÅŸamıyor... Kapadokya’nın Avanos çömlekleri, SoÄŸanlı bez bebekleri, enfes kabak çekirdeÄŸi, çömlek peyniri ve ÅŸarabı... Kazdağı’nın ve Ayvalık’ın zeytinyağı... Kastamonu’nun üryani eriÄŸi, çekme helvası ve el dokumaları... El dokuması deyince, Buldan ve Denizli, baÅŸrolde. Kars’ın eski kaÅŸarı, hiçbir yerden alamayacağınız kadar ucuz ve leziz gravyeri, tereyağı ve balı... Bir de Kars’ın köylerinden eskisini bulabilirseniz, halısı, dünyaca ünlü. Gaziantep’in sokakta satılan taze antepfıstığı, doÄŸru yerden alırsanız, rakip tanımayan, muhteÅŸem baklavası, Ä°sot Pazarı... Van’a özgü, meÅŸhur Savat işçiliÄŸiyle yapılan takılar... Erzurum’un oltu taşı ve ehramları, EskiÅŸehir’in, ‘’beyaz altın’’ yani lületaşından yapılan ve dünyada koleksiyon parçaları arasında yer alan pipo ve bibloları, Mardin ve Midyat’ın telkarisi ve tabii süregelen taÅŸ işçiliÄŸi... Antakya’nın, Harbiye’de üretilen ipek el dokumaları, gar (defne) sabunu... Ä°znik ve Kütahya’nın çinisi... Bu arada leblebi de paylaşılamayanlar arasında; Çorum’un, Mardin’in, Kula’nın, baharatlı, ÅŸekerli, çikolatalı leblebilerini deneyin ve kendiniz karar verin. Pazarlara gelince... Tabii, Bodrum’un haftanın her günü kurulan pazarları... Pazartesi (Türkbükü), salı (Bodrum Bez Pazarı), çarÅŸamba (Gümüşlük/ GündoÄŸan), perÅŸembe (Yalıkavak Pazarı; en popüler olanı), cuma (Bodrum sebze-meyve pazarı), cumartesi (Turgutreis Pazarı)... Tire’nin, tarihi yapılarının arasından kıvrılarak, çok geniÅŸ bir alana kurulan, alabildiÄŸine özgün ve dinamik, tatlı dilli Egeli kadınların hakimiyetindeki Salı Pazarı. DaÄŸ otları, köy peynirleri, zeytin ve eriÅŸtelerin yanında, çoÄŸu yok olmaya yüz tumuÅŸ zanaatlar. Kendir urganlar, çeyizlik simli, pullu, kadife nalınlar, allı güllü saten yorganlar, keçe, iÄŸne oyalı yazmalar, yularlar, semerler, kabak kemaneler, hasırlar, beledi dokumalar... Milas’ın, 120 köyden gelen köylülerin ürünlerini sattığı, Salı Pazarı da Tire Pazarı gibi otobüs turlarının programında. Karadeniz’de de alışveriÅŸ keyfine devam. Trabzon’un ünlü altın ve gümüş hasır bilezikleri, salı günleri Sürmene Pazarı’nda keÅŸan, bıçak ve mısır ekmeÄŸi, Gümüşhane’ye baÄŸlı Kelkit’in ‘zilli kilim’leri, Rize bezleri, açık pazarlarda muhlamalık peynir, Karadeniz simidi, kara üzüm ve sulu eÄŸri sap armut... Pazar ilçesinin pazarı, perÅŸembe günü. HemÅŸinli kadınlar, geleneksel puÅŸileriyle (ÅŸar) buraya alışveriÅŸe geliyorlar. Batı Karadeniz’de, Safranbolu’nun Arasta’sı ve tüm sokakları, Amasra’daki Çekiciler Çarşısı, Devrek’in bastonları, Cide’nin sarı yazması ve aynalı yeÅŸil sandıkları...3-GELÄ°BOLU SÄ°PERLERÄ°/Gelibolu Yarımadası/ Eceabat- ÇanakkaleDüşmanla dostluk20. yüzyılın en büyük kara savaÅŸlarından biri, Gelibolu Yarımadası’nda yaÅŸandı. Bir zamanların kanlı savaÅŸ alanları, bugün artık ‘’Barış Parkı’’ olarak anılan bir açık hava müzesi. El deÄŸmemiÅŸ bir doÄŸanın içinde, gösteriÅŸten uzak, dingin, bir o kadar da hüzünlü, çiçeklerle bezeli ÅŸehitlikler... Yarımadadaki müzelerde sergilenenler, savaşı tüm gerçekliÄŸiyle anlatıyor. Birbirlerine, uzansanız dokunacakmışçasına yakın, 1915’ten kalma siperler de öyle... Savaşın, ne denli içiçe yapıldığının bir göstergesi olarak, insanı ürpertiyor. Siperlerde baÅŸlayan dostluklar olduÄŸu, askerlerin birbirleriyle yiyecek, tütün ve sigara kağıdı alışveriÅŸi yaptıkları biliniyor. Beklenmedik ilk çıkarmanın yapıldığı Anzak Koyu & Arıburnu Mezarlığı, Çanakkale Savaşı’na ait çarpıcı eÅŸya ve mektupların bulunduÄŸu Kabatepe Müzesi, Lone Pine (Tek Çam) Anıt & Mezarlığı, Mustafa Kemal’in komutasında bulunan ve ‘’size, savaÅŸmayı deÄŸil, ölmeyi emrediyorum’’ dediÄŸi, 57. Alay’ın ÅžehitliÄŸi, yarımadanın coÄŸrafyasına en hakim noktadaki, kanlı savaÅŸlara sahne olmuÅŸ, en yüksek tepesi Conk Bayırı, duvarlarına saplanmış topların görüldüğü Kilitbahir Kalesi, az ziyaret edilen ancak farklı bir atmosfere sahip, Morto Koyu’ndaki Fransız Mezarlığı ve Salim Mutlu Özel Müzesi, Türkiye’nin ilk özel savaÅŸ hatıraları müzesi, kaçırılmayacaklar arasında. GeçtiÄŸimiz yıl vefat eden, 75 yaşındaki, eski bakkal Salim Mutlu’nun amatörce topladığı koleksiyonu, yarımadada savaÅŸtan geriye kalanları gözler önüne seren birçok müzeden daha zengin.ÇANAKKALE’DEYKEN...Çanakkale’ye 30 kilometre mesafede, bir baÅŸka savaÅŸ alanı var; Truva... Savaşın nedeni, güzel Helen’in kaçırılması gibi görünse de gerçekte yine BoÄŸazlar, yine Anadolu’nun zenginliÄŸi...14-HERAKLEÄ°A’DA TREKKÄ°NG/ Bafa GölüAntik Latmos... Herakleia... Bugünkü, Bafa Gölü kıyısındaki, Kapıkırı Köyü... El deÄŸmemiÅŸ, büyülü bir yer... Sanki, gökten taÅŸ yaÄŸmışçasına, garip ÅŸekilli, volkanik kayaların kapladığı BeÅŸparmak DaÄŸları’nın altında, uçsuz bucaksız bir göle bakan, horozları, inekleri ve ekili tarlalarıyla huzurlu bir köy. Daha yukarılarda ise bambaÅŸka uygarlıkların bıraktığı izler; maÄŸara insanları ve yükseklerdeki çilehanelerde inzivaya çekilen keÅŸiÅŸler... BeÅŸparmak DaÄŸları’nın yamaçlarında bazen kolay bazen zorlu, ancak her biri son derece keyifli trekking parkurları var. Bizans dönemi manastırları, surlar, kral yolları, tapınaklar, tarih öncesi çaÄŸlara ait maÄŸara resimleri... Özellikle Latmos manastırlarının en büyüklerinden biri olan Yediler Manastırı’nı ve yuvarlak bir kayanın içi oyularak kovuk haline getirilmiÅŸ ve tavanları fresklerle süslenmiÅŸ çilehanesini kaçırmayın. Manastıra tırmandığınızda, nefes kesici, göle hakim bir manzarayla karşılaÅŸacaksınız. ÇoÄŸunlukla parkurlar iÅŸaretlenmemiÅŸ olduÄŸundan, bir rehber eÅŸliÄŸinde gitmek gerekiyor. Hemen hemen bütün pansiyonlar, rehberlik hizmeti veriyorlar. 15-ÖZEL CAMÄ°LERTürkiye’nin dört bir yanında, hálá kullanılmakta olan, mimarileri ve süslemeleriyle özel camiler var. Burada yer verdiklerim, gördüklerimden sadece birkaçı. Mimar Sinan’ın, ‘’ustalık eserim’’ dediÄŸi, Edirne’deki muhteÅŸem Selimiye Camii ya da sadelikle estetiÄŸin çarpıcı bir örneÄŸi olan, Ä°stanbul’daki Süleymaniye Camiin’den bahsetmeden geçmek mümkün deÄŸil. Yine Edirne’de, ön kapısının iki yanındaki devasa kaligrafilerle Eski Cami, 12. yüzyılın baÅŸlarında, bir manastır olarak yaptırılan, Pantokrator Kilisesi’nden dönüştürülen Ä°stanbul Zeyrek’teki Molla Zeyrek Camii, caminin içinde abdest alınan, 16 köşeli, mermer ÅŸadırvanıyla sıradışı bir özelliÄŸe sahip olan Bursa Ulu Cami, Kastamonu’ya 18 kilometre mesafedeki, 634 yıllık, çivi kullanılmadan yapılan, muhteÅŸem kapılı, ahÅŸap Mahmut Bey Camii, yine ahÅŸap olan ve Anadolu’nun aÄŸaç çatı ve direkli, düz tavanlı ulu camilerin en büyüğü ve en özgün kalabilmiÅŸ olanı BeyÅŸehir’deki EÅŸrefiye Camii, Ödemiş’e 19 kilometre mesafede, Bademli Köyü’nde, çarpıcı kalem iÅŸleriyle ünlü Kılcı Mehmet AÄŸa Camii, simetrik olmayan mimarisi, tamamına yakın antik devÅŸirme malzeme kullanılarak inÅŸa edilen duvarları, sonradan ilave edilen ve açık bir merdivenle çıkılan minaresiyle Milas Ulu Cami...Â
button