Ağaç kabuğundan kibrit çöpüne

Güncelleme Tarihi:

Ağaç kabuğundan kibrit çöpüne
Oluşturulma Tarihi: Aralık 27, 2004 18:14

“Kibritçi kız diye tanıdık onu. Geçen gün fotoğrafı vardı gazetelerde… Çömelmiş, önünde kibritleri, gözlerimizin içine bakıyordu. Kahverengi kahverengi… İki hafta önce, 12 yaşında başlamış okula.” (Size verdiğim sözü tutuyorum. Güldal Kızıldemir, Birgün’deki güzel pazar röportajını kullanma iznini - yıldırım hızıyla - verdi sağ olsun. Bugün, manşetimizde Nurgül, söz Güldal Kızıldemir’in...)


Ağaç kabuğundan kibrit çöpüne

Kibritçi kız diye tanıdık onu. Geçen gün fotoğrafı vardı gazetelerde… Çömelmiş, önünde kibritleri, gözlerimizin içine bakıyordu. Kahverengi kahverengi… İki hafta önce, 12 yaşında başlamış okula.

Samandıra'da, tamamlanmamış bir gecekonduda bekledim Nurgül'ün okuldan dönmesini. Üzerinde ince bir ceket vardı eve geldiğinde. Elleri kızarmıştı, titriyordu ve gülümsüyordu.

On'lu yaşlarının başlarındaki Nurgül'le, sıvaları henüz kurumamış bir gecekondunun tek odasında, ıslak bir soğukta konuştuk. Gülümsemesi hiç eksik olmadı yüzünden. Erzurum'un Hınıs İlçesi'nin Karaağaç köyünde, "taşları bile çok güzel, buralara hiç benzemeyen o köyde" başlayan mutlu, sevgi dolu yaşamına bir anda onca acı nasıl dolmuş, inanamadım. Hala nasıl böyle güzel, böyle içten gülebildiğine de… Sadece on iki yıldır yaşıyor Nurgül. İlk altı yılında "sıcacıktı" dediği babasını kaybetmiş. Annesi 'aklını yitirmiş', sonra evlenmiş gitmiş. Üç kardeşinden ayrı düşmüş. Son altı yılda ise, onları hiç görmemiş. Bir tek en büyük ağabeyini… Ara sıra.

Şimdi anne dediği yengesi, baba dediği amcasıyla birlikte yaşıyor. Asıl annesi, rüyasında bir şeyler uzatıyor kimi zaman, onları alıyor.

Şakacı, neşeli bir babanın, Haki'nin, güleryüzlü kızı o. Ölüm döşeğinde, başucunda bekleyen küçücük kızını, öldüğünü görüp üzülmesin diye, uzak bir ağacın kabuğunu almaya gönderen ince bir babanın kızı. Kızların okumadığı bir köyde, 'kızım okusun' diyen bir babanın kızı. Ağaçları seven bir babanın…

Okuyacak Nurgül. Çalışarak, kibrit çöplerini kutulara doldura doldura okuyacak.

Hem de, ağaç kabuklarından kibrit çöplerine savrulan bir hayatta, gülümsemeyi hiç unutmadan…

*

On iki yaşında başlamışsın okula Nurgül… İki hafta önce. Bir yandan kibritçilik yapıyor, öte yandan okuyormuşsun. Ve her gün 6 kilometre yürüyormuşsun okula gidebilmek için.

Üç hafta oldu şimdi. Bir de, okul müdürü "kıyamam sana" dedi ve servise yazdırdı beni. Parasını kendi ödüyor galiba. Artık yürümüyorum. Çalışmıyorum da. Bir tek kibrit dolduruyorum kutulara. Bin kutu olunca iki milyon lira veriyorlar.

Ne kadar zamanını alıyor bin kutuyu doldurmak?

Bir hafta. Ayda sekiz milyon lira kazanıyorum. Anneme veriyorum parayı, alışveriş yapsın diye.

Okula başlaman nasıl oldu?

Tekstilde çalışıyordum ve çok hevesim vardı okumaya. Bizim köyde kızlar okumaz ama babam çok istiyordu meslek sahibi olmamı. Ama öldü. Bir gün öğle paydosunda muhtara gittim ve okumak istediğimi söyledim. "Babam ben altı yaşındayken öldü, annem evlendi, altı yıldır amcamların yanında kalıyorum ve okumak istiyorum" dedim. Yardımcı oldular ve başladım okula.

Nurgül, köyden İstanbul'a amcanla yengenin yanına geldiğinde altı yaşındaymışsın. Hatırlıyor musun köyünü?

Evimizi hatırlıyorum. Bir oda bir de salonumuz vardı. Kardeşlerim vardı… Abim Ayhan, ablam Ayşe bir de en küçük İbrahim… İbrahim'in doğduğu günü çok iyi hatırlıyorum. Çok küçücüktü, yeni doğmuştu. Kadınlar vardı evde, yardım ediyorlardı anneme. Babam ot topluyordu hayvanlar için, müjdeyi ben götürdüm babama. 'Müjdemi isterim, oğlun oldu' dedim. Kırmızı taşlı küpe istedim…

Aldı mı?

Aldı ama takmak nasip olmadı. Anneme verdim küpeleri, biri kırıldı, biri kayboldu. İbrahim bir yaşına varmadan babam öldü. Sonra her şey berbat oldu.

Neden öldü baban?

Kan kanseri oldu. Doktora götüremediler, paramız yoktu. Çok pahalıymış. Sonunda hastaneye götürdüler. Doktor demiş ki, yapacak bir şey yok artık. Götürün, çocuklarının arasında ölsün… Eve getirdikten sonra öldü. İki hafta yaşamış galiba… İlaç alamıyorduk, çok ağrıları vardı. O ölünce çok mutsuz olduk biz. Babam çok iyi bir insandı çünkü… Herkes çok severdi babamı. Bütün köyün çocukları. Çok şakacıydı. Çok seviyordum onu.

Baban da seni sever miydi?

Hem de çok. Gıdıklardı beni, öperdi, dördümüzü de çok severdi haki.

Haki nedir?

Haki babamın adı. Haki derdik ona, baba demezdik.

Annene ne diyordunuz?

Anne diyorduk herhalde, onu çok iyi hatırlamıyorum. Babam bizi hiç üzmezdi. Hiç kızmazdı. Annem bizi dövse ona kızardı. En son günü de hatırlıyorum…

En son dediğin… öldüğü gün mü?

Evet. Evde öldü babam. Ben de başındaydım, çok iyi hatırlıyorum, onu seyrediyordum. Ecelle savaşıyormuş galiba, çok halsizdi. Böyle gözünü kapatıp açıyordu. Bir ağaç vardı köyde. Çok severdi o ağacı babam. Başını kaldırdı, dedi ki "Git bana o ağacın kabuğunu getir kızım." Koşa koşa gittim getirmeye. Döndüğümde babam ölmüştü.

Uzakta mıydı ağaç?

Uzaktaydı. Hem de kar yağıyordu. Çok üşüyordum.

Üstüne bir şey giymeden mi çıkmıştın?

Üstümde kırmızı montum vardı. Babam almıştı… Eve döndüğümde ağaç kabuğu elimdeydi ama herkes ağlıyordu. Sonra, hatırlamıyorum, biri mi aldı elimden ağaç kabuğunu, yoksa düşürdüm mü… Onun yanına varmaya çalıştım, koymadılar. Yüzüne bakmaya çalıştım. İttiler beni. Herkes su taşıyordu. Sonra erkekler kapının önünde yıkadılar babamı. Taşların üstünde… Kar yağıyordu. Hiç üşümüyor mu acaba diye düşündüm….

Babanı nasıl hatırlıyorsun Nurgül? Baba deyince ne geliyor aklına? Biraz düşün... Ben Haki deyince senin aklına ne geliyor?

Sıcak geliyor.

Neden sıcak?

Annem banyo ettirirdi bize. Babam da sobayı yakar, havluyu sobada ısıtır beklerdi. Banyo biter bitmez havluyla sarardı bizi, sıcacık. Hep sıcak hatırlıyorum babamı. Sımsıcak…

Baban öldükten sonra ne gibi değişiklikler oldu hayatınızda?

Her şey değişti işte… Annem evlendi bir sene sonra, Konya'ya gitti. Bizi de dağıttılar, her kardeşim başka bir eve gitti.

Annen evlenene kadar geçen bir senede neler oldu?

Annem çok üzüldü babam ölünce. Çok ağladı, hep ağlıyordu. Bazen, ağlamadığı zamanlarda da ev hep çok sessiz oluyordu, hiç birimiz konuşmuyorduk. Babam çok neşeliydi, hepimizi güldürürdü, hep bizle konuşurdu. Biz de oynamıyorduk artık, dışarıya da çok az çıkıyorduk. Odun getirmeye, su getirmeye filan sadece... Gelen de olmuyordu evimize, kalabalık olmuyordu artık hiç.

Evde de mi oyun oynamıyordunuz?

Oynamıyorduk sanırım. Eskiden hep saklambaç oynardık, evde de saklanırdık, ama sonra? Hiç hatırlamıyorum. Oynamıyorduk. Ayhan abim, Aydın'a amcamların yanına gitti. Sonra bir gün, dedem geldi. Annemin babası olan dedem. Bana dedi ki, "Hadi kızım, gel, senle keçileri sağmaya gidelim". Ben çok seviyordum keçileri sağmayı. Beni elimden tuttu, dedemlere gittik, onların köyüne. Bir daha da geri döndürmediler beni. Annemin yanına dönmeyi çok istedim, çok ağladım, ne olur götürün beni evime, ama götürmediler. Dedemlerde kalmak hiç istemiyordum.

Neden? Sevmiyorlar mıydı seni?

Sevmiyorlardı değil. Bazen seviyorlardı. Ama çok çalıştırıyorlardı. Suyu hep ben taşıyordum. Su taşımak zor iş değil diyeceksin ama çok zor geliyordu bana, ben çok küçüktüm, kovalar da çok ağırdı. Çok yoruluyordum. Ninemle hayvanları yaymağa gidiyorduk. Okula başladım orada güya ama hiç okula gidemiyordum. Bir gün gönderseler üç gün göndermiyorlardı.

Ayşe ablan ve İbrahim ne oldu?

Onlar annemle kaldılar. İlk evimizde… Yani, Haki'yle birlikte oturduğumuz evde, Haki ölmeden…

Bir daha görmedin mi kardeşlerini? Anneni?

Gördüm. Annem, Ayşe ablam ve İbrahim bir gün hep birlikte dedemlerin evine geldiler. Yani annem çocukları alıp kendi babasının yanına taşındı. Ben geldikten bir yıl sonra Haki'yle yaşadığımız evi kapatmışlar, onlar da geldiler.

Çok sevindin, değil mi?

Annemi görünce çok sevindim, koştum eteklerine sarıldım. Ama sonra çok üzüldüm. Aklını yitirmişti annem.

Nereden anladın?

Annesini görünce avaz avaz bağırıp çağırıyordu. Taş atıyordu annesine. Yerden taşları toplayıp fırlatıyordu nineme. Çok korkuyordu annesini görünce. Eskiden ekmek pişirirdi hep, artık hiç yapmıyordu.

Sürekli bağırıp, gelen geçene taş mı atıyordu?

Yok, herkese değil. Aslında bir tek annesine taş atıyordu. Korkuyordu ondan galiba. Belki de kızıyordu, neden doğurdun beni diye. Başka zamanlar da öyle boş boş oturup bakıyordu. Ama bana hala iyi davranıyordu… Akşamları ben onun yanında yatmak için İbrahim'i uyandırıyordum. Anlıyordu hemen. "Kardeşini sen uyandırdın değil mi koynuma girmek için?" diyordu.

Tedavi olmadı mı annen?

Annesi, yani ninem doktora götürüyordu. İlaç veriyorlardı galiba, orasını pek hatırlamıyorum. Şeyi hatırlıyorum… nasıl ayrıldığımızı. Yani en son gördüğüm günü annemi. Ayşe ablamla İbrahim'i de. Bir daha hiç görmedim onları. Yani en son o gündü, öyle çok sarılıp öpmedim bile onları, bir daha göremeyeceğimi bilmiyordum çünkü…

Anlatsana o günü Nurgül. Nasıl ayrıldınız?

Dedem geldi bir gün. Babamın babası yani. Beni aldı, eski evimize götürdü. Benim babamın, Haki'nin evine yani… Orada üç gün kaldık dedemle. Sonra İstanbul'a geldik. Annem, Ayşe, İbrahim köyde dedemlerde kaldılar. Daha sonra hiç görmedim onları.

Sen İstanbul'a amcanlara mı geldin?

Evet. Ondan sonra ama amcama hep baba dedim, yengeme de anne dedim. Babam öldü, annem de yok benim.

İstanbul'daki hayatınla ilgili ne hatırlıyorsun Nurgül? Bu eve mi geldin?

Evet, bu evdi. İlk geldiğimde babam, yani amcam, beni pazara götürüp iki tane atlet, iki tane de eşortman aldı. Ben bir de terlik alması için zorladım. Dedi ki "Kızım param kalmadı". Ben de "Peki, o zaman alma" dedim. Ama gene de aldı. Yengem de çok iyi davrandı bana. Hiç bağırmadı, çağırmadı. Bir kere bile vurmadı. Kendi çocuklarına nasıl davrandıysa öyle davrandı. İki kızı bir oğlu vardı. Onlardan hiç ayırmadı. Hatta yetim ve fukara diye kayırdı bile. Kendi de çok fakirlik çekmiş. Bana hiç ağır iş yaptırmadı. Evde oturuyordum. Hafif işler yapıyordum. Süpürge yapıyordum. Gene de çok ağladım köye dönmek için. Yalvardım, ne olur beni anneme geri gönderin diye. Hep tamam tamam dediler ama göndermediler. Bir bildikleri varmış çünkü.

Neymiş bildikleri?

Annem ben İstanbul'a geldikten iki hafta sonra evlenmiş Konya'ya yerleşmiş.

Ayşe'yle İbrahim?

Onlar köyde kalmış. Ayşe evlenmiş şimdi. İbrahim de ilkokula başlamış. Büyümüştür.

İyi hatırlıyor musun kardeşlerini?

Hatırlıyorum ama şimdi görsem belki de tanımam. Ayşe'nin yüzü biraz aklımda. İbrahim'in yüzünü de hatırlıyorum ama karşıma çıksa onu da tanımam herhalde… Kim bilir ne kadar büyümüştür…

Anneni?

Onun da yüzünü tam hatırlamıyorum şu an. İlk geldiğimde annemi her gece rüyamda görüyordum. Artık hiç görmüyorum. Altı sene olmuş ben geleli. Bir tek geçen gece gördüm rüyamda.

Rüyanda nasıl görüyordun anneni?

Hep aynı rüyayı görüyordum. Böyle bir yerdeyiz, annem bana bir şey uzatıyor…

Alabiliyor muydun uzattığı şeyi, yoksa uyanıyor muydun?

Uyanmıyordum, alıyordum. Ama sorsan bana şimdi, hatırlamıyorum neydi uzattığı…

Geçen gece annemi gördüm gene demiştin…

Evet, çok yeni gördüm. Bir bayan yanıma geliyor, bana diyor ki, "Annenle seni kavuşturacağız…" Dört kardeş, annem ve ben bir araya geliyoruz. İbrahim büyümüş… Annemi bir kez görsem yeter, tek bir kez.

Ya görünce bir daha ayrılmak istemezsen?

Yok, yapmam öyle. Onu rahatsız etmem hiç, onun da bir hayatı varmış. Kızı olmuş vardığı adamdan. Bir gün yanına gitsem, gece bile kalmadan dönerim. Annem ayrıldıktan sonra köye gitmiş, Ayşe ablamı görmüş. İbrahim'i göstermemişler ama kendisine.

Belki gelip seni de bulur… Çok ister misin gelmesini?

Eğer üzülecekse beni görünce, istemem.

'Benim annem yok' diyorsun ama anneni hala çok seviyorsun, değil mi?

Kim sevmiyor ki annesini?

Hayatta en çok ne isterdin Nurgül? Gerçek olacağını bilsen ne dilerdin? İkinci bir şansın olmayacak ama…

Yeniden bir aile olmayı dilerdim. Haki de aramızda olsun….

Peki, bütün hayatında tek bir günü yeniden yaşama şansın olsa, hangi günü seçerdin? Yeniden yaşamak istediğin tek bir gün, ya da bir an…

Bir gün, babamla bir taşın üstünde oturmuştuk. Yazdı. Güneş vardı, çok sıcaktı. Çok güzel taşlar vardı köyde, büyük taşlar… Burada yok o taşlardan. Köyün taşları çok güzeldi. Babamla uzun uzun konuşmuştuk.

Ne konuşmuştunuz?

Ne konuşmuştuk, şimdi hiç hatırlamıyorum. Babam bir şeyler anlatıyordu bana. Ben dinliyordum. Şimdi rüya gibi hatırlıyorum o günü. Ama o günü gene yaşamak isterdim. O taşın üstünde oturalım gene… Babam anlatsın, ben dinleyeyim…

Ne konuştuğunu hatırlamasan da mı?

Evet, konuşsun, ben dinleyeyim…

 

(Güldal Kızıldemir’e teşekkürlerimle, Birgün, 26 Aralık 2004)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!