Dersaneciliğin ilk isimlerinden, kitapları ile 70’li yıların efsane öğretmeni Kemal Koçak, geçtiğimiz günlerde yaşanabilecek acıların en büyüğünü yaşadı. ‘Geleceğim’ dediği kızı Dilek Koçak’ı kaybetti.
Staja başlayacağı için tatile gittiği Bodrum’dan İstanbul’a dönmek için uçağa yetişirken geçirdiği
trafik kazasında yaşamını yitiren Dilek, Koçak ailesini yasa boğdu. Babasının sahibi olduğu Uğur Koleji’ni birincilikle bitiren,
Koç Üniversitesi Endüstri Mühendisliği üçüncü sınıf öğrencisi Dilek’in zamansız ölümü eğitim dünyasını ve özellikle de ailesini acılar içinde bıraktı.
Ölümünden sonra odasının anahtarını cebine koyarak, arkadaşlarına bile göstermeyen ve sabahları gittiği bu odada kızının anılarıyla gözyaşı döken Kemal Koçak, bize kapıları açtığında gözyaşlarını tutamıyordu:
‘En çok iki şey için üzüldüm. Birincisi evladımı, biricik kızımı kaybettim. İkincisi, ülkenin Dilek gibi gençlere ihtiyacı vardı. Gelecekte söz sahibi olacak birini kaybettiğim için üzülüyorum. Öylesine insan sevgisiyle dolu, halkına hizmet için yarışan, bilgisi, düşünceleriyle öyle ileri görüşlüydü ki!’
Geçtiğimiz haftaya kadar sürekli doktor kontrolünde tutulan Kemal Koçak, kızını karşılamak için araba gönderirken, cenazesini almaya gitmesi karşısında isyan ediyor. Koçak, duvağa sarılı tabutuyla toprağa verdiği kızı ve onun adını yaşatmak için yapacakları ile ilgili olarak şunları söylüyor:
VAKIFTA YA DA OKULDA ‘Dilek’in adını eğitimle ilgili bir kurumda yaşatmayı istiyorum. Silivri Belediye Başkanı, onun çocukluğunu geçirdiği sokağa ismini vermek istiyor. Sağolsun, herkes onun adını yaşatmak için yarışıyor.
Milli Eğitim Bakanımız bir okula adını vermesini önerdi. Ancak, ben vakıftan yanayım. İyi bir amaca hizmet eden, çocuklara burs veren bir vakıfta isminin yaşamasını istiyorum. Çünkü bana bağlı olmayacak, ebedi yaşayacak bir kurumda ismi olacak. Dilek, yardımsever bir insandı. Okuduğu okuldan, oturduğu apartmana kadar çevresindeki yardıma ihtiyacı olan her insanı bir şekilde bulur, buluşturur ekonomik katkıda bulunurdu.’
ÜÇ DİL BİLİYORDU‘Kızım, çok çok ileri derecede İngilizce biliyor, Almanca ve İtalyanca’yı da Türkçe kadar konuşuyordu. Bu yıl İspanyolca dersi alacaktı. Bana hep şunu söylerdi: Babacığım ne uğraşıp duruyorsun, ağabeyim üniversiteyi bitirdi, master yaptı, sonra da işini kurdu. Ben de okuyorum. Benim için de bir şeyler bıraktın. Ben bu üniversiteleri bitirip, Amerika’da yüksek lisans yapacağım.’
KARNESİ HEP İYİYDİ‘Yedi yıl benim okulumda okudu. Ancak, herkese sorun minnacık bir ayrıcalığı yoktu. Bir gün, Genel Kurul toplantısında kızımın karnesini alınca hepsinin ‘pekiyi’ olduğunu gördüm. Her zaman öyleydi. Ama, ben yine de öğretmenlere sormak istedim. ‘Benim kızım olduğu için mi, bu notları veriyorsunuz’ dedim. Şimdiki lise müdürü İsmail Tetik, o zamanlar Fen Bilgisi öğretmeniydi. Ertesi gün yazılı kağıdını önüme getirdi, bakmamı istedi. Soruların hepsini mükemmel cevaplamıştı.’
OKUL BİRİNCİSİYDİ ‘Bu çocuk okulumdan birinci olunca vicdanen rahatsızlık duydum. Çünkü, okul bizim okul, kızım da buranın en başarılı öğrencisi. Biri yanlış anlar mı, diye düşündüm. Ben kızımın başarılı olduğunu biliyorum, ancak herkes torpil yaptığımı düşünebilirdi. Oysa, o yıl girdiği sınavda bütün okulları kazanmıştı. Hocaları çağırdım, onlar bana, ‘gerçek bu, çocuğun hakkını mı yiyelim’, dediler.’
GELECEĞİ GÖRÜRDÜ‘Türkiye’de 2001 krizi oldu. Evde bu krizin olası etkileri üzerine konuşuyorduk. Ertesi gün annesine, ‘Ekonomik şartlar bozulursa ben ne yapabilirim. Türkiye batarsa biz de batarız. Koç pahalı bir üniversite. Ben gitmeyeyim’ demiş. O kadar üzüldüm ki. Baba olarak, o zaman bütün şartlarımı zorlayarak kızımın üzerine 150 bin dolar para yatırdım. Banka cüzdanını getirip, ona verdim. Bana ne olursa olsun, çok ihtiyacım olsa bile bir kuruş dahi vermeyeceksin. Bu senin doktora, master yapmanı sağlar, dedim. Bir kere bile ona ‘çalış’ demedim. Asla özel öğretmen tutmadık. Kurs da okul da benimdi. İstediği hocalar etrafındaydı. Sadece dersaneye gitti.
MEKTUPLARINDAN ALINTILAR...Annesine doğum gününde yazdığı mektup:
Canım Anneciğim, işte bugün doğum günün. Biz dünyanın en iyi birbirine kenetlenmiş ailesiyiz. Bazen uçuk, kaçık oluşumdan korktuğunu da biliyorum. Ama, inan bana her zaman doğru yolda olmaya çalıştım. Sen, hem tüm annelerin isteyeceği bir evlat, hem de tüm evlatların isteyeceği bir anne olmayı başarmışsın. Daha ne istersin ki, be güzel annem. Keşke ben de senin kadar iyimser, sabırlı ve vefakar olabilsem.
Babasına doğum gününde yazdığı mektup:
Canım Babacığım, bugün Allah’ın dünyaya, dünyanın en iyi babasını verdiği gün... Benimle ilgilenmen, bana olan sevgini hareketlerine ve sözlerine dökmen beni dünyanın en mutlu evladı yapıyor. Ben senin kadar vicdanlı ve düşünceli bir insan daha tanıyabileceğime inanmıyorum. Seninle her zaman gurur duydum. Her zaman da kendi çizdiğim doğrultuda sana layık bir evlat olmak için de çalışacağım.
ANNE EMİNE KOÇAK ANLATIYORİnançlıydı, ama asla yobaz bir insan değildi. Akademik ve bilimsel verilere dayalı olarak konuşurdu. Ölümünden kısa bir süre önce bir mağazadan bluz aldık. Hafif açıktı.
Bana bunun İstanbul’da değil, Bodrum’da giyilebileceğini söyledi. Biraz dekoltesi gitsin diye askılarını bana kısalttırdı.
Bize tapardı, ama özellikle babasını çok severdi.
Hep, ‘Allah babam gibi bir baba, annem gibi bir anne herkese nasip etsin’ derdi.