Güncelleme Tarihi:
¬ Belgesel kanalı çok; siz hangi türden hoşlandığınıza karar verin: Tarih (açınız History Channel), vahşi doğa (bakınız Nat Geo Wild), şehir hayvanları ve petler (zaplayınız Animal Planet)... Ben hardcore doğa/hayvan belgeseli izliyorum.
¬ Dünyada dizi üretildiği kadar belgesel üretilmiyor. Eldeki görüntü sayısı az.
O yüzden belli başlı görüntüleri, mesela büyük beyaz köpekbalığının saldırırken kapattığı beyaz göz zarları, katil balinanın sahilden fok kapması, sudan iki metre fırlayıp nehir kenarında su içen ceylanı yakalayan Nil timsahının görüntüsünü dönüp dolaşıp başka başlıklar altında yeniden izliyorsunuz: ‘Büyük göçler’, ‘dünyanın en korkunç ısırıkları’ ya da ‘yalnız katiller’...
¬ Sadece dizilerin mi starları var zannediyorsunuz? Nehir balıklarıyla kafayı bozmuş Jakup Vagner; kaplan delisi John Varty, köpekbalığı hayranı Nigel Marven, aslanların dostu Kevin Richardson gibi... Ama sonduysanız ben bu belgesel starların çoğundan pek hazzetmiyorum. Kendileri ön planda, çokça gürültü ve rol kesiyorlar. Tek istisnası History Channel’dan Giselle Fernandez ablamız. Sevgil kanal yöneticileri; Latin dünyasının müstesna örneklerinden biri olan bu ablamızı daha sık, daha bol görmek isteriz ekranlarımızda!
¬ Tuhaf bir belgesel etiği, bahsetmeden geçemeyeceğim: Zaman zaman bacağını köpekbalığı yemiş, kolunu timsah koparmış insanların hikâyeleri canlandırılıyor. Olay en vahşi şekilde anlatılıyor; belgeselin sonunda toplumda nefret ve fobi uyandırmamak adına bacağı kopan adam saldırgan hayvan için “ona saygı duyuyorum, ben onun yaşam alanındaydım” gibisinden beylik bir laf ediyor.
¬ Bozuk Türkçe ve bazen kötü çeviri sanki belgeselin olmazsa olmazı gibi...
¬ Fanatikleri arasında efsane film sahneleri gibi iz bırakan, tartışılan görüntüler var. On binlerce kez paylaşılıyor, binlerce yorum alıyorlar. Ve inanmayacaksınız bu görüntülerin çoğu profesyonel ekipler tarafından değil, safariye çıkmış turist
grupları tarafından çekilmiş oluyor.
Hindistan’da kendi ormanım var
‘Lost’un Charlie Pace’ı ve ‘Yüzüklerin Efendisi’nin Meriadoc Brandybuck’ı Dominic Monagham artık Vietnam senin, Namibya benim börtü böcek peşinde. Her perşembe Animal Planet’te yayınlacak belgeselini konuştuk
Çevreci tutumunuzla tanınıyor ve PETA gibi örgütlerin çalışmalarına destek veriyorsunuz. Doğa savaşçılığınız nasıl başladı?
- Ben çocukken de böyleydim. Mahalledeki hayvanlara yardım eder, onlara zarar veren insanları engellemeye çalışırdım. Büyüyünce de devam etti. Dünya üzerinde yaşayan bütün canlıların birbirine bağımlı olduğunu düşünüyorum ve bu yönde hareket etmek kendimi iyi hissettiriyor.
Hindistan’da kendinize ait bir ormanınız olduğu doğru mu? İnsan neden orman sahibi olmak ister ki? Zaman zaman kendinizi Tarzan gibi hissettiğiniz oluyor mu?
- Evet ama bunu Tarzan olmak için değil, dünyaya salımına neden olduğum karbonu bir nebze telafi etmek için yaptım. Hindistan’da satın aldığım yer bir mango ormanı. Orayı çevrede yaşayan köylülerin kullanımına da açtım.
Şimdi de ‘Dominic Monagham’la Vahşi Şeyler’ adında yeni bir belgesel serisine başlıyorsunuz. Vietnam, Namibya, Ekvator gibi ülkelerde yılanların, akreplerin, örümceklerin peşinden koşuyorsunuz. Ceylanlar, tavşanlar dururken niçin bu tehlikeli mahluklarla ilgileniyorsunuz? Reyting için değildir umarım...
- İnsanlar bütün yılanların, bütün akreplerin tehlikeli olduğunu düşünür. Oysa gerçek bu değil. Ben de herkese bunu göstermek istiyorum. Bence tanınmayı, bilinmeyi, sevilmeyi hak eden canlılar. Bu yaptığımın reytingle de bir ilgisi yok çünkü özel hayatımda da böyle hayvanlar besliyorum. Evimde, yılanlarım, örümceklerim var.
Bu tehlikeli belgesele başlamadan önce özel bir sigorta yaptırdınız mı?
- Evet, özel bir sigorta yapıldı.
Çünkü bu belgesele başladığımda insanlar delirmiş olduğumu düşündüler.
Ama o kadar istiyordum ki ajansımla konuşup ne yapılması gerekiyorsa yapmalarını istedim.
Yılanları, akrepleri doğru tutabilmek için bir eğitim aldınız mı?
- Belgeselde dünyanın en tehlikeli yılanını, en tehlikeli akrebini, karıncasını ve diğer hayvanları çekiyoruz. Ama ne demek istediklerini anlayabilirseniz, aslında çok net ve açıklar. Onlarla iletişim kurmak kolay.
Kız arkadaşınız ne diyor bu maceralarınıza?
- Ailem de kız arkadaşım da benim kim olduğumu, hayatta nelerin beni heyecanlandırdığını biliyorlar. Bu tutkumun peşinden gitmem için de beni destekliyorlar.
HAYATTA KALMAK İÇİN NE OLSA YERİM
Belgesel için yaptığınız seyahatlerden Hawaii’deki evinizin ve petlerinizin tadını çıkarmaya yeterince vakit bulabiliyor musunuz?
- Evimi çok seviyorum ve harika bir bahçem var. Gerçekten çok dinlendirici. Ama hâlâ gencim. Başka yerlerde olmayı, çalışmayı da seviyorum. İkisi arasında bir denge kurmaya çalışıyorum.
Flora-fauna açısından Türkiye Avrupa’nın en zengin ülkelerinden. Burada da belgesel çekmeyi düşünür müsünüz?
- Evet Türkiye’ye birkaç kez geldim. Tatil amaçlıydı ama sıradışı doğal zenginliğini de keşfetme fırsatım oldu. Avrupa’da da çekimler planlıyoruz ve Türkiye bunun için çok doğru bir adres. Sadece yazın olmaması gerekir, Bodrum çok ama çok sıcaktı!
Ben de bir belgesel izleyicisiyim. Ama son dönemde trend haline gelen animatör-sunuculardan çok hoşlanmıyorum. Sürekli gürültü ve aksiyon yapıp sanki doğayla seyircinin arasına giriyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz bu belgesel starları hakkında ve kendi şovunuzda nasıl davranacaksınız?
- Başrolde sunucunun olduğu programlardan ben de hoşlanmıyorum. Üstelik bazıları hayvanlara karşı çok saygısızca davranıyor. Benim farkım hayvanların doğal ortamlarında mümkün olduğunca rahatsız edilmeden
çekilecek olmaları.
Yamyamlığı konu alan ‘The Day’ filminiz sırasında, zorunda kalırsanız insan eti yiyebileceğinizi açıklamıştınız. Şimdi bu belgesel için böcek möcek ne bulursanız götürüyorsunuz. N’olacak sizin sinematografik iştahınız?
- Eğer ölmek üzereysem ve hayatta kalmam için gerekliyse ne olursa yerim. En azından denerim!
Daha önceki projeleriniz ‘Lost’ ve ‘Yüzüklerin Efendisi’nden bu belgesele kattığınız ne var?
- Yaptığım her şey bir şekilde daha önce olmuş olanlarla bağlantılı. Öğrenmek ve uyarlamak insanları ilginç hayvanlar yapan özellikler.