Güncelleme Tarihi:
Evet biz onu sabah programı sunarken tanıdık. Şimdi tiyatroyla yola devam ediyor. Peki Melike’nin 3 yaşında baleye başladığını, 4 yaşında reklam yıldızı olduğunu, şu ana kadar 70 reklamda oynadığını, eski yüzücülerden olduğunu biliyor muydunuz?
Melike; şen şakrak, neşeli, cıvıl cıvıl ama en önemlisi samimi canayakın… İki Melike bir araya gelirse ne olur? Bu röportaja göz atarsanız daha neler neler okuyarak hayata nasıl dokunacağınızı göreceksiniz.
‘Ballıhan’ karakteriyle ‘Pir Sultan Abdal’ adlı oyuna dahil olmanız nasıl gerçekleşti?
Pir Sultan Abdal oyununa dahil oluşum… Kerem (Alışık) beni aradı. Rolü anlattı ve biz bu rol için seni düşünüyoruz’ dedi. Böylelikle Pir Sultan Abdal macerası başladı ve Sadri Alışık Tiyatrosu’na (SAKM) dahil oldum. Kerem'i sektörden tanıyordum. Açıkçası bu yanını çok bilmiyordum. O gerçekten kendini bu işe adamış, Sadri Alışık ismini gerektiği gibi yaşatabilmek adına yaptığı işlere çok özen gösteriyor. Bayrağı devralmış ve en iyi şekilde taşıyor.
Sadri Alışık Tiyatrosu, geçtiğimiz sezon sahneledikleri 72. Koğuş’u bu yıl film yaparak da dikkatleri çekti.
72. Koğuş filmi de tıpkı bizim oyunumuz gibi çok cesur bir iş oldu. Pir Sultan Abdal gibi 16. yüzyılda yaşamış çok önemli bir halk ozanının hayatını sahneye koymaya karar vermek cesaret gerektirdiği kadar riskli de. Çünkü tiyatroda bu türden ziyade komedi oyunları her zaman daha çok izleyici toplar. Çolpan Abla (İlhan) ise, asaletine, insanlığına, bilgisine ve oyunculuğuna zaten hayran olduğum birisiydi. Bu projeyle beraber hayranlığım kat kat arttı. Kısacası bu oyuna dahil olduğum için hem yaptığım iş itibariyle hem çalıştığım insanlar açısından kendimi çok şanslı buluyorum.
Teklif geldiğinde, aklınızdan ilk geçenler…
Tiyatro yapmak istediğim ve hazır olduğumu düşündüğüm bir dönemdeydim. Bu yüzden çok sevindim. Yapmaktan gurur duyacağım bir proje diye düşündüm. Çok çalışmalı ve en iyi şekilde altından kalkmalıydım.
Peki ya ‘Başaramazsam – yapamazsam’ kaygısı…
Oldu tabii, olmaz mı? Oyunun ağır bir dili var, günümüz Türkçe’si değil. Karakter, yani Ballıhan, gerçekten yaşamış bir karakter, hayal ürünü değil. Önce Ballıhan'ı tanımam, anlamam, sonra kendi içimdeki Ballıhan'ı çıkarmam gerekiyordu. Bir yandan da politik bir gösteri aslında. Ekiptekiler bilmez ama bir ara annemi, kardeşimi, arkadaşlarımı arayıp; “Benim karnıma ağrılar giriyor, bıraksam mı acaba, ya üstesinden gelemezsem?” dediğim oldu.
Sadri Alışık Tiyatrosu’nda; Cem Özer, Sadık Gürbüz, Yusuf Atala, Ergün Demir, Mehmet Çepiç gibi usta oyuncularla aynı sahneyi paylaşmak neler kattı size?
Çok şey... En güzeli daha çok şey katacağını biliyor olmak. Ben her gün hem oyuna gidiyorum hem de derse giriyorum sanki. Onlarla aynı sahneyi paylaşmaktan gurur duyuyorum.
CEM BANA ‘ÇOK KAPALISIN VE ZORSUN’ DER!
‘Cem Özer’le enteresan bir ikili olduk’ diyorsunuz. Neden enteresan?
Bilmem! Belki bana enteresan geliyordur. Çünkü bugüne kadar şu kişiyle çalışırım dediğim insanlar arasında Cem yoktu. Cem de benimle ilgili aynı fikirdeymiş. Fakat tabii çok büyük bir oyuncu Cem. 35 yıllık bir tiyatro birikimi var ve sanki insanın içini okuyor. Ben ketumumdur aslında ve karşınızdaki kişinin sizi çabuk çözmesi zevkli ve benim açımdan enteresan. O bana ‘Çok kapalısın ve zorsun’ der. Bence O da herkese bunu söylemiyordur.
BİR YARANIN GEREĞİNDEN FAZLA YASI TUTULMAZ, KANGREN OLUR!
Sizi çözmüş ve anlamış galiba.
Aynen… "Bir yaranın gereğinden fazla yası tutulmaz, kangren olur. Sen çok uzun süre yas tutuyorsun." Cem’in bana ilk söylediği cümledir mesela. Aynen doğrudur. Ben biraz acıların suyunu çıkarırım da, sen bunu hemen nasıl anladın be adam! Bu yüzden benim için enteresan.
BOZUK BİR ÇARK İÇİNDE SAĞLAM KALINMAZ, KALINSA DA BARINILMAZ!
16’ncı yüzyılda yaşamış bir halk ozanı - şairin hayatına, Sivas’ta idam edilişine kadar olan yaşamına baktığınızda Pir Sultan Abdal’ın hangi yönleri, hangi özellikleri sizin hayat bakışınıza bir şeyler daha ekledi?
Oyunumuz 16. yüzyılda yaşanan haksızlık ve zulmü, güncel adalet ve eşitsizlikle ilişkilendirerek güncel olana bir vurgu yapıyor. Biz de aslında 16. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasında pek fark olmadığını, birçok şeyin değişmediğini görüyoruz ne yazık ki! İktidar sahiplerinin haksızlıkları karşısında üreticilerin sömürülmeleri ve halkla bir olup onların haklı isyanına öncülük eden, bu yüzden ölüme giden bir halk ozanının her yönü, her söylemi, duruşu ve savaşı, O'na baktıkça, okudukça ve oynadıkça bizlerin zayıflıklarını, kirlenmişliklerimizi ve ne kadar eylemsiz, icraatsiz olduğumuzu gösteriyor maalesef! "Bozuk bir çark içinde sağlam kalınmaz, kalınsa da barınılmaz." diyor, Pir Sultan Abdal. "Düzeni kökünden değiştirmek gerek." Aslında benim hayat görüşüm, ailem ve gitmek istediğim yol pek farklı değil. Sadece biraz daha icraatçi olunması gerek diye düşünüyorum artık. Pir Sultan Abdal idama gitmeden önce Hızır Paşa'ya diyor ki; "Kimi insan vardır, ölür, bir daha adı anılmaz. Kimi insan vardır, ölür ve dirilir." Pir Sultan Abdal ölür ve dirilir. Söylemleriyle, çizdiği yolla, nefesleriyle, duruşuyla...
OYUNUMUZ RİTÜEL GİBİ İZLENİYOR!
İzleyicilerin oyuna tepkileri nasıl?
İzleyiciler oyunumuzu bir oyundan ziyade, bir ritüel gibi izliyor. Aslında oyunun sahneye konuluş biçimi de öyle. Yönetmenimiz Prof. Dr. Nurhan Karadağ, oyunu gerçekten Cem Evi'nde geçiyormuş gibi sahneye koydu. Kültürel bir şölen izliyor aslında seyirciler. Alevi, Bektaşi kültürünü öğrenmek isteyen, Pir Sultan Abdal nasıl yaşamış ve hayatını neye adamış diye merak edenler, bunu çok lezzetli müzikler, güzel sesler ve koreografilerle birlikte seyrediyorlar. Çoğu zaman oyun sırasında ağlama ve hıçkırık sesleri duyuyoruz. Finalde ayakta alkışlanıyoruz ve bazı izleyicilerimiz Pir Sultan Abdal söylemlerini, kendilerini tutamayarak haykırıyorlar.
Biz sizi sunduğunuz sabah programları – sohbet programlarıyla tanıdık. Peki ne alaka tiyatro?
Aslında oyunculuk benim en büyük rüyam. Ben kamera karşısına ilk oyunculukla geçtim, çok küçüktüm o zamanlar. Sonra genç bir kız olduğumda, hemen hemen o dönemdeki projelerin çoğu bana teklif ediliyordu. Fakat ben 17-18 yaşlarımdayken, dizilerde arabeskçi furyası vardı. Bir şarkı adına dizi yapılıyordu. Bende idealist bir genç olarak o işleri tercih etmedim.
‘ÖPÜŞMEM VE SEVİŞMEM’ DERKEN BAŞKA İŞLERE YÖNELDİM!
Sonra…
Sonra ‘Öpüşmem ve sevişmem’ derken başka işlere yöneldim. Bir süre sonra yaptığınız işler sizin kariyerinizi belirliyor. Sonrasında sunduğum programlar çok başarılı olup büyük kitlelere ulaştı. Bu da çok güzeldi ve beni başka bir yöne sürükledi. Çocukluğumdan beri tiyatro yapmak istedim. Fakat para kazanıp sorumluluklarımı da yerine getirmem gerekiyordu. Bu yüzden hızlı geri dönüşü olan işleri tercih etmek durumundaydım. Yalnız herkesin övündüğü işler bir süre sonra bana yetmemeye başladı. Çünkü ben hep daha zor olanı başarmak ve suya yazı yazmamak istiyordum.
TİYATRO ER MEYDANI! SAHNEDE ÇIRILÇIPLAKSINIZ!
Ama tiyatroda oynamak bilgi ve birikimin yanı sıra yürek – cesaret ister. Tiyatro – sahne er meydanıdır çünkü.
Aynen öyle. Tiyatro er meydanı! Sizi kurtaracak hiçbir teknik unsur yok. Sahnede çırılçıplaksınız ve bu çıplaklık duygusundan hiç utanmıyorsunuz. Hele şu an oynadığım oyun ise gerçek bir yaşam öyküsü ve gerçekten yaşamış bir kadını oynuyorum. Düşünsenize, Ballıhan 22. yüzyılda da olacak.
Akademi Kenter’de eğitim aldınız. O süreçte ‘Kenter’lerden öğrendikleriniz…
Kenter ekolü, benim her zaman hayran olduğum bir ekoldür. Oradaki herkese hayranım, tüm hocalarıma ve oyunculara. Hayatımda ilk defa bir derste, hocayı izlemekten dersi dinleyemediğim bir durum yaşadım. Tabii ki Yıldız Kenter'den bahsediyorum.
Haldun Dormen’le daha önceden tanışıyordunuz. Birkaç yıl önce ‘Şarkı Söylemek Lazım’ yarışmasının ilk günlerinde şarkı söyleme yeteneğinizin olduğunu öğrenince size müzikalde rol teklif etmiş. Yani ilk tiyatro deneyiminiz olan ‘Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir Şey Oldu’ müzikalini…
Evet, içinde olmaktan çok mutlu olduğum, çok heyecan duyduğum bir çalışmaydı o. Haldun Hoca (Dormen) ile daha önceden tanışıyorduk ama benim şarkı söyleyebildiğimi bilmiyormuş. ‘Şarkı Söylemek Lazım’ yarışma programının ön görüşmesinde iki dakikalık bir şarkı söyledim. Haldun Hoca da gelip müzikal teklif etti. Ben de çok heyecanlandım. Aradan aylar geçti, telefonum çaldı ve Haldun Hoca "Müzikalimiz başlıyor" dedi. Bu müzikal, 35 sene önce yine Haldun Dormen tarafından sahnelenmişti
HALDUN DORMEN’İN TAKDİRİNİ KAYBETMEKTEN ÇOK, SEVGİSİNİ KAYBETMEKTEN KORKARIM!
Sahneye ilk kez Haldun Dormen’le 2009’da ‘Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir Şey Oldu’ müzikaliyle çıktınız. Haldun Dormen’den tiyatro – hayat üzerine öğrendiğiniz en önemli şeyler neler oldu?
Hayatta ‘Bana ne kadar şanslıyım’ dedirten bir kaç insandan biri Haldun Hoca. Beni sahneye ilk çıkartan, rüyamı gerçekleştiren kişi, benim uğurum. Hem Hoca olarak hem insan olarak Haldun Hoca'yı tanıdığım için çok şanslıyım. İnsaniyet onun için her şeyden önemlidir. Görüp görebileceğiniz en klas kişilerden biridir. Tam bir İstanbul beyefendisi. Ben Haldun Hoca'nın takdirini kaybetmekten çok sevgisini kaybetmekten korkarım.
Öğrencileriyle arası nasıldır Haldun Hoca’nın?
Çok hassastır, ekibini ve öğrencilerini çok sever. Hiçbir özel gününde kimseyi yalnız bırakmaz. Herkesin özel hayatını, sıkıntılarını ve mutluluklarını bilir. Kaçırmaz ve detaycıdır. Mesela yeni yıl için konuştuğumuzda, ‘Artık bu seneyi aşksız geçirme, hiç sağlıklı değil’ dedi hocam.
TANRISALDIR AŞK! TANRI KİBRİTİ ÇAKMIŞTIR KALBİNE BİR KERE VE ANCAK O'NUN ELİ DEĞERSE SÖNER!
O zaman yeri gelmişken… ‘Sıklıkla tiyatro yapmak istiyorum. Çünkü çok büyük bir aşk’ diyorsunuz tiyatro için. Peki tiyatro aşkından hayattaki aşka geçersek… Aşk…
Aşkın gerçekliğine inanmayana şaşırıyorum. Aşk benim gerçeğimdir, başlangıcından bitişine kadar. Hayat gibi, doğum ve ölüm gibi... Aşk tesadüflerle ilgili değildir bence. Gerçek aşkta hiçbir şey tesadüfi değildir. Sanki önceden yazılmıştır. İlk bakışta anlıyorsan eğer, o senin kaderinse, tesadüfle bir ilgisi yoktur. Tanrısaldır aşk... Tanrı kibriti çakmıştır kalbine bir kere ve ancak O'nun eli değerse söner.
TAHAMMÜLÜNÜZ KALMADIĞINDA AŞK BİTER. ÇÜNKÜ TAHAMMÜL VAZGEÇMEMEKTİR!
Peki aşkı yaşamak…
Aşkınızı hiçbir şekilde ispatlayamazsınız kendinize ve başkasına. Gerçek aşkın ispatı zamandır. Gerçek aşk bitmez. Aşk sabır gerektirir. Aşkı sadece tahammülsüzlük bitirir. Çünkü sabredilir ama tahammül edilmez. Tahammülünüz kalmadığında aşk biter. Çünkü tahammül vazgeçmemektir!
BEN GÜÇLÜYSEM KARŞIMDAKİ ERKEK ZAYIF OLAMAZ!
Peki, Melike’nin gönül tahtına oturacak Sultan Abdal’ın nasıl biri olması gerekiyor?
Kesinlikle çok güçlü biri olması gerekiyor. Güç derken, güçlü görünen güçsüzlerden bahsetmiyorum. Eviyle, arabasıyla, mesleğiyle, titriyle veya şöhretiyle güçlü olmamalı insan. O'nu anlatan özellikler sadece bunlarsa eğer vay haline! Bunların hepsi elinden alındığında çırılçıplak kalıyorsa, başka güzellikleri, değerleri yoksa karakterindeki zaafiyetleri görürsem soğurum ben. Çünkü ben iyiyi de, kötüyü de yaşadım ve duruşum hiç değişmedi. Zordu ama değiştirmedim. Ben güçlüysem karşımdaki erkek zayıf olamaz.
Gelişmiş olmalı, yerinde saymamalı, değişime açık olmalıdır. Hem karakter hem birikim olarak hayranlık duymalıyım. Bir saatlik konuşmanın içerisinden tek bir kelime seçerim ben ve o kelime bana o adamı anlatır.
SAVAŞA GİDEN ERKEĞİNİN YANINDA SAVAŞIP, ONA HEMŞİRELİK YAPACAK KADINLARDANIM!
Daha küçücük çocukken bile erkeklere verilen fazla değerdir aslında onları bu hale getiren. Yani her şeyin en iyisinin onlara layık olduğu düşünülmesi. Yanılıyor muyum?
Aynen, dediğin gibi… Türkiye'de erkek çocuklarına fazla düşkün olunduğundan, erkekler çok nazlı yetişiyor. Yemeğin en güzel yeri, evin en güzel odası onlara veriliyor. 50 yaşına da gelseler çocuk gibi davranıp insiyatif kullanamıyorlar. Ben gözü kapalı savaşa giden erkeğinin yanında savaşıp, ona hemşirelik yapacak kadınlardanım. Rekabetim ve savaşım erkeğimle değil, hayatla savaşımda sevgilimle bir olduğumuz bir ilişki isterim.
AŞK ESİR ALINCA DEĞİL, ÖZGÜRLEŞTİRDİĞİNDE AŞKTIR!
Günümüzde insan kalbini kolay kolay kalbini açamıyor. Kalbinizi çalacak birinin, hangi anahtarlarla karşınıza çıkması gerek?
Sevgi sahip olmak değil, sahip çıkmaktır. Bana sahip olmaya çalışan erkek, değil anahtar, kapıyı bile çalmasın. ‘O benim’ cümlesi, aşık olduğun kişiyle değil, egonla ilgili bir cümledir. Birbirinize ait olduğunuzu başkalarına ispatlama çabası aslında esarettir. Aşk esir alınca değil, özgürleştirdiğinde aşktır. Aşktan daha büyük bir özgürlük duygusu yoktur. O anahtar için belki de bütün ezberlerini bozması gerekir kişinin. Başka kadınların istedikleri şeyleri istemeyebilirim. Çünkü kimine göre küçük olan şeyler bana göre kocamandır. Bir gün çok hoşlandığım biri bana, bir mekanda, "Kimi kesiyorsun?" demişti. Belki birçok kadın bunu duymak ister ve "seni" diye cevap verebilirdi.
SEVGİLİM OLACAK KİŞİYE ÇOK ZOR GÜVENİRİM!
Ne gariptir ki, bu tür anlamsız söylemler, ‘ilgi gösterme’ şekli olarak algılanabiliyor çoğu kişi tarafından.
Aynen… Belki de bu onun bir biçimde ilgisini gösterme şekliydi. Benimse, görmen lazım, dünya başıma yıkıldı! İçimden sürekli şu cümleyi kuruyordum; etinle, kemiğinle yanımdayken kimi kesebilirim? Sevgilim olacak kişiye çok zor güvenirim. Güvendiğimdeyse olumsuz bir şey yaptığında bile, bir sebebi vardır diye düşünürüm.
Yani benim ilişkimin temelini güven oluşturur.
Evlilik uzak mı size?
Evlilik korkuların getirdiği bir müessese gibi sanki, garantici bir müessese. Ancak hayatta hiçbir şeyin garantisi yok. Amaç ve alt metin bu olmazsa eğer, yani garantiye almak. O zaman evlenirim. ‘Bu adamla yaşlanırım’ cümlesi hiç kurmadım. Bu cümleyi biri bana söyletirse, o kişi ile evlenirim.
3 YAŞINDA BALEYE BAŞLADIM. 70 TANE BAŞROL REKLAM FİLMİM VAR!
Aslında sizin 10 yıllık televizyon maceranızın öncesi de var. Küçücükken 3 – 4 yaşındayken ekranlarla - reklamlara tanışmışsınız. Ve o günlerden bugünlere… 3 – 4 yaşlarında reklamlarla - ekranlarla tanışmanız nasıl ve ne şekilde…
3 yaşında baleye başladım. O yıllarda bizim bale okulumuza reklam filmi seçmelerine gelmişlerdi ve beni seçtiler. Babam önce izin vermedi. Annemle bir reklam filmi için kandırdık. Babamın tahmin ettiği gibi devamı geldi. 70 tane baş rol reklam filmim var. Sonra hala anıldığım Rama reklamını çektim. Orada 400 yerli ve yabancı çocuk arasından seçildim. Hayatımın ilk basın toplantısını o yaşta verdim. Çok büyük paralar kazandım, kazandıklarım epey tartışıldı. Devamında TRT filmleri çekmeye başladım. N. Fazıl Kısakürek'in hayatı, İpek'in Doğum günü gibi... 12 yaşında çocuk defileleri sunmaya başladım. Mankenlik yapmaktansa sunmayı tercih ediyordum. Artık 17 yaşına geldiğimde, kendi hazırladığım programları sunmaya başlamıştım. Başka bir iş hiç düşünmedim ben. Beni ben yapan şey mesleğim. Bu meslek de benim peşimi bırakmadı zaten. Çocukken vapura binerdim, reklam teklifi alırdım. Lise yıllarında, Anadolu Yakası'nda oturuyorduk. Annemden gizli Akmerkez'e anketörlük yapmaya gidiyordum. Çünkü izin vermemişti, ben de otobüse biner kaçardım. Anketörlük yaparken bile film teklifi aldım. Yani ben bıraksam bile bu iş peşimi hiç bırakmadı.
SÖYLENEN BİR LAFA BİR HAFTA TAKILABİLİRİM. KAN KUSARIM, KIZILCIK ŞERBETİ İÇERİM!
Sizi neler demoralize eder? Ve toparlanma sürecinde yaptıklarınız…
Son yıllarda daha çok demoralize olmaya başladım sanırım. Farkındalık arttıkça sıkıntılarda çoğalıyor. Elinizi bir kere çimdiklerseniz bir şey olmaz. Aynı yeri kırk kere çimdiklerseniz çürür. Çürüyen bir yara sadece dokunsanız bile acır. Başınıza gelenler sizin dayanma gücünüzle doğru orantılı. Hayatta mutlak mutluluk diye bir şey yok. Yaşam denen şeyin doğasına aykırı. Ben Ege Bölgesi iklimi gibiyim. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıyım. (Kahkahalar…) Şaka bir yana sevdiklerime zarar gelme fikri beni demoralize eder. Korumacıyımdır. Başarısızlık, parasızlık ya da dünyevi şeylere çok takılmam. Onlar zaten hallolur. İnsana dair olaylar beni üzer. Söylenen bir lafa bir hafta takılabilirim. Kan kusarım, kızılcık şerbeti içerim. Görüp görebileceğiniz en hızlı toparlanan insanlardan biriyim. Birçok arkadaşım, ‘Senin yaşadıklarını biz yaşasak üstesinden gelemezdik, taş olsa çatlardı’ der. Bense bu sırada, dünyanın en mutlu insanı gibi dururum. Akrep burcuyum ve burcumun simgesi olan zümrüt-ü anka kuşuna benzerim. Hep küllerimden yeniden doğarım. Başarırım da... Yeniden başlamaya, baştan başlamaya çok alışığımdır. Yılmam, biraz yorulurum ama yılmam. Çünkü yaşamak zorundayım. Aslında zorundalıktan da yapmam bunu, tadını çıkarırım, yaptığım şeyi severim. Sevmeden hareket edemem zaten. Hazır değilsem eğer bir ilişkiye, işe veya yeni bir hayata, kabuğuma çekilirim, beklerim. Kendimi tanırım. Çünkü ‘-mış gibi’ yapamam ben. Beslenirim, temizlenirim ve yine çıkarım ortalığa. Çıktığımda da her şeyi coşkusuyla yaşamaya başlarım.
BİR GÜLÜŞÜN VEYA BİR SÖZÜN NE KADAR GERÇEK OLDUĞUNU HİSSEDERİM!
Ya mutlu olup, havalara uçmanızı sağlayacak olan şeyler?
Çoğu insanın küçük dediği şeylerden mutlu olurum. Bunu söylemek kolay tabii, herkes söyler. Ancak benimle yaşayanlar bunu bilir. Arkadaşlarımın seni avutuyorlar dediği şeyler mutluluk kaynağımdır. Ben bir gülüşün veya bir sözün ne kadar gerçek olduğunu hissederim. Çünkü hislerim kuvvetlidir. Ünlü bir çocuktum ve çocukluğumdan beri kendimi ifade etmekle geçti hayatım. Hocalarımın, okul arkadaşlarımın önyargılarını kırmaya çalışarak büyüdüm. Belki başkası takılmaz bu konulara ama benim önceliğimdir. Bu yüzden ben çabalamadan gerçek Melike'yi tanıyan insanlar beni çok mutlu eder mesela. Sonra bir de yaptığım işten ziyade, o emeğin karşılığını almak, başarısı
mutlu eder beni. Her türlü zorluğun üstesinden gelmenin en tatlı kısmı, bunu neden yaptığınızı görmek. Ve tabii ki aşk. Eğer havalara uçmaksa mevzu, şu anda benim havalara uçmamı sağlayacak şey aşktır. Ayrıca yemek yapmayı ve yemeği çok seviyorum. Seremonidir benim için. Kötü bir şey yediğimde mutsuz olurum.
Yüzmek beni çok mutlu eder, deniz tutkunuyumdur. Eski bir yüzücü olarak, yüzerken her şeyi unuturum. En yakın arkadaşımın oğlu Tarık benim terapimdir. Çok sıkıntılı bir günün sonunda yanına gider ve onunla uyurum. Uyandığımda dünyanın en mutlu insanıyımdır.
Arkadaşlarım benim seçtiğim ailemdir. Onlar sadece arkadaş ve dost değillerdir. Çok kişiyle görüşür, çok az insan alırım hayatıma. Ve kardeşim... Aramızda 16 ay var. Ancak annesi gibiyimdir. O'nun bir başarısı beni havalara uçurur. Çünkü Mert benim emeğimdir.
Karşılığını görmek beni çok mutlu eder. İyi insan olması gibi mesela.
KENDİMLE SÜREKLİ TARTIŞIRIM! KAVGAM, KALİBRE BİR RUHA SAHİP OLMAKLA İLİNTİLİ!
Kendinizle en çok hangi konularda takışırsınız?
Ben kendimle sürekli tartışırım. Sağıma soluma hiç bakmam, sadece kendimledir kavgam. Yüzme yarışmalarına ilk katıldığım zaman, kimler beni geçiyor diye kafamı kaldırıp baktığımda, kaybediyordum. Annem beni bu konuda uyardı. Sonra kendimle yarışmaya başladığımda birçok madalya aldım. Ancak şu dönemdeki takışmalarım biraz daha farklı. Ruhların devinimine, her seferinde daha yüksekten başladığına inanıyorum. Artık kavgam, kalibre bir ruha sahip olmakla ilintili.
Bale yaptınız, reklamlarda oynadınız. Eski yüzücüsünüz, kazandığınız ödüller var. Yazı yazmayı seviyorsunuz. Bilmediğimiz başka bir özelliğiniz var mı?
6 aylıkken konuşmaya başlamışım. Görüldüğü gibi bir daha susmamışım. (Gülüyor)
KALBİN GÖREVİ; AKLIN REHBERLİĞİ İLE YÜRÜYÜP, ONUN İYİLİK OLARAK KABUL ETTİĞİNİ SEVMEK, KÖTÜLÜK OLARAK KABUL ETTİĞİNİ SEVMEMEKTİR!
Kalbiniz ve aklınızın çeliştiği noktalar neler peki?
Kalbin görevi, aklın rehberliği ile yürüyüp, onun iyilik olarak kabul ettiğini sevmek, kötülük olarak kabul ettiğini sevmemektir. Akıl sevmez, kalp sever. Ama birbirinden ayrılarak değil. Yani en azından bende öyle oluyor.
BENİ, SEVDİĞİM İNSANLARDAN ANCAK KENDİLERİ VAZGEÇİREBİLİR!
Hayatın size öğrettiği en önemli tecrübeler?
Hayatın bana getirdikleri ile ilgilenmekten çok, getirdiklerinden ne anladığımın önemli olduğunu öğrendim. Bazen çok önemli detayları ve hayatın bize sunduklarını kaçırabiliyoruz. Daha fazla anlamak ve tadına vararak yaşamak gerekiyor. Bunun dışında sabrın çok önemli bir şey olduğunu öğrendim. Atalarımız boşuna sabır üzerine o kadar söz söylememiş. Vazgeçmeye hazır olmadığımız hiçbir şeyi kazanamayacağımızı da öğrendim. Bir de tabii ki aile... Aile en büyük gerçeğimiz. Hayatı ikiye ayırıyorum; seçimlerimiz ve gerçeklerimiz. Ailemiz, çocuklarımız, mucizevi arkadaşlıklarımız ve yaşayabildiysek eğer, gerçek aşklarımız hayattaki seçimlerimiz değildir. Onlar tesadüf değillerdir ve onlar bizim gerçeklerimizdir. Onlarla sınanırız hayatta, sizi ilgilendirmeyen insanlarla sınanamazsınız. O insanları kolayca hayatınızdan çıkarırsınız. Fakat gerçekleriniz sizi siz yapan kişilerdir. Kendinizden kaçamadığınız gibi onlardan da kaçamazsınız. Beni, sevdiğim insanlardan ancak kendileri vazgeçirebilir. Hiçbir dış etken ya da üçüncü şahıs buna sebep olabilecek kadar güçlü değildir. Kısacası insanın çok değerli olduğunu öğrendim. Öldüğünüzü yakınlarınız ve arkadaşlarınız bilmiyorsa ölmüş bile sayılmazsınız, değil mi?
DELİ GİBİ GÖZLEM YAPIYORUM. ÇÜNKÜ GERÇEK OYUNCULUK TİYATRO SAHNESİNDEKİ OYUNCULUKTUR!
Oyunculukta yıllar süren yolculukta ‘Ballı’ bir isim olabilmeniz için hedefe giden yolda takip edeceğiniz stratejiler neler?
"Ballı" isim olmak! Bunu çok seviyorum. Çünkü kalemi ‘Ballı’ arkadaşım söylüyor bunu bana. Yani sen. İlk hedefim aslında senin de dediğin gibi bu ve bundan sonra oynayacağım oyunlarda izleyicilerden benim hakkımda ağızlarından bal damlayacak sözler duymak. En önemlisi bu. Bunun için en kısa zamanda Londra'ya oyunculuk eğitimimin devamı için gitmek istiyorum. Tiyatroya dair çok kitap okuyorum. Çalıştığım insanlara özen gösteriyorum. Çok şanslıyım ki hep çok değerli hocalarla çalıştım ve onlardan çok şey öğrenmeye devam ediyorum. Oyunculukta öğrenmenin sınırı yok. Deli gibi gözlem yapıyorum. Her sene ya da en azından iki senede bir tiyatro yapmak istiyorum. Çünkü gerçek oyunculuk tiyatro sahnesindeki oyunculuktur.
Bundan sonra yapmak istedikleriniz arasında neler var?
Günümüzde geçen bir oyunda oynamak istiyorum. İki sezondur hep başka yüzyıllarda geçen oyunlarda yer aldım. Bir baba - kız ilişkisini anlatan hikaye yazmaya başladım. Onun senaryolaştırılması için çalışacağım. Oyun ya da film olmasını istiyorum.