Oluşturulma Tarihi: Ağustos 21, 2005 00:00
Ankara’da ismini taşıyan sokağın adının değiştirilmesi girişimiyle 80 küsur sene sonra yeniden gündeme gelen Abdullah Cevdet hakkında son günlerde çok şeyler yazılıp söylendi ama onunla ve basın tarihimizle ilgili önemli bir ayrıntı her nedense unutuldu:Abdullah Cevdet, Hollandalı şarkiyat álimi Reinhart Dozy’nin İslám Tarihi’ni konu alan ve o devrin ‘Şeytani Ayetler’i gibi olan kitabını 1910’da Türkçe’ye tercüme edip yayınlamıştı. Bu yayın büyük tartışmalar yaratmış ve zamanın hükümeti kitabı yasaklamanın yanısıra satılmayan nüshaların da Galata Köprüsü’nden denize atılmasına karar vermiş ve onbinlerce sayfa Marmara’nın dibini boylamıştı. Hayatı şanssızlıklarla ve dalgalanmalarla dolu olan Abdullah Cevdet’in fikirlerine karşı çıkabiliriz ama onun düşünce fakiri olduğumuz yıllarda fikir hayatımıza yaptığı katkıları bir yana atarak ismini sokaklardan silmeye hakkımız yoktur. TOPLUM olarak zayıf bir hafızaya sahibiz, yakın geçmişte, meselá birkaç sene önce yaşadıklarımızı bile hemen unutuyoruz, dolayısıyla bundan elli yahut yüz sene öncesinin önemli hadiselerini sanki bizimle alákaları yokmuş gibi algılıyoruz ve neticede birkaç asır önceki tarihimiz de bizlere artık efsane gibi geliyor.Ankara’da Oğuz Dişli’nin Hürriyet’teki haberiyle başlayan ve günlerdir devam eden sokak adlarının değiştirilmesi tartışması, bence işte bu yüzden tek bir işe, Türkiye’yi fikirleriyle bir zamanlar bir hayli etkilemiş olan Dr. Abdullah Cevdet’in adını yeniden hatırlamamıza yaradı.1869 ile 1932 yılları arasında yaşayan Abdullah Cevdet’in hayat hikáyesi hakkında ayrıntılı bilgi vermem gereksiz, zira Ankara’da tartışma sırasında Abdullah Cevdet’in hayatıyla ilgili hemen her türlü ayrıntı, gazetelerde geniş şekilde yeraldı.Ama, bu yayınlar sırasında hem Abdullah Cevdet ile, hem de basın tarihimizle ilgili çok önemli bir detay gözardı edildi: Kitaplarından birinin mahkeme kararıyla ilginç bir şekilde imha edilmesi, Galata Köprüsü’nden denize atılması konusu...‘ŞEYTANİ AYETLER’ GİBİBasın tarihimizde başka bir örneği olmayan bu imha meselesi, şöyle yaşanmıştı:O devrin önde gelen şarkiyatçılarından olan Hollandalı álim Reinhart Pieter Anne Dozy, ‘İslámcılık Tarihi Üzerine Denemeler’ isimli bir kitap yazmış, kitaptan Hazreti Muhammed hakkında ortaya attığı bazı iddialar üzerine İslam dünyasında büyük tartışmalar başlamıştı. O yıllarda Mısır’da yaşayan Abdullah Cevdet, bir yerde o devrin ‘Şeytani Ayetler’i olan kitabı oturup Türkçe’ye çevirdi ve ‘Tarih-i İslamiyet’ adıyla İstanbul’da bastırdı.Asıl kıyamet, işte bu yayından sonra koptu. Abdullah Cevdet’in kitaba ‘İfade-i mütercim’ başlığı altında yazdığı giriş yazısındaki bazı sözleri, İstanbul’daki dini çevreleri ayağa kaldırdı. Abdullah Cevdet ‘Dozy’nin söyledikleri doğrudur ve onun Müslüman olmaması bu idiaların hakikati aksettirmesini etkilemez’ diyor, üstelik ‘Böyle bir álimi Müslüman kabul etmemiz gerekir’ diye yazıyor; dini çevreler ise bu söylediklerine veryansın ediyorlardı.Yayından hemen sonra, şeyhülislámlığa ardarda şikáyetler yapıldı. Kitabın hem yasaklanması, hem de satılmayan nüshalarının ‘ibret alınacak bir şekilde imha edilmesi’ isteniyordu.Tartışmalar daha da artınca, o günlerde iktidarda bulunan İbrahim Hakkı Paşa kabinesi de işin içine girmek zorunda kaldı ve hükümet 1910’un 17 Şubat’ında aldığı bir kararla Abdullah Cevdet’in tercümesini hem yasakladı, yasaklamakla da kalmadı, kitabın elde kalan nüshalarının ‘Galata Köprüsü’nden denize atılarak imha edilmesine’ karar verdi. Karar hemen tatbik edildi ve onbinlerce sayfa, köprünün üzerinde yaşanan bir edebi linç ortamında parça parça edilip denize savruldu.SEVME AMA SAYGI GÖSTER!Sözün kısası: Abdullah Cevdet her an bir başka görüşü savunabilen ve yaşadığı bu değişiklikleri ‘tekámül ettiği’ şeklinde izah eden, hemen herkesi kıran, dolayısıyla hiçbir tarafa yaranamayan gayet enteresan bir kişiliğe sahipti ama onun bu tutarsızlıklarının yanında, çok daha başka bir özelliği vardı: Son dönem Osmanlı Tarihi’nin önde gelen entellektüellerinden biriydi ve 20. yüzyılın ilk yıllarında Türk düşünce tarihini derinden etkilemiş ve o zamanın okumuş çevresine birçok şeyler öğretmişti, yani düşünce tarihimiz bakımından son derece önemli bir isimdi. Sahibi ve yayıncısı olduğu ‘İctihad’ mecmuasını 28 sene boyunca 358 sayı yayınlamıştı ve İctihad, ‘Türkiye’nin en uzun ömürlü düşünce dergisi’ olma unvanını hálá elinde bulunduruyor, biz ise hoşlanmasak bile ismini bir hatıra olarak muhafaza etmemiz gereken Abdullah Cevdet’in adını sokak levhalarından bile kazımaya çalışıyoruz!Ama, bütün bu hay-huy içerisinde beni en fazla şaşırtan hususun, Türk Tarih Kurumu’nun Başkanı ve seçkin bir tarihçi olan Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun, málum sokaktan Abdulllah Cevdet’in adının silinip yerine kendi isminin verilmesi taklifine sıcak bakması olduğunu da söylemeden edemeyeceğim.GÜNÜMÜZÜN YAYINCILARI, BU MEKTUPTAN DERS ALMALILAR‘TANİN’ Gazetesi’nin sahibi ve başyazarı olan Hüseyin Cahid Yalçın, basın tarihimizin en önemli isimlerindendi. 1875 ile 1957 seneleri arasında yaşadı, siyasetin hep içinde bulundu, sivri kalemi yüzünden defalarca yargılandı, idamdan döndü, hattá Demokrat Parti döneminde 80 küsur yaşındayken bile cezaevine girdi.Gazeteciliğinin yanısıra edebiyatçı ve önemli bir yayıncıydı ve 1920’lerden itibaren Avrupa’nın düşünce alanında önde gelen eserlerini tek başına Türkçe’ye tercüme edip ‘Oğlumun Kütüphanesi’ isimli bir seri halinde yayınlamaya başladı. ‘Oğlumun Kütüphanesi’, o dönemin Türk düşünce tarihinde Batı ile tanışmanın öncüsü olacaktı.Aşağıda, Abdullah Cevdet’in 22 Haziran 1923 günü Heybeliada’da ‘İçtihad’ antetli kağıda yazıp Hüseyin Cahid Yalçın’a gönderdiği ve şimdi bende bulunan bir mektubunu, dilini günümüzün Türkçesi’ne naklederek yayınlıyorum. Son günlerde ‘Memleket düşmanıydı’ yahut ‘Türklüğe hakaret etmişti’ gibisinden iddialarla suçladığımız Abdullah Cevdet, Tanin Gazetesi’nde ‘Oğlumun Kütüphanesi’ serisi hakkında okuduğu bir duyuru üzerine kaleme aldığı mektubunda Türkiye’nin entellektüel seviyesini yükseltecek girişimlerin kendisini ne kadar sevindirdiğini bakın nasıl anlatıyor:‘Muazzez Hüseyin Cahid Beyefendi,Dünkü ‘Tanin’de ‘Oğlumun Kütüphanesi’, bendenizde son onbeş sene zarfında milli ve vatani hadiselerin en mühimi ve en devam edecek gibi olanı göründü ve böyle olduğuna kat’iyyen eminim. Tam ve hális bir samimiyetle sizi umumi irfan adına tebrik ederim. Bu kitapların kaleminiz gibi emin bir kalemle lisanımıza tercüme edilmiş olduğunu öğrenmek beni ne kadar sevindirdi, bunu kimse tahmin edemez. Kuvvetli ve güvenilir merciler tarafından tercüme edilmiş düşünce eserleriyle sosyal kitaplara olan ihtiyacımızı benim hissettiğim kadar hisseden azdır.Eğer ‘İçtihad’ aboneleri olan Anadolu kitapçılarından aldığım mektuplarda ‘Sizin seçimlerinizden eminim ve talih ile irfánı tamamen size bırakarak şu kadar lira takdim ettim. Bu para ile güzel gördüğünüz kitaplardan alıp göndermenizi rica ederim’ denilir. Ben, şaşırır kalırım. Dört kitap bulamam ki ne düşünce sahasında güvenilir bir kalemle lisanımıza nakledilmiş olsun. Bu asrın, áciz fikrimce en mühim ve klasik bir kitabı lisanımıza tercüme edilirken ‘Les moments critique dans l’Histoire’ kelimeleri ‘tarihte ezmine-i tenkidiye’ kelimeleriyle tercüme olunmuştu. ‘Guerre de Secession’, genç bir tarihçimiz tarafından ‘Veraset muharebesi’ kelimeleri ile tercüme edilip basılmıştır. Böyle tercümelerin olmaması, olmasından bin kere daha iyidir.Tercümeleriniz arasında ‘İngiliz Edebiyatı Tarihi’, iki cild gösterilmiş. Aslı beş cild olduğundan, bende ‘Acaba kısaltıldı mı?’ endişesi hásıl oldu.Eseriniz olan bu büyük hadise kadar beni alákadar eden hiçbir şey, son on beş sene zarfında -tekrar ediyorum- yoktu!Sizinle rahatça görüşebilmek, bu konularda sohbet etmek için bir saat kadar serbest zamanınızın bulunduğu günleri bilmek isterdim. Sağlık durumum beni yaz mevsimlerinde Heybeliada’da oturmaya mecbur tuttuğundan, İstanbul’da yalnız çarşamba günleri öğleden sonra bulunuyorum.Pek heyecanlı tebrik ve takdirimi bu vesileyle yazılı olarak arzettim. ‘Tanin’ son defa tekrar yayınlanmaya başladıktan sonra, Türkiye’nin en iyi gazetesi oldu. Bundan dolayı da size olan muhabbet ve dostluk hislerim artmıştır. Muhabbet yolunun husumet yolundan daha kısa, daha emin ve her halde daha yüksek olduğu kanaati bu düşüncenin asıl temelidir fikrindeyim. Size saadet ve vicdáni áfiyet temennilerimi gönderiyorum aziz Hüseyin Cahid Beyefendi kardeşimiz.Abdullah Cevdet’
button