Güncelleme Tarihi:
Ramazanın ilk günü. 2013’ün ilk iftarı açılacak. İstiklal Caddesi’nde, Galatasaray Lisesi’nin önünden, Taksim’e doğru, Yeryüzü Sofrası kurulacak; birçok yerle eşzamanlı... İnsanlar, sofralarını paylaşacak, ki herkesin oruçlu olmadığı bir iftar sofrası bu. Müslüman olup şimdiye dek oruç tutmamışlardan tutun, farklı dinlere mensup olanlar dahil, büyük bir kalabalık var. Hatta, ‘affedersiniz’, ‘kimse kusura bakmasın’, sofraya çökenlerin bir kısmı Allahsız.
Tabiri caizse, neye inandığının hesabını devlet bürokrasisine bağlamaktan rahatsız ‘imansızlar’ ya da salt imansızlar... Allah sizi inandırsın; her mezhepten Müslümanlar, Hıristiyanlar, Museviler, Budistler, ateistler, eşcinseller, kadınlar madınlar; adamlar madamlar; çocuklar mocuklar...
‘Davetsiz bir hale icabet edilecek.’ Yine de iftar sofrasına ayıp olur mu itinasıyla; “Bakabilir miyiz? Fotoğraf çekebilir miyiz?” diye soruyoruz orada olacağını bildiğimiz, Antikapitalist Müslümanlar’ın öncülerinden İhsan Eliaçık’a önceden telefonda. Muhtemelen, bu ne salak sorudur diye düşünmüştür; kibar bir insan; yüksek sesle dile getirmiyor...
GELİN CANLAR
Eliaçık’ın işi de zor. Bize benzer, sürüyle konu cahiliyle muhatap. Anlayışla yaklaşıyor; tane tane anlatmaya çalışıyor: “Biz insanlara iftar vermedik. Belediyenin yaptığı gibi bir şey söz konusu değildi. “Gelin canlar bir olalım” dedik, birlikte iftar yaptık. 10 sandviç yaptırdım ben; 10 da ayran... Tüm İstiklal Caddesi boyunca, yeni insanlar, yeni fikirler tanıma, toplumsal bilinç uyanışı yaşanıyor aslında.”
Eliaçık’ın, ilk günün ertesinde, şöyle bir güzergâhı vardı: “Benim derdim, halk bir şeye karar verirse, destek olmak. Sonra Saraçhane’dekine katılacağım. Sarıgazi’ye gideceğim, cemevine; sonra Abbasağa Parkı... Mahallelerde forumlar ve iftarlar oluyor. Vatandaş davet ediyor, ben de bakıyorum, vakit olursa gidiyorum.”
Güllacımızı alıp gittiğimiz ilk günün hali şöyle: GS Lisesi’nin önünden, Taksim Meydanı’na kadar, yerlere gazete kâğıtları serilmiş, zeytin ve hurma tadında gülücüklü insanların bağdaş kurduğu uzuuuun bir sıra boyu, elceğizlerle yapılmış ya da yaptırılıp getirilmiş şeylerle bir sofra kurulmuş, iftar topu patlasın diye bekleniyor. İstiklal’in Taksim girişinde, bir TOMA, bir dizi çevik kuvvet elemanı; Taksim Meydanı’na kurulmuş beyaz örtülü iftar davetini, İstiklal Caddesi’ndeki iftar kalabalığından koruyor.
Gerginliğin tadını almak mümkün. Sabahtan beri hep aynı soru dönmüş durmuş: “Müdahale olur mu?”
Bir buçuk aydır, olmaz denen her şeyin olmuş olabildiğini görmüşüz; gözümüz her sokaktan hamle bekliyor. Aba altından sopa gösterisiyle, iftar açılıp tamamlanıyor.
İftarın ertesinde, yan sokaklardan Sıraselviler’e uzanıp, Taksim Meydanı’na çıkıp, beyaz örtülü belediye sofrasına bakıyoruz. Sofralar toplanmak üzere... Catering’de çalışan arkadaşlardan, rutin ‘siz medya var ya siz’ fırçamızı yiyoruz. “Kardeşim, hadi tamam anladık, herkes kızgın da bari siz yapmayın; şu anda belediyenin iftar sofrasına serviste çalışıyorsunuz” diyorum.
Büyük itirazları var. Bir kere, catering servisini Esnaflar Birliği kiralamış; belediyeye çalıştıklarını bilmiyorlarmış. Bir kısmı istifa etmiş. Daha komiği, çocukların bir kısmı, Zileli! “Teybi çalıştırabilir miyim?” dediğim noktada, arazi oluyorlar.
İftarın ertesi günü, İhsan Eliaçık’a, “Dününüz nasıl geçti?” diye soruyorum. “Dün çok güzel geçti; muhteşemdi” diyor. “Bir halk iftarıyla müşerref olduk. Taksim, ilkti. Flamasız, bayraksız, örgütsüz, sponsorsuz; hemen oracıkta bir halk örgütlenmesi ortaya çıktı.” “Engellenebileceğinize dair bir şüphe var mıydı?” diye soruyorum: “Taksim’de sofralar kurulduğunu duyuncaya kadar vardı. Bunlar bir çılgınlık yapabilirler diye geçiriyordum yani ama Taksim Meydanı’na sofralar kurulduğunu duyunca, artık olacak iş değildir dedim. Polisin ve Vali’nin de üzerine bir sükunet, hoşgörü çökmüştür dedim. Ramazanın sükuneti olsa gerek...” Aradaki TOMA faslını nasıl bulduğunu soruyorum...
SOĞUK YÜZLÜ İFTAR
“İki ayrı iftar oluyor. Biri belediyenin resmi iftarı. Seçkin masalar, hizmetçiler... Soğuk yüzlü devlet iftarı... Sultan sofrası... Diğeri, polisle geçişine izin verilmeyip halktan korunan halk iftarı: Hıncahınç dolu. Evden getirdiklerini paylaştı insanlar. Hiyerarşi yok. Yemek 40 çeşit, içecek daha bol. Daha doğal, daha zengin, daha çeşitli bir sofra... İşin ilginç tarafı, bir taraftan, yakın zamana kadar, bu tarafta oturanlar diğer tarafta oturanlardı. Halkla sultan yer değiştirirdi.”
Sizce bu ay nasıl biter sorusuna, yine umutlu bir yanıtı var: “Şahsi hissim şu ki, ramazanın ilk haftası geçtikten sonra, Gezi Parkı’nda iftarlar olabilmesi; şarkılar türküler söylenebilmesi; ramazan eğlenceleri; Karagöz-Hacivat falan... Ramazanın hürmetine bir barışseverlik, bir sükûnet, bir hoşgörü hâkim oluyor. Valinin de buna uyması lazım.”
Bu satırların yazıldığı anın birkaç saat öncesinde, (12 Temmuz 2013) Galatasaray Lisesi’nin önünde, gencecikten iki sivil polis, “Bu sofra buradan kalkacak, ben polisim” diye iftar sofrasını kaldırmaya çalışıyor; gayet cevval, polis olmayan, gerçekten sivil bir kadından “Ne münasebet?” cevabını alıyordu. İftar sofralarının, Taksim’e uzanmasına müsaade “Sen benim polis olduğumu biliyor musun?” sorusuyla engellenmeye çalışılıyor, “Evet, tam da bildiğim için söyleniyorum zaten” cevabıyla, sofra, Tünel’e doğru kuruluyordu. Yeryüzü Sofraları’nın bereketine...