Üçerli beşerli gruplar sokaklara dağılarak akşam yakılacak arabaları tespit ediyorlar. Bir önceki gece polisi çağıran adamın evi belirlenmiş. Semtin girişindeki erkete, ‘tamam’ işaretini verdiğinde arabasının camı kırılıyor. Bir kişi, aracın içerisinde kayda değer ne varsa toplayarak kaçıyor; diğerleri, benzini otomobile bocalayarak ateşe veriyor. Sokak üzerinde aynı anda 2-3 araba alevler içerisinde. Yangını söndürmeye gelen itfaiye araçlarına ve polise taş yağmuru. Burası Tartarets. Polisin girmek için ‘olağanüstü bölge’ tazminatı aldığı Paris’in iki banliyösünden biri.
Epey bir dolaşıyorum. Öyle birkaç saat değil, birkaç gün. Varoşlarda büyümüş biri olarak, Fransa varoşlarındaki durumu görünce şaşırdım. Burada bizim Ataşehir, Bahçeşehir gibi yerlere banliyö diyorlar. Yolu, kaldırımı, bizim en gösterişli semtlerdekilere bile bin basar. Her varoşa bir de Akmerkez’in aynısı yapılmış. Sen en ufak bir çaba göster, devlet anında destekleyici pozisyona geçiyor. Yardımsa yardım. Sağlık hizmetleri sınırsız. Dolaşırken de kimi bulsam konuşuyorum. Soruyorum, ne olup ne bitiyor diye. Zaten gördüklerime şaşırmışım, Türkiye’den aşırı sol faaliyetleri nedeniyle buraya iltica etmiş bir komünistin sözleri iyice dumur olmama neden oluyor: ‘Biz burada köpek gibi çalışıp vergi veriyoruz. Devlet bizim paramızı elaleme dağıtıyor.’
‘15 yaşımdan beri bu manzaralara aşinayım’ diyor Angel Korkmaz. Namı diğer Lilly, kısaca Sakine. Mahallenin toy delikanlılarının yıllardır hayranlıkla siteye gelişini ve gidişini gözlediği Lilly. 15 katlı binanın girişinde ‘merhaba’ alabilmek için aportta bekliyorlarmış kopiller.
Bir arkadaşı sayesinde tanıştığım Lilly’yle mahalleye girebiliyorum. Benim sayemde de gençler Lilly’ye ulaşabiliyorlar. Bu arada Lilly de, yıllardır kurtulmaya çalıştığı mahallesini yeniden keşfediyor. Küçümseyerek baktığı çocukluk arkadaşlarının, plakları çıkmış müzisyenler olduğunu yıllar sonra fark ediyor.
Lilly, Tartarets’ye bir yaşındayken 1981 yılında Adana’dan geliyor, ailesiyle. Dört yaş büyük abisi Deniz, iki yaş büyük ablası Filiz, annesi Elif Hanım ve baba Gülali Bey ile birlikte. O zamanlar yeni yapılmış pırıl pırıl apartmanlarında Fransız komşularıyla birlikte huzur içinde yaşıyorlar.
Lilly, 6 yaşına geldiğinde komşu ailelerin çocuklarına hem arkadaşlık hem ablalık yapıyor. Aradan yıllar geçtikçe apartmandaki Arap komşuların sayısı da artıyor. Lilly’nin arkadaşlarının renkleri de değişmeye başlıyor. Anaokulunda Hintli, Arap, Portekizli arkadaşlarıyla okuyor: ’Annelerimiz ve babalarımız çalıştığı için bizimle mahalle dernekleri ilgileniyordu. Sinemalara, pikniklere götürüyorlardı. Birazcık büyüyünce de lider biz oluyor, çocukları gezdiriyorduk.’
STÜDYO DAİREDE AŞİRET KALABALIĞI
Afrikalı ailelerin gelmesiyle, yavaş yavaş huzurlu ortam da kaybolmaya başlıyor. Taşınan Tunuslu komşu, bir yıl sonra iki karısını ve 16 çocuğunu da getiriyor küçücük eve. Banyodaki küvetler bile yatak olarak kullanılmaya başlanıyor.
Her yıl gelmeye devam eden, aileden ziyade aşireti andıran kalabalıkların küçük stüdyo dairelere yerleşmesi, apartmandaki yaşamı da tatsız hale getiriyor: ‘1987’de evimizin yakınındaki ortaokulu bitirmiştim. Ama aynı kompleks içindeki liseye kabul edilmedim. Mahalledeki tüm arkadaşları da başka liselere dağıttılar.’
Lilly’nin bu sözleri üzerine etrafımızdaki genç çocuklar bir anda heyheyleniyor: ’Lilly, akşam yakarız biz o okulu’ diyorlar.
KANAL D’NİN GÜZELLİK YARIŞMASINA KATILDI
Kalabalık sakinleşince Lilly devam ediyor. Fransa’da zorunlu eğitim lise sona kadar sürdüğünden kimsenin itiraz etmeden kendisine gösterilen okula gitmek zorunda olduğunu söylüyor: ‘Liseden sonra bir yıl hukuk, bir yıl iktisat okudum. Daha sonra bir an önce para kazanmak için 6 aylık emlak danışmanlığı kursuna gittim ve 9 ay emlakçılık yaptım. Bu sırada Kanal D’nin Miss EuroTürk güzellik yarışmasına başvurmuştum. 500 kişi arasından ilk 20’ye girdim. O otel senin bu otel benim her gün garip podyum turlarından sıkıldım. Ne yaparsam yapayım, bir türlü bir çıkış yolu bulamıyordum. Yeniden Fransa’ya, mahalleme döndüm. Oyuncu olmaya karar verdim. Bunun için Paris’in en iyi eğitim veren okuluna kaydoldum. Şimdi haftada üç gün derse gidiyorum.’
ESKİ MEZBELELİK ŞİMDİ DJ OKULU
Bu arada yanımızdan geçen eski bir arkadaşıyla selamlaşıyor. Hal hatır faslının ardından grup, Lilly’yi apartmanın altındaki stüdyoya davet ediyor. Sıvası boyası çıkmış binanın zemin katına iniyoruz. Kapı açılınca, Lilly şaşkınlığını gizleyemiyor. Çocukluk arkadaşları, harabeye dönmüş binanın alt katını cennete çevirmişler. Malili, Senegalli ve Haitili arkadaşları Soveneur, Cire ve Moussa.
Bir dönemin haylazları, mahalle kavgalarının ve her türlü karanlık tezgahın içindeki eski arkadaşları, büyümüş uslanmış, plakları çıkmış. Etraftaki pahalı mikserleri, ses kayıt sistemlerini, devasa plazma TV’yi görünce Lilly, bunları nereden buldunuz, diye soruyor. Bu sefer, Soveneur anlatmaya başlıyor: ‘Uzun zamandır müzikle ilgileniyoruz. İki plağımız çıktı. Sağda solda, evlerde bu işi bir yere kadar götürebiliyorduk. Belediyeye bir proje götürdük. Hem kendimiz çalışalım hem de mahalledeki gençleri müziğe yöneltelim istedik. Yetkililer olaya sıcak baktılar ve 80 bin Euro’luk yardımı düşünmeden kabul ettiler. Projeyi tamamlamak 6 ayımızı aldı. Kendimiz de bizzat çalışarak bu hale getirdik mezbeleyi. İstersen sen de katıl, DJ eğitimi veriyoruz, solfej ve armoni de öğrenebilirsin.’
Arkadaşları, semtin adından esinlenerek bir prodüksiyon şirketi de kurmuşlar: TZ. Lilly, yıllardır kurtulmaya çalıştığı mahallesindeki faaliyetleri şaşkınlık içinde izliyor. Halbuki, buradan ayrıldıktan sonra bilinçaltına kaydolmasın diye mahallenin jargonundan bile uzak duruyormuş.
Şarkılarınızı nasıl yazıyorsunuz, diye soruyorum. ‘Semtteki olayları seslendiriyoruz. Mesela en son evlerinde öldürülen bir siyah ailenin dramını yazdık.’
Clichy-sous-Bois’daki trafoda yaşamını yitiren gençler için de şarkı yapacak mısınız, diye soruyorum. Hayır, onlar başka mahallenin çocukları, biz yalnızca kendi mahallemizdeki olayları seslendiriyoruz, diyorlar.
SADECE MAHALLEM İÇİN SAVAŞIRIM
Olaylar konusunda konuşmak istemiyorlar. Israr edince, ‘Aynı yaşlardayken biz de benzeri şeyleri yapıyorduk. 20 yıldır araba yakılıyor. Ama galiba bazı politikacıların sözleri durumu bu noktaya getirdi. Şiddet buralarda çok eskiden beri var’ diyor içlerinden biri.
Yeniyetmelerden 17 yaşındaki Cezayirli B.M. söze giriyor: ‘Mahallenin dışında kendimizi kötü hissediyoruz. Uzaylıymışız gibi. Buradaki Türk arkadaşlar hep çok güzel dedikleri için bir kere Türkiye’ye gittim. Bodrum’a Halikarnas Disko’ya, Denizli’ye. Mahallemin dışında ilk kez Türkiye’de kendimi insan gibi hissettim. Herkes samimiyetle selamlıyordu. Herkes değer veriyordu. Kimse böcek gibi bakmıyordu.’
Cezayirli gence, Fransa için savaşır mısın, diye soruyorum. Tereddüt etmeden, hayır, diyor. ‘Yalnızca kendi mahallem için olursa savaşırım.’
Bu sefer Lilly söze giriyor. ‘Paris’te okula giderken de, iş ararken de, eğer bu mahallede oturduğunu söylersen sana hep kötü gözle bakarlar. Türkiye’deki öğrenci olaylarında, 15 yaşında öldürülen teyzemin adını vermişler bana: Sakine. Ama Paris’te var olabilmek için, herhangi bir şeye müracaat ederken ikinci sınıf insan muamelesi görmemek için, benim için böyle önemli bir adı bile değiştirdim. Kimlikte adım Angel. Doğduğumdan beri de herkes Lilly diyor.’
ANGEL KORKMAZ (LILLY)
Başka mahalleden bir çocukla çıkmıştım bizim çocukların çok zoruna gitmişti
Mahallede kimseyle uzun uzadıya muhabbete girmiyordum. Merhaba, merhaba... Ağır takıldığım için de herkesten saygı görüyordum. Amacım Lilly tam evlenilecek kadın, imajını oluşturmaktı. Tabii bir de iriyarı bir abimin olması gençlerin bana mesafeli olmasını sağlıyordu. Abim arkadaşlarımla bu yüzden çok kavgalar etmişti. Sadece mahalle içinde değil, mahalleler arasında da korkunç kavgalar vardı. Siyah, beyaz, yabancı, Fransız kavgası değildi ama. Bizim mahallenin çocuğuna niye baktın, hır çıkması için yeterliydi. Mesela başka mahalleden bir çocukla çıkmıştım zamanında. Bizim çocukların çok zoruna gitmişti. Başka mahallenin arabasını çalıp, burada yakmak da, her zaman önemli olmuştur. O yüzden burada eskiden beri arabalar hep yakılır. Bu yeni bir şey değil ki. Bu mahalle bilinciyle semt çocukları arasında çok güçlü bir dayanışma gelişir. Çeteleşmeye kadar varır bu. Tunceli’den bir aile gelmişti. 17-20 yaş arası üç tane yetişkin oğulları vardı. İki yıl içerisinde, biri motor kazasında, ikisi de çete savaşlarında bıçaklanarak öldürüldüler.
BU MAHALLEDEN YIRTMAK İÇİN YA GÜZEL OLACAKSIN YA DA İYİ TOP OYNAYACAKSIN
Etrafımızdaki siyah çocukların arasında, sarışın küçük bir kız, gülücükler atarak bizi izliyor. 8 yaşındaki Sophie, apartmandaki tek Fransız ailenin çocuğu. Sophie’nin lakabı Beckham. Diğer erkek çocuklarından bile daha iyi topçuymuş, o yüzden herkes ona Beckham diyormuş. En büyük hayali de iyi bir takımda yer almakmış. Lilly bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyor: ‘Bu mahalleden yırtmanın iki yolu var: Ya güzel olacaksın ya da iyi futbol oynayacaksın.’ Apartman girişinde, iki Senegalli kızla (solda) karşılaşıyoruz. Ayaküstü, biraz da onlarla konuşuyoruz. Kızlar, belediyeye gidip yardımla yaşamak istemediklerini söylemişler. Belediye de hemen, kızlara iş kurmaları için kredi ve yer vermiş. Şimdi ikisi de geç saatlere kadar işlerinin başındalar. Bir internet kafeleri var.
PARİS OLAYLARIParis’te haftalardır dinmeyen şiddet, 27 Ekim akşamı Clichy-sous-Bois banliyösünde iki Afrika kökenli gencin hırsızlık ihbarı üzerine denetim yapan polisten kaçarken elektrik akımına kapılıp ölmesi sonrasında başladı. Afrikalı, Arap ve Türk göçmenlerin yoğun olduğu komşu banliyölerde yaşayan ve iki arkadaşlarının ölümünden polisi sorumlu tutan gençler, kamu binalarına saldırmaya, otomobil yakmaya, molotof kokteylleri ile etrafa zarar vermeye başladı. İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin gençlere ‘çapulcular’ demesi üzerine olaylar daha da şiddetlendi ve Belçika, Almanya gibi komşu ülkelere bile sıçradı. Sonunda Fransız hükümeti, Paris’te Cezayir Savaşı yıllarından beri uygulanmayan, 1955 tarihli Olağanüstü Hal uygulamasına geçmek zorunda kaldı. Arkasında bir ölü, yaralı 126 güvenlik görevlisi, kayıtlara geçmeyen sivil yaralılar, 9 bin yakılmış araç ve 3 bine yakın gözaltı bırakan olaylar şimdilik yatışmışa benziyor. Ancak Paris banliyölerinde halen sıkıyönetim geçerli.
Bir banliyö evindeyim hiç de sosyologların anlattığı gibi insanı basan bir tarafı yok
Lilly’yle banliyö turumuz devam ediyor. Bir apartmana giriyoruz ve nasıl çalıştığını hálá anlayamadığım bakımsız bir asansörle yukarı çıkıyoruz. Ailesiyle tanışacağız.
Sıvaları dökülmüş binanın içerisi, harap halde. Belediye sürekli bakım yapıyormuş ama insanlar kısa süre sonra yine bu hale getiriyorlarmış.
Evin kapısını annesi Elif Hanım açıyor. Biraz üşütmüş gibi. Geçmiş olsun, diyorum. Meraktan olduğunu söylüyor. Soğuk havalarda çeteleri izlemek için dışarı bakarken üşütmüş.
Başıboşluk Lilly’nin babası Gülali Bey’i iyice çileden çıkarmış. Türkiye’de aktif olarak sol siyasetin içerisinde yer almış biri. Ama gençlerin bu taşkınlığı sinirlerini bozuyor. Hatta saldırgan gençlere fazla sert tepki gösterdiği için çok eleştiri alan İçişleri Bakanı Sarkozy’yi biraz ılımlı bile buluyor. Olay çıkaran 13-15 yaşındaki veletlerin devletten nasıl bir talepleri olabileceğini hálá çözememiş. Devletin ne olduğunu bile bilmez bunlar, diyor.
Elif Hanım ise eşinin tepkisine kızıyor. Gençlerin haklı olduklarını, adam yerine konmak istediklerini, şiddetten başka dikkat çekecek çözümlerinin de olmadığını söylüyor.
Eve bakıyorum, gayet güzel. Hiç de sosyologların anlattığı gibi insanı basan bir tarafı yok. 1981 yılından beri aynı evde yaşıyorlarmış. Bir kez bile ne elektrikleri kesilmiş ne suları. Şişli’nin göbeğinde haftada iki kez suyu kesilen, elektrik arızalarından bunalan biri olarak yaşamlarının neresinin kötü olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Gülali Bey lafa giriyor: ‘Adamlar çöl geleneklerini buraya getirmeye çalışıyorlar. İki karını, 16 çocuğunu bir daireye sıkıştırırsan devlet ne yapsın. Vallahi sizin bu varoş, banliyö dediğiniz evlerin aynılarını, Ataşehir’de, Ataköy’de fahiş fiyatlarla satıyorlar. Buradaki yollar, kaldırımlar ve çevre düzenlemesi açısından da bizimkilere bin basar. Şehir dışında ama metro, tren var. Her türlü kolaylık sağlanmış.’
MEROUN KHALIL
(Fas kökenli imam)
1968’de Fransa’ya Fas’ın İspanyol bölgesinden geldim. Burada da çok sevgilim oldu ama kaderim bir Faslıyla evlenmekmiş. Faslılar 60’lardan itibaren gelmeye başladılar. Önceleri kuzeydeki kömür ocaklarında çalışıyorlardı. Ben ikinci kuşak öğrenci olarak gelenlerdenim. Anadilim İspanyolca. Arapça’yı burada öğrendim. Bizde birinci kuşak entegre olmak için büyük çaba sarf etti. Dil öğrenmek istediler. Ama Fransız toplumu onları hiçbir zaman içine almadı. Cezayir Savaşı nedeniyle kalplerinde büyük yaralar oluştu. Bu yüzden Araplara karşı kapalı durdular. Bu olaylardaki kilit sözcük, tolerans. Toleransı, karşındakinin farklılıklarından zenginleşmek olarak görmüyor buradakiler. Sen farklısın uzak dur, diyorlar. Şiddetin durması için ben de üzerime düşeni yaptım. Ama dualardan ve dogmatik hadislerden uzak durdum. Gençlere arkadaşça yaklaşıyorum. Yakılan arabaların devlete değil komşulara zarar verdiğini söylüyorum. Benim bir dini yurttaşlığım bir de cumhuriyet yurttaşlığım var. Ve Allah’ın da cumhuriyetin de yasakları var. Ben her ikisi arasında dengeli bir bağ kuruyorum.
ŞİDDETE KARIŞMADIKLARI İÇİN BELEDİYE BAŞKANI TÜRKLERE TEŞEKKÜR ETTİ
Banliyö sokaklarında dolaşıyorum. Uyuşturucu ve her türlü yasadışı maddenin meşru sayıldığı mekan, Piramit Sitesi’ndeyim. Etrafa bakarken ağzım sulanıyor. Bloklar, her evin bir terası olacak şekilde tasarlanmış. Yine de devlet, iri blokları yıkıp yerlerine ikişer katlı, villa tipi yoksul evleri yapmaya başlamış.
Yakaladığım insanlarla konuşmaya çalışıyorum. Yetkililerin, suç işleyenleri ülkelerine göndereceğiz, sözü ortamı iyice germiş gibi görünüyor. Bağımsızlık savaşı sırasında kendi ülkesine karşı Fransızların yanında savaşmış Cezayirlilerin torunları, bu lafa çok içerlemişler. Anavatanlarındaki bu mücadeleyi şimdi utanç verici buldukları için çoğu durumunu gizliyormuş.
Böylesine tahlilli-analizli muhabbetleri yapmaya teşne kalabalıklardan kurtularak Tartarets’nin sınırları içinde kalan Evry’nin merkezine geçiyorum. Gösterilerin dördüncü günü, yanlışlıkla mı, yoksa bilerek mi olduğu belli olmayan bir kundaklama girişiminin olduğu iş merkezinin içindeki Evry Gençlik Evi.
Şiddetin tırmanmasının ardından Türklerin kurucusu olduğu dernekte olağanüstü toplantı yapılıyor. Herkes hemfikir, olay sıradan bir gençlik tepkisi değil.
YAKANLAR, OKULDAN ATILAN GENÇLER
Üçüncü kuşak Türkler, kendilerini daha rahat ifade edebildikleri için Fransızca konuşuyorlar. Ellerindeki verileri ortaya koyuyorlar. Fransa’da zorunlu eğitimin dışında kalabilmenin tek koşulu, disiplin suçu işlemek. 15 yaşında okuldan ayrılmak zorunda kalan gençlerin, Fransa’da diplomasız bir şekilde var olmaları neredeyse imkansız görülüyor. Şiddet gösterilerindeki kalabalığı oluşturanların da, işte eğitim sisteminin dışına atılanlardan oluştuğu fikri kabul görüyor. Fransa genelinde böyle 15 bin genç varmış.
Devlet, bu gençlere sivil toplum örgütleriyle ulaşmaya çalışıyor. 14 bin dernek, devlet tarafından finanse ediliyor. 3 Ekim’de bu yardımlar kesilmiş. Şimdi yeniden geri adım atılıyormuş.
Deniz Uztopal söz alıyor. Biz de yabancıyız ama 3-5 istisna dışında genel olarak Türkler bu eylemlerin içinde olmadı, diyor. Hatta şiddete karışmadıkları için Evry Belediye Başkanı’nın bizzat teşekkür ettiğini söylüyorlar.
Devletin, banliyölerde olumlu bir şeyler yapmak isteyenlere karşı teşvik edici tutumundan bahsediyorlar. Entegrasyonun başarılı temsilcilerine devlet bazı ayrıcalıklar tanıyormuş. Diğer öğrencilere örnek olsun diye.
Mesela sınavla girilen üniversitelerin bazı bölümlerine, özel kontenjanlarla yerleştiriliyorlarmış. Örnek var mı diyorum. Deniz Uztopal kendisini işaret ediyor. Sorbonne Üniversitesi tarih bölümünü bitirmiş. Şimdi kardeşi Dilaver Uztopal’la, iş merkezlerine yangın sistemleri kuruyorlar.
ASSILA THABET
(Tunus kökenli)
Evry Gençlik Evi’nde medyatör olarak çalışıyorum. Bölgedeki 15 okulda, aileler ve okul arasında köprü vazifesi görüyoruz. Okul dışında bürokratik işlemlerin altından kalkamayan ailelere de destek oluyoruz. Tunus’ta bir öğretmen çocuğa şamar atsa, aile çocuğunun terbiyesi için yapıldığını düşünerek öğretmene asla bir laf etmez. Hatta takdir eder. Ama burada anne-babadan önce sosyal servisler ayaklanır, davacı olurlar. Bizim amacımız hani bir çözüm bulamasak bile bir çay ikram edip insanların ilk kızgınlığını alabilmek. Sonra da burada işlerin nasıl yürüdüğünü anlatmak.
HANIM DURMAZ (Türkiye kökenli)
70’lerde önce babam geldi buraya. Ben de annemlerden bir yıl sonra 1978’de geldim. O zaman Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayrımı yoktu. Türklerin hepsi bir arada, acayip bir şekilde içine kapalı yaşıyorlardı. Şimdi öyle değil. Paris’te bir dil kursuna yazıldım. Bir Fransız ailenin yanında da iş buldum. 1981’de Fransa’ya kaçak gelen Türkler yoğunlaştı. O zaman vatandaşlık hakkı çıktı ve Avrupa’nın tüm kaçakları buraya toplandı. Onlara iş ve kalacak yer sağlayacak hiçbir kurum yoktu. Az sayıda insana barınma imkanı verilebiliyordu. Ben de onlara yardımcı olmaya çalışıyordum. Şimdi aynı şeyi, medyatör olarak Evry Gençlik Evi’nde yapıyorum. Onların hastane, ev ve iş sorunlarını çözmelerine yardımcı oluyorum.