Oluşturulma Tarihi: Nisan 06, 2003 00:00
Her şey geçen yıl başladı. O tumturaklı, oturaklı, halim ve selim adam gitti. Yerine zıpırın biri geldi.Abdülkadir'le aynı yaştaydık. Taa, Yeni Sabah Gazetesi'nde patlak pabuçla
haber peşinde koşuşturduğu günlerden tanırım. Doğru, dürüst ve çalışkan bir gazeteciydi. Birkaç dil bildiği için kırklı yaşlarında turizm işine sıvandı. Başarılı da oldu. Eskisi kadar sıkça olmasa da fırsat buldukça görüşmeyi sürdürdük.Günlerden bir gün Abdülkadir'i sivil bir suratla gördüm. Boru gibi sesi olmasa tanıyamayacaktım. Yani, Abduş bıyıklarını kesmişti.‘‘Vah vah, geçmiş olsun. Jilet filan mı kaydı?’’‘‘Hayır bilerek kestim.’’‘‘Kırk yıllık emektar bıyıklarına nasıl kıydın yahu?’’‘‘Beni yaşlı gösteriyorlardı.’’‘‘Göstermelerine gerek yok. Sen zaten yaşlısın.’’‘‘Sen onu haltetmişsin.’’‘‘Sen ben yaşta değil miydin?’’‘‘Hayır efendim, ben senden en az iki yaş küçüğüm.’’‘‘Eh kimi kumaş yağmur yiyince çeker. Demek ki sen de çekip küçülmüşsün.’’*Aradan kaç ay geçti anımsamıyorum. Bir sergi açılışında siyah saçlarını kel tepesine iyice yayıp yapıştırmış biri yüzüme tanıdık tanıdık bakıp gülümsüyor.‘‘Güzelim kır saçlarına ne yaptın be?’’‘‘Biraz boyattım Oğuz Abi'cim. Beni yaşlı gösteriyorlardı. Zaten çok da beyazlamamışlardı değil mi Oğuz Abi?’’‘‘Bu abili konuşma da nereden çıktı?’’‘‘Benimki aile terbiyesi icabı Oğuz Abi. Bize, büyüklerimize saygıyı ve abi demeyi öğrettiler.’’‘‘Ben senin nereden büyüğün oluyorum?’’‘‘Aramızda en az 5 yaş fark yok mu Oğuz Abi?’’‘‘Bana bak, benden sana abi tavsiyesi; fazla yağmurda kalma... Küçüle küçüle pantolonumun arka cebine gireceksin bu gidişle!..’’*Bir gün, onu gerçekten tanıyamadım. Annesinin bile tanıyacağından şüpheliyim. Ciyak ciyak renkli kareli bir ceket... Altında turuncumsu daracık bir pantolon... Yakası üstten 3. düğmesine kadar açık sarı ve mor çiçekli bir gömlek... İçinde de yeşil bir ipek fular... Herif
Balık Pazarı'ndaki manav sergisi gibi rengárenk... Hareketleri de acayipleşmiş. Yürümüyor, adeta zıplıyor... Hızlı hızlı konuşmaya başlamış. Konuşurken elini kolunu sallıyor, karşısındakinin omuzuna, sırtına pat pat vuruyordu. En çekilmez yanı da her laftan sonra yerli yersiz kahkahalar atmasıydı.*Aslında bütün bunları yazmayacaktım. Sevdiğim bir arkadaşımı teşhir etmeyecektim. Bir alay tanıdığı var. Herkes, yaşamının bir bölümünde buhran geçirebilir, abuk subuk işler icat edip kendini rezil edebilir. Hele ihtiyarlık şaşkınlığıyla olmadık herzeler yiyebilir. Biz arkadaşlarına onu koruyup kollamak düşer. Ben de öyle yapıyordum ama Abdülkadir bana fena bir kazık attı. Ben de öcümü almak için bunları yazıyorum.*Sabahın bir körü kapının zili düttürmeye başladı. Kapıcı servisi için erken bir saat. Kafa üstü yastığımı kulağıma kapattım. Ben başımın üstünde bir ağırlık olmadan uyuyamam. Bu nedenle iki yastıkla kelle sandviçi gibi yatarım. Ama zilin susacağı yoktu. Bana asla yakıştıramayacağınız bir alay küfürü peş peşe sıralayarak gidip kapıyı açtım ve Abdülkadir'in sırıtkan suratıyla yüz yüze geldim. Aslında yalnız ağzı sırıtıyordu. Gözleri yuvalarından uğramış, suratı kıpkırmızıya kesmiş, gırtlağından düdük sesleri çıkararak nefes almaya çalışıyordu. Yarı yürüye, yarı sürüne içeri girip kendini en yakın koltuğa attı.‘‘Ne oldu, ne var, sabahın köründe ne istiyorsun?’’ gibisinden sorularıma cevap vermedi. Konuşacak mecali yoktu ki cevap verebilsin. Yine de merhamet duygum ağır bastı. Mutfağa gidip bir bardak su getirdim. Sırıtmasını bozmadan içti. Ben homurdanarak kahvaltı altımın üçüncü sigarasını içerken Abdülkadir zıplayıp yerinden kalktı.‘‘Günaydın Oğuz Abi.’’‘‘Abinden başlatma, şimdi doğru doktora git ve ben kalp krizi geçirdim de...’’‘‘Ben turp gibiyim. Her gün Belgrad Ormanı'na gidip günde 5 kilometre koşuyorum.’’‘‘Deminki tıknefeslik neydi öyleyse?’’‘‘Merdivenleri çıkmıştım da biraz yoruldum. Aslında yorulmazdım ama dün geceyi bir diskoda geçirdim.’’‘‘Sen fıttırdın mı yahu Abdülkadir? Asansör dururken 7 kat merdiven tırmanılır mı?’’‘‘Sen, tabii unutmuşsundur. Genç adam dediğin asansöre binmez. Bu sabah ormana gidip koşamadım. Sabah cimnastiğini senin merdivenlerde yapayım dedim. Hem benim adım Abdülkadir değil Oğuz Abi.’’‘‘Ya ne?’’‘‘Benim adım Gencay. Mahkeme kararıyla değiştirdim.’’‘‘Bin senelik adını ne halt etmeye değiştirdin?’’‘‘Abdülkadir ihtiyar ismi. Abdülkadir deyince adamın aklına eli ayağı tutmayan, beli bükük bir ihtiyar geliyor. Bak bakalım bende yaşlı adam hali var mı?’’Abdülkadir veya Gencay, bir yandan dans figürleri yapıp kendi midesine pat pat vuruyordu. ‘‘Gel bak, sen de vur da çelik gibi mide adalesi gör.’’Şeytan, şunun midesine okkalı bir aparkat çekip herifi katla dedi. Ama yine Abduş'a ya da Gencoş'a kıyamadım. Gönlü olsun diye bir iki patpatladım. Pat pat eden herifin karın adalesi mi yoksa korsesi mi artık bilmiyorum.‘‘Senin bu gençlik sapıtmana hanım ne diyor?’’‘‘Hangi hanım?’’‘‘35 yıllık karın Semra tabii!’’‘‘Ohhoo, aylar önce Semra'dan boşandım.’’‘‘İyi halt ettin.’’‘‘İhtiyarlayınca vıdı vıdıcılığı tuttu. Yok ben palyaço gibi giyiniyormuşum. Pencereleri açıp komşulara karşı çıplak vücutla halter çalışıyormuşum. Herkeslere rezil oluyormuş... O da senin gibi tutucu bir ihtiyar!’’‘‘Sen onu halt etmişsin. Ben her zaman yenilikçi ve ilerici oldum.’’‘‘Madem yenilikçisin de cep telefonun nerede?’’‘‘Cep telefonu ilericilik değil enayilik. Normal telefonla 5 liraya yapacağım konuşmayı niye 15 liraya yapayım?’’‘‘Ama cep telefonuyla isteyen seni hemen bulabilir.’’‘‘Daha kötü ya... Canı çeken beni istediği anda niye bulsunmuş? Ben ‘‘155 Alo Polis’’ miyim?’’‘‘İstemezsen telefonunu kapatırsın.’’‘‘Zırt pırt kapatacağıma hiç almasam daha iyi değil mi?’’‘‘Çene yarıştırmaya gelince üstüne yok. Ama daha bir e-mailin bile yok. Basında e-mail adresi olmayan yazar bir tek sen kaldın. Artık bebelerin bile interneti var. Bütün bunlar siz morukların teknolojinin ilerlemesine, çağdaşlığa ayak diremesinden!.. Tutuculuktan!.. Söyle bakalım okurların sana nasıl ulaşıyor?’’‘‘Benim faksım var.’’‘‘Ama onların faksı yok. Bir kardeşlik yapayım da sana bir e-mail adresi alayım Oğuz Abi.’’Bir an düşündüm. Sahi yahu, artık mektubun modası geçti. Herkesin de faksı yok. Okurlarımla aramda kopukluk olmasın dedim.‘‘Pekiyi, o dediğinden al bakalım.’’Abdülkadir, bir yerlere telefon etti sonra sordu.‘‘Senin adres şifren ne olsun?’’‘‘Tabii, Huysuz İhtiyar olsun.’’‘‘Huysuz İhtiyar'ı almışlar.’’‘‘Kim almış, nasıl almış, niye almış?’’‘‘Sana tekrar satmak için.’’‘‘Yani ben, kendi adımı herifin birinden mi alacağım? Aziz milletimin en birinci mesleği hırsızlık olmuş demek! Ülkenin toprağını çalıp apartman yapar, devletin elektriğini çalar fabrika işletir, davarını ısıtır... Otobüs biletinin bile sahtesini yapmayı akıl eder. Sıra isimlerimize geldi. Artık sabahları kalkınca ilk işim ağzımdaki protez yerinde duruyor mu diye bakmak olacak. Ben yazıyla, çiziyle nafakamı çıkarıyorum. Bir üçkáğıtçı hırboya verecek meteliğim yok! Adresi hu.ihtiyar@mynet.com diye al!’’Yani ayıptır söylemesi, artık benim de bir e-mailim var. Bu yaştan sonra Abduş'un bana attığı kazık da bu oldu.*Abdülkadir'i sorarsanız yine eski gri takım elbiselerini giyiyor, saçını boyamıyor. Zaten ektirdiği saçlar da döküldü. Tekrar bıyık da bıraktı. Yine eski meyhanemize dadandı. Geçen gün,‘‘Hayrola, genç olmaktan sıkıldın mı?’’ diye sordum.‘‘Defne'yle bir yıldır beraberdik. Ama kızı yirmi beşinde tıfıl bir oğlanla yakaladım. Hem de kirasını benim ödediğim evde.’’‘‘Boşver, gençlikte böyle ufak tefek kazalar olur Gencay Abi'cim.’’‘‘Hergeleliğin alemi yok. Benim adım Abdülkadir!’’Şimdi, birkaç arkadaşla Semra'ya gidip eve dönmesi için diller döküyoruz.
button