Güncelleme Tarihi:
Loş ışıkta iyice koyulaşan kahverengi gözleri Agatha Christie’ye takılmıştı; sanki hapsedildiği çerçeveden fırlayıp kalbine bıçağı saplayan oymuş gibi alıngan bir ifadeyle bakıyordu siyah beyaz fotoğrafa.
“Hemen ölmüş” diye mırıldandı maktulü incelemekte olan Zeynep: “Sanırım damarları kesilmiş.”
İlgimi maktulün kolundaki pahalı saat çekmişti. Camı parçalanmış, akreple yelkovan tam 12.00’de durmuştu.
“Belli ki katiline direnmiş.” Ali’ydi bu fikri ileri süren: “Çıplak olması da manidar. Adam iş üzerindeymiş galiba?”
Zeynep’in yanaklarına tatlı bir pembelik yayıldı. Ali fark etti, gözlerinden muzur bir ışık geçti, belki bir şeyler daha söyleyecekti ki, dışarıdan gelen gürültüler engel oldu.
“Agatha Christie’ydi!” diyordu kapının önünde bir kadın sesi: “Evet, onun hayaletiydi.”
Yardımcılarımı odada bırakıp dışarı çıktım. İncecik bir kız, telaş içinde anlatmayı sürdürüyordu karşısındaki kısa boylu adama:
“Valla diyorum Erol Bey. Agatha Christie’ydi, neden inanmıyorsunuz?”
“Nimet kendine gel” diye sakinleştirmeye çalışıyordu Erol. “Ne Agatha’sı, ne hayaleti, abuk sabuk konuşma...”
“Ama gördüm, aynı fotoğrafındaki gibiydi, saçları, kıyafeti...”
“Emin misin Agatha Christie’nin hayaleti olduğundan?” diye kestim Nimet’in sözünü. Karşısında polis amirini görünce duraksadı kızcağız. Erol Bey, durumu kurtarmaya çalıştı:
“Yok Başkomiserim, olur mu öyle şey! Karanlıkta müşterilerimizden birini hayalete benzetti herhalde.”
“Lütfen” dedim. “Bırakın da o konuşsun. Evet, Nimet, anlat bakalım, nasıl gördün Agatha Christie’yi.”
Sesimdeki güven veren tını işe yaramıştı.
“Oradan çıktı Başkomiserim...” Titreyen eliyle, 411 no’lu odayı gösteriyordu. “Sanki yürümüyor da halının üzerinde uçuyor gibiydi. Önce asansörün önünde durdu, sonra merdivenlere yöneldi, göz açıp kapayıncaya kadar da kayboldu.”
“Nasıl kayboldu?”
“Kayboldu işte.”
Bakışlarım koridorun tavanını taramaya başladı. Ne düşündüğümü anlayan Erol, köşedeki yuvarlak cam cihazı gösterdi:
“Güvenlik kamerası orada Başkomiserim. Bence anlamsız ama isterseniz kayıtları da izleyebiliriz.”
Kamera kayıtlarını izleyeceğimiz alt kattaki odaya giderken, anlatmayı sürdürdü Erol:
“Sürekli müşterilerimizdendi rahmetli Burçin Bey. Yeni zenginlerden. Emlak işi yapıyormuş. Evi İstanbul’da ama özel günlerde otelimizde kalırdı. Evet, Burçin Bey gibi pek çok Pera Palas âşığı var. Otelimizde kalmak, onlar için geceyi geçirmekten çok, tarihin havasını solumak anlamına gelir.”
Kalmak nasip olmasa da aslında ben de çok severdim Pera Palas’ı. İstanbul’un simgelerinden biriydi bu otel. Son yüz küsur yılda birçok ilginç olaya sahne olmuştu. Bu cinayetle de atmosferine yepyeni bir gizem katılmış oluyordu.
Kamera kayıtlarıyla ilgili görevli yoktu ama becerikli Erol Bey hemen buldu kayıtları, az sonra da bilgisayar ekranından akmaya başladı görüntüler. Evet, işte Agatha Christie’nin odasının bulunduğu dördüncü kat... Evet, saat 12.00. Nimet 402 No’lu odaya bir tepsi içinde yiyecek götürüyordu. Derken, hepimizi şoka uğratacak görüntü girdi ekrana. Ünlü yazarın İstanbul’a geldiğinde kaldığı 411 No’lu odanın kapısı açıldı ve Agatha Christie usulca süzüldü dışarı.
“Dur, durdur şunu!”
Anında uydu komutuma Erol. Donup kaldı ekranda Agatha. Dikkatle incelemeye başladım. Romanlarının hayranı olmama rağmen elbette yakından görmemiştim onu ama kaldığı odadaki resme çok benziyordu. Elbette onun epeyce genci...
“Tamam, devam edebilirsiniz Erol Bey.”
Görüntü yeniden akmaya başladı. Hayır, elbette uçmuyordu Agatha Christie ama hızlı hareket ediyordu. Önce asansörün önüne geldi, bekleyecek hali yok gibiydi, panik içinde merdivene yöneldi. Basamaklardan hızla aşağıya indi.
“Nimet haklıymış” diye mırıldandı Erol tuhaf bir sesle: “Gerçekten de Agatha Christie öldürmüş Burçin Bey’i...”
O anda açıldı kapı ve bizim Ali’nin yüzü göründü.
“Maktulün karısı Tomris Hanım geldi Başkomiserim, sizi bekliyor.”
Kubbeli salonda büyük resmin önündeki koltuğa çökmüştü kadın. Aramızda birkaç metre kalmıştı ki, beni görünce kaşları çatıldı, öfkeyle ayağa fırladı: “Katil! Katil! Onu sen öldürdün.”
Ne diyeceğimi bilemeden öylece kalakaldım. Allah’tan hemen arkamdan yükselen bir itiraz, şaşkınlığımı sona erdirdi: “Yalan söyleme, asıl katil sensin!”
Başımı çevirince iki adım geride, yakışıklı bir adam gördüm. En az kadın kadar öfkeliydi, işaret parmağını kaldırmış saydırıyordu: “Kıskanç kadın! Burçin’i sen öldürttün.”
“İftiracı... Pis adam.” Adamı Zeynep’e gösterdi: “İşte aradığınız katil bu Rüştü alçağıdır. Hemen tutuklayın onu.”
“Hayır, onu tutuklayın” diye bağırdı Rüştü.
“Yeter” diye sesimi yükselttim. “Herkes sakin olsun bakalım.”
“Ama efendim” diyecek oldu adam, omuzlarından tutup sarsaladı Ali.
“Aması maması yok, sus dedik.”
Deli deliyi görünce değneğini saklar demişler ya, anında süt liman oldu ortalık. Rüştü’ye döndüm:
“Burçin’in ölüm haberini kimden aldınız?”
Öfkeyle kadına baktı adam:
“Kimden olacak, ondan... Suçu üzerime yıkacak ya, bir saat önce arayıp ‘Sonunda Burçin’i öldürdün. Ben de seni öldüreceğim’ diye tehdit etti.”
Tomris karşı çıkacak oldu.
“Lütfen!” dedi Zeynep: “Lütfen Tomris Hanım, sizi de dinleyeceğiz.”
“Burçin’in burada öldüğünü nereden biliyordunuz?” diye laf soktu Ali.
“Ortağım olur Burçin. Bu yılbaşını Pera Palas’ta geçireceğini söylemişti. Ne olduğunu söylemedi ama yıllardır hayal ettiği bir fantezisini gerçekleştirecekmiş. Üç aydır eve gitmiyordu zaten. Ayrılmıştı bu kadından.”
“Ayrılmadık, sadece evleri ayırdık...” diye itiraz etti Tomris ama sesi artık eskisi kadar güçlü çıkmıyordu.
“Neden?” diye sordum kadına dönerek. “Niçin evleri ayırdınız?”
Nefret dolu gözlerle Rüştü’ye baktı:
“Onun yanında konuşmak istemiyorum.”
Başımla Rüştü’yü işaret ettim.
“Ali, sen bu arkadaşla Orient Bar’a geç, ortaklıkları nasıl gidiyormuş filan bir anlatsın bakalım. Biz de Tomris Hanım’la sohbet edelim biraz.”
Kadının karşısındaki koltuğa yerleştim, oksijen sarısı saçları dağılmıştı, yaklaşan ihtiyarlığın şimdiden beliren çizgileri koyu ışıkta iyice derinleşmişti.
“Evet Tomris Hanım, sizi dinliyoruz...”
Alt dudağını çiğnemeyi bıraktı.
“Doğru, kocamla sorunlarımız vardı. Kavgalıydık...”
Gözleri doldu, nerdeyse ağlayacaktı.
“Niçin kavgalıydınız?”
Bakışlarını kaçırdı..
“Mahrem meseleler...”
“Cinayet soruşturmasında mahrem olmaz” dedi Zeynep ikna edici bir sesle. “Her şeyi bilmek zorundayız.”
Derinden bir iç geçirdi Tomris.
“Burçin ilginç bir insandı. Hep heyecan, hep macera arardı. Agatha Christie’ye duyduğu hayranlık da bu yüzdendi. Onun kitaplarını okurken, kendini hem katil, hem kurban, hem de dedektif gibi hissettiğini söylerdi. Ben de sesimi çıkarmazdım elbette. Romanlarda, filmlerde macerayı yaşamanın ne zararı var? Ama by pass ameliyatından sonra çok değişti. Bambaşka biri oldu.”
Merakla sordum:
“Dedektiflik filan mı yapmaya başladı?”
Yeşil gözleri utançla gölgelendi.
“Keşke öyle olsa, başka kadınların peşinden koşmaya başladı. Elli yaşını geçince erkeklere bi’şeyler oluyor. Ama onu Rüştü ayarttı. Genç kız etine düşkün bir canavardır o herif. Aynı zamanda akıllı bir adam. Bizimkinin fikrini de öyle çeldi zaten. Moskova’da gece uçuşları, Uzakdoğu’ya seks turları... Neyse işte, allem etti kallem etti ortak girdi şirkete. Evimizin ne tadı ne tuzu kalmıştı. Onurlu bir insan nasıl katlanabilir ki böyle bir rezilliğe. Gerçi sonra anladı Burçin bu Rüştü’nün ne mal olduğunu ama iş işten geçmişti. Zaten Burçin ayrılalım deyince de ölümle tehdit etmiş.”
“Kimden duydunuz bunu?” diye atıldı Zeynep. “Üç aydır ayrıymışsınız kocanızla.”
“Bizzat Burçin söyledi, ayrılmıştık ama konuşuyorduk. Kendisinin bu hale gelmesinden Rüştü’yü sorumlu tutuyordu. Açıkça itiraf etmedi, fakat eve dönmek istediğini hissettim. Belki de bu yüzden öldürdü onu Rüştü. Çünkü başından beri benim bu ortaklığa razı olmadığımı biliyordu. Burçin bana döneceği için öldürdü onu...”
Kadın daha fazla tutamadı kendini, gözyaşlarını koyverdi. Sakinleşmesi için onu Zeynep’le bırakıp Rüştü’yle konuşan Ali’nin yanına geçtim.
“Yok Ali Komiserim, ben niye öldüreyim Burçin Abi’yi.”
Orient Bar’ın kapısından adımımı atar atmaz ilk bu sözler çarptı kulağıma. Hiç şaşırmadım, yardımcım, “Niye öldürdün lan adamı?” diye bodoslama dalmış olmalıydı.
“Bana hiçbir kötülüğü yoktu ki.”
“Seni ortaklıktan çıkarmak istiyormuş” diyerek çöktüm masalarına. “Az önce Tomris Hanım anlattı.”
“Yalan söylüyor Başkomiserim, Burçin Abi, öz kardeşi gibi severdi beni. İnanmıyorsanız şirkettekilerle konuşun. Asıl nefret ettiği kişi Tomris’ti. Ayrılmak istiyordu kadından.”
“Başka kadınlara zaman ayırmak için mi?”
Erkeklere özgü o yılışık gülümseme belirdi dudaklarında:
“Evet Başkomiserim, Burçin Abi’nin gönlü gençti. ‘Yiyelim içelim dünyadan zevk alalım’ diyordu. Saklamıyordu da Tomris’e dünyanın parasını teklif etti, boşanalım diye. Ama kadın yanaşmadı. Kıskançlıktan deliye dönmüştü. Bir keresinde Antalya’da bastı Burçin Abi’yi, olay basına yansıdı. Rezalet! Fakat kadının umrunda değil... Sonunda, kiralık bir katil tutup öldürttü adamı işte...”
Her iki zanlıyla da sabaha kadar konuştuk ama karşılıklı ithamlar dışında bir sonuca ulaşamadık.
“Bence Rüştü yapmıştır bu işi” dedi Ali, Pera Palas’tan ayrılırken: “O herifi gözüm hiç tutmadı.”
Arkadaşını onayladı Zeynep:
“Evet, Tomris, tutkulu bir kadın. Kıskançlık nedeniyle adamın canına kastedecek olsa bunu bizzat kendi yapardı. O bıçağı bizzat kendi elleriyle saplardı kocasının kalbine. Bence de bu işi Rüştü yapmıştır.”
Fena halde yanılıyorlardı, bizi katile götürecek yol Agatha Christie’den geçiyordu. Onları merkeze bıraktıktan sonra eski Yeşilçam’ın ünlü yönetmeni, şimdi televizyon dizilerinin becerikli yapımcısı Arif’i aradım. Bu günlerde kullandıkları en iyi özel makyajcıyı sordum. Silikon Hayri diye birinin telefonunu verdi, eklemeyi de unutmadı: “Türkiye’de bulabileceğinin en iyisi bu Başkomiserim.”
Silikon Hayri’nin stüdyosu Bebek’te eski bir yalıdaydı. Ünlü polisiye yazarının fotoğrafını görür görmez, şaşkınlıkla mırıldandı:
“Bu yıl Agatha Christie’nin doğmunun yüzüncü yılı filan mı?”
“Hayrola, niye sordunuz?” dedim.
“Bir hafta önce de bir kızcağız geldi, elinde Agatha Christie’nin resmiyle. ‘Bu kadının gençliğine benzemek istiyorum’ dedi. Ama sadece makyaj değil, kadının yaşadığı dönemin giysilerini de bulmamızı istedi. Bulduk, dün de makyaja geldi. Kızı, Agatha’ya benzettik. Başarılı da oldu. Fotoğrafını bile çekmiştim.”
Dağınık masasının üzerini karıştırdı, ıvır zıvırı eşeledi, sonunda buldu:
“İşte burada...”
Evet, Pera Palas’ın güvenlik kamerasında gördüğümüz Agatha Christie’nin gençliği gülümsüyordu fotoğraftan bize. Ben de Hayri’ye gülümseyerek sordum: “Şu Agatha Christie’ye çevirdiğin kızın telefonu var mı sende?”
“Olmaz mı” diyerek, yine daldı masanın üzerindeki ıvır zıvırın arasına. “İşte burada.” Elindeki pembe kartvizi uzattı. “Kızın adı Tülin... Tülin Hoşbakan.” Kartı burnuma tuttu: “Çok da hoş kokuyor. Chanel No 5. Marilyn Monroe’nun parfümü...” Hınzırca göz kırptı: “Anlayacağınız pahalı zevkler sunan zarif bir esnaf kızımız.”
Pahalı zevkler sunan zarif kızımızı biraz araştırınca, fuhuştan iki kez gözaltına alındığını öğrendik. Ataşehir’deki dairesinde eşyalarını toplarken bulduk Tülin’i. Boylu poslu, hoş bir kızdı. Sağ gözündeki taze morluk bile gölgeleyemiyordu güzelliğini. Bizi karşısında görünce hiç şaşırmadı. Direnmeden olanı biteni anlatmaya başladı.
“Eski müşterimdi Burçin Bey. Aslında iyi bir insandı. Çılgın biri, hep yeni şeyler denemek isterdi. İki hafta önce buluştuğumuzda, ‘Bu yılbaşı manyak bir olay yapacağız’ dedi. Ben de yoksa Paris’e mi gideceğiz? diye sevindim. ‘Ne Paris’i kızım?’ diye tersledi. ‘Oranın modası çoktan geçti. Biraz hayal dünyanı kullan. Seni dünyanın en tanınan yazarı haline getireceğim.’ Ben de saf saf sordum. ‘Kimmiş o yazar?’ Küçümseyerek baktı yüzüme. ‘Kim olacak’ dedi. ‘Agatha Christe.’ Sonra bir kahkaha attı. ‘En büyük fantezim Agatha’yla yatmaktı. Bu yılbaşı fantezimi gerçekleştireceğim. Saat tam on ikide polisiye romanların kraliçesiyle sevişeceğim. Yani tatlım, sen Agatha olacaksın.’ Müşteri her zaman haklıdır; dediğini yaptım. Silikon Hayri’ye gittim, tıpkı Agatha Christie’ye benzedim.
Burçin Pera Palas’ta 411 Nol’u odada beni bekliyordu. Sanki Agatha Christie’ymişim gibi karşıladı beni. Komikti ama renk vermemeye çalıştım. Yedik içtik, o dönemin müziklerini dinledik, tuhaf danslar ettik. Saat 23.45 gibi sevişmeye başladık, amacını gerçekleştirmek için tam saat 24.00’ü hedeflemişti. Fakat Burçin gergindi, bir türlü sertleşemiyordu. Sakinleşmesini söyledim. Yeniden denedik, yine başaramadı. ‘Agatha Christie yüzünden’ diyecek oldum, ‘Sen sus’ diye azarladı. ‘Aklının ermediği işlere karışma.’ Sustum, ne isterse yapmaya başladım. Bütün maharetimi kullandım fakat nafile, erkekliği bir türlü uyanmıyordu. Şefkat göstermek istedim. ‘Takma kafanı, başka bir zaman deneriz’ diye saçlarını okşayacak oldum. Elimi itti. ‘Senin yüzünden’ diye çıkıştı. ‘Senin yüzünden orospu, iyi oynayamadın Agatha rolünü.’ O öyle deyince ben de kendimi kaybettim. ‘Sen kaldıramıyorsan, neden ben suçlu oluyormuşum’ diye bağırdım. Birden üzerime saldırdı, suratıma sert bir tokat indirdi, daha da vuracaktı ki, komodinin üzerinde duran meyve bıçağını kaptığım gibi sapladım göğsüne. Evet, öylece yığıldı yatağın üzerine. Galiba o anda öldü. Ama tuhaftır ölmeden önce, suçlayan bakışlarını bana değil, o ünlü yazara çevirmişti.”