Güncelleme Tarihi:
Geçen haftanın haber bültenleri, siyasetiyle sporuyla, gözyaşı performansı açısından Hıçkırık filmini aratmıyordu.
Bir yanda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir yanda Trabzonsporlu Volkan Şen: Şöyle süratli bir zap turunu, ikisinden birinin gözü yaşlı görüntüsüne ya da onların gözyaşlarını ‘yorumlayan’ birilerine rastlamadan tamamlamak zoru başarmak anlamına geliyordu.
Başbakan’ın, canlı yayında, Müslüman Kardeşler liderlerinden Muhammed el-Biltaci’nin, Adeviye Meydanı’nda öldürülen 17 yaşındaki kızı Esma’ya yazdığı mektubun okunduğu sırada sıradan bir vatandaş ve baba olarak hislenip gözyaşı dökmesi...
Gencecik bir futbolcunun taraftardan aldığı tepkiler yüzünden hırslanıp sahayı terk ederken yaşlarını formasına sile sile, hüngür şakır ağlaması...
Zaten Kırkpınar’daki güreşçilerin de alayı dopingli çıkmış durumda biliyorsunuz; testosteron cephesinde derin tefekkürlere dalan ‘endişeli maço’muz bol oldu.
Bizim toprakların en sert arenalarında, siyaset ve futbol sahnelerinde yaşanan bu yumuşak karın sergileri, tarihimizin mutad tartışmasını yine yeni yeniden gündeme getirdi: Erkek adam ağlar mı? (Erkek ağlar mı, sorusu kesmez; adam ağlar mı, sorusu da keza; erkek adam diyeceksiniz; şöyle ağız dolusu, pekiştire pekiştire...)
CHAVEZ BİLE AĞLADI
Ağlayan Başbakan olunca, anında haber sitelerinde gözyaşlarını aklayan galeriler döşenildi: Ne münasebet, bir tek bizimki değildi ki; dünya lideri dediğin zaten ağlardı: Bak mesela Obama da şöyle ağlamıştı; Putin de böyle ağlamıştı; hatta komünist momünist ama Allah seni inandırsın, Chavez bile ağlamıştı!..
Sosyal medyada hani neredeyse seferberlik ilan edildi; #AğlamaUstaSeninleGururDuyuyoruz şeklinde hashtag’ler açıldı; oralarda 140 karakterlik güzellemelerle ağlamanın nasıl erdemli bir şey olduğu dile getirildi, vs...
Ki bence de öyledir. Gözyaşlarını, her türden çemkirme ve ayar hallerine; maço toplumun iliğine kadar sinmiş tüm klişelere binlerce kez yeğlerim...
Erkeğini bilemeyeceğim; insan olan, ağlar. O kadar.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, elle tutulacak yanı olmayan “Ağlayan adam çaresiz adamdır” cümlesine cevaben Hüseyin Çelik’in dediği gibi: “Ağlamak insancadır ve insana mahsustur. Bugüne kadar sığırların ağladığı görülmemiştir. Erkekler ağlamaz diyorlar. Erkek kalp sahibiyse, şefkat ve merhamet sahibiyse, erkek de yeri gelirse ağlar.”
Bunun bu saatte hâlâ tartışılıyor olabilmesinin sakilliği şöyle kenarda dursun, erkeklerin ağlamadığına dair veri nerede mevcut, ben onu anlamıyorum asıl.
Şahsen bir ömürlük merakıma mucip olmuştur; erkek adam ağlamaz türünden mesnetsiz bir iddianın vaktiyle böylesine kök tutabilmiş olmasına şaşar dururum.
Kimse kusura bakmasın -ki zaten kusura bakılacak bir şey söylediğimi sanmıyorum- hayatım boyunca tanıdığım sulugözlerin hemen hepsi erkekler arasından çıkmıştır.
Ki ortaokul ve liseyi, o dönemde sadece kız öğrencilerin alındığı bir okulda okudum: Ergenlik dönemi diyorum; yüzzzlerce kız çocuğu ve genç kız diyorum; buna rağmen ve binaen diyorum; düşünün yani...
Gerekirse ve kafaya kodu mu oturtur türden bilekli bir babam vardır. Bununla birlikte büyüdüğüm evde, dört kişilik çekirdek aileyle TV karşısına geçip acıklı film filan izlediğimiz durumlarda, ilk ve çoğunlukla tek bühürdeyen, evin yegâne erkek elemanı olmuştur hep. Biz; annem, ablam, ben, kazık gibi dururuz; babamsa gözleri kan çanağına dönmüş, burnunu siler durur...
İlerleyen yaşlarımda, babamı arkadaşlarıyla maç ortamında sarılıp ağlaşırken görmüşlüğüm de var; meyhane masasında rakı kadehi tokuşturup ağlaşırken de...
Cengiz Amca’nın çocukluk arkadaşım olan kızı Burcu’dan daha yüksek sesle ve kesinlikle daha sık ağlayabiliyor olması, benim için ne tek ne de enteresan bir örnektir yani.
İlkokulda, sınıf öğretmenim kadındı ve onu gözleri yaşlı hiç görmedim ama bayrak töreninde ağlayan okul müdürü figürü var belleğimde mesela: Erkek adamdı...
Basketbol antrenörümüzün (erkek adam) bir maçta hırstan hüngür hüngür ağladığına şahidim ki nedir yani, en iyi halükârda hentbol maçı tadında skorlarla neticelenen okul müsabakalarıydı oynanan...
HİSLİ TATLISES
Geçmiş hukukların yüzü suyu hürmetine manital mevzulara hiç girmiyorum ama anladınız siz işte...
Ülkenin bilumum hassas ruhları benim çevremde toplanmış olamaz herhalde ama yine de “Bu ne tümevarıvermektir kardeşim” şeklinde celallenecek okura sadece iki kelimem var: İbrahim Tatlıses.
Memlekette eril afra tafra dediniz mi başkasını aramayacaksınız. Bununla birlikte onun kadar dokunmatik ağlayan bir model de zor bulursunuz.
Türkü mü hislendirdi; otur ağla... Haciz mi geldi; topla basını, geç karşısına ağla... Çeteden mi yargılanıyorsun; salla beyaz mendili, namusum de, şunu de bunu de, ağla... Kız sana yüz mü vermedi, sözünü mü dinlemiyor; ne münasebet; önce kafasını kır, sonra çök ağla... Ağlamak insancadır... da?.. Bizim bir kısım erkekler, biraz da böyle ağlar işte...
SEYİRCİ İNANIR MI?
Hüseyin Çelik, şu sığırlı argümanın harı pek kesmemiş olsa gerek, Twitter’da da açıklama getirmeye devam etti:
“Sayın Başbakan ‘Şuna buna niye ağlamadı’ diyen zatlara söylüyorum: Sayın Başbakan kime ve neye ağladığının çetelesini tutup size sunmak zorunda mı? Vatandaş, Sfenks gibi, robot gibi lider istemiyor. Kendisi gibi insan istiyor.”
Üç Oscar’lı az sayıdaki oyuncudan biri olan Ingrid Bergman, her aktrisin hayatında en az bir kez maruz kaldığı o meşum soruyla karşılaştığında; filmlerde nasıl ağlayabildiğini şöyle açıklamıştı: “Önemli olan gerçekten ağlayıp ağlamamanız değil, seyircinin ağladığınıza inanıp inanmadığıdır.”
Demem o ki: Madem vatandaş nasıl lider istiyor -haliyle- umursuyorsunuz ve insanlık mönüsünden bir tepsi sunuyorsunuz; Başbakan gözyaşlarının çetelesini de sunmak zorunda; evet...
Roboski’deki çocuklara niçin ağlamadı, Ali İsmail’e niçin ağlamadı, bunların yanıtını vermek zorunda; evet...
Hem ayrıca, bu ne gözyaşı, bu ne savaş desteği diye sorası gelir insanın; geliyor da nitekim, evet...
Aksi takdirde “Kimine insan kimine Sfenks”e dayanıyor mevzu; evet... Bir inandırıcılık meselesi var; evet...
Seçmece ağlayınca da geçmiyor; hayır...