Güncelleme Tarihi:
John Nash’in adını nereden biliyoruz?
Sizi bilmem ama ben onun adını ilk kez 1998’de, okuduğum bir kitapta duydum. Kitabın adı ‘A Beautiful Mind’dı.
Nobel ödüllü bir matematikçiydi. ‘Matematik Nobeli’ diye bir ödül verilmediği için ekonomi dalında almıştı bu unvanı.
Ödülü almasını sağlayan çalışmayı 1950’li yıllarda yapmıştı aslında ve ‘uygulamalı matematik’in en ilginç dallarından birinde, ‘Oyunlar Teorisi’nde bir çığır açmıştı. Aynı teori üzerinde çalışan toplamda sekiz kişi Nobel aldı, Nash bunlar arasında ilk matematikçiydi.
Sonra uzun yıllarını ağır bir şizofreni hastası olarak ve bilim yapamayarak geçirmişti. Gördüğü tedavi sonucunda, yeniden matematik yapabilir hale gelmişti.
Olağanüstü bir hayat, olağanüstü başarıları ve çöküşleri aynı anda yaşayan bir insan hikâyesiydi okuduğum.
Sonra başrolünde Russell Crowe’un oynadığı filmi yapıldı kitabın, Türkçeye ‘Akıl Oyunları’ diye çevrilen. ABD’de New Jersey’deki Princeton Üniversitesi sınırları dışında ancak meslektaşı bilim insanlarınca tanınan John Nash birden dünyada herkesin bildiği, tanıdığı bir ‘rock yıldızı’na dönüştü.
İşte o ‘rock yıldızı’ matematikçi geçen hafta boyunca İstanbul’da, Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampusunda yapılan ve dünyanın dört bir yanından oyun teorisiyle uğraşan 600’den fazla ekonomist ve matematikçiyle birlikte çok yakınımızdaydı. Bütün hastalığı boyunca bir an yanından ayrılmayıp onu hayata bağlayan eşi ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan oğluyla birlikte.
Hakkında yazılan kitabı okumuş, filmi seyretmiş, matematiğini kavramaya çalışmış biri olarak merak ediyordum, acaba nasıl biriydi John Nash?
Bilgi Üniversitesi’nden uyardılar: Evet, Nash benimle görüşecekti ama görüşmeye biraz fazla zaman ayırmalıydım, çünkü Nash hem yaşlı hem de aslında hâlâ hastaydı. O yüzden bazı şeylere dikkat etmeli, sabırlı ve özenli olmalıydım.
Önce oteline gittik, lobide ayaküstü tanıştık, beş-on dakika birlikte vakit geçirdik, havadan sudan konuştuk. Sonra birlikte Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampusuna gittik. Yol boyunca da o ve eşiyle havadan sudan sohbetimiz devam etti. İstanbul’la ilgili turistik bilgiler de vardı bu sohbette, siyaset de, biraz tarih de hatta.
Karşımda 84 yaşında ama neredeyse bir çocuk saflığında her şeyi merak eden biri vardı. Çok basit şeyleri de merak ediyordu, görece karmaşık şeyleri de. Aldığı cevapları tecrübesi ve matematiğin ona öğrettiği keskin mantık penceresinden geçirip ya bir yorum yapıyor ya da yeni bir soru soruyordu.
Evet, yaşından ötürü yavaş yürüyordu ama kafasının çalışma hızında çok da fazla bir eksilme yoktu. Çok ama sahiden çok alçak sesle konuşuyordu, bazen kelimeler ağzında yuvarlanıyor, anlamak zor olabiliyordu ama söyledikleri hep çok berrak şeylerdi.
SOĞUK SAVAŞ’IN KAZANIMLARI
Aslında sadece bugünle ilgili değil, geçmişle ilgili görüşleri, hatıraları da son derece berraktı. Mesela sohbetimizin bir yerinde ona oyun teorisinin kurucu babası John von Neumann’ı sordum. Onunla hayatının son evresinde tanışmıştı.
Von Neumann’ın oyun teorisi bugünkü anlayışımıza göre çok daha dardı. O daha çok ‘toplamı sıfır olan oyunlar’ı incelemiş, o oyunlarda ‘denge’nin nasıl bulunabileceğine bakmıştı. Ama Nash toplamı sıfır olmayan oyunlarda da denge bulunabileceğini kanıtlayarak oyun teorisininin alanını ve geçerliğini çok genişletenlerden biriydi.
Acaba von Neumann’da bir kıskançlık izi görmüş müydü? Gülüyor bu soruma Nash, “Bilmiyorum’ diyor: “Von Neumann farklı biriydi. Kıskandıysa bile bunu belli etmedi.”
Von Neumann konuşup Soğuk Savaş konuşmamak olur mu? Oyun teorisinin bu dünyanın hayatını en çok etkilediği o meşum nükleer ‘denge’ dönemi...
“Sovyetler’i bilmem ama ABD tarafında, Soğuk Savaş’a olabilecek her türlü yönden bilimsel yaklaşım arayışı vardı. Ve evet, bu bir oyundu, oyun teorisine göre oynanan. Ama unutmayın, bu oyunu bizim taraf kazandı. Ve bence Soğuk Savaş her şeye rağmen çok da kötü sonuçlar doğurmadı. Bilimsel ilerlememizin önemli bölümünü o dönemde yapılan / yaptırılan araştırmalara borçluyuz” diyor Nash.
Gerçekten de oyun teorisi, ABD ile Sovyetler arasındaki nükleer savaşın kıyısında yaşanan onca yılda geniş bir kullanım alanı buldu. Karşı tarafın ‘rasyonel’ olduğu varsayımıyla, onun gelecekteki hamleleri tahmin edilmeye çalışıldı.
Soğuk Savaş döneminin en barışçı ve nükleer karşıtı matematikçilerinin bile çalışmaktan kendilerini alamadığı alanlardan biri, eğer olursa bir nükleer saldırı anında havada olacak binlerce başlıktan hangisinin gerçek hangisinin aldatmaca olduğunu tahmine çalışan bir algoritma yaratmaktı. Acaba John Nash bu konuda çalışmış mıydı? “Hayır” diyor Nash kesin bir dille, “Ben daha çok uygulamalı matematikte çalıştım o dönemde.”
Biraz daha geçmişten söz ediyoruz. Mesela kendisi gibi ağır bir hasta olan, hayatının son yıllarını paranoyası nedeniyle evinden dışarı çıkmadan geçiren büyük mantıkçı Kurt Gödel’den ve bir başka büyük isimden, Albert Einstein’dan...
Gödel’le tanışmış Nash. “Pek sosyal bir insan değildi. Mantıkla bir dönem ilgilendim, o dönem matematik ve mantık konuştuk ama onun dışında hiçbir konuşmamız olmadı” diyor, sonra benim soruyu hangi amaçla sorduğumu anlamış gibi bir bakışla, “Sonra zaten önce ofisinden çıkmaz oldu, derken evine kapandı. Durumunu biliyorsunuz” diyor, gülüyor.
Ya Einstein? “O çok insandı. Kapısı bizlere açıktı, fazla merak edersek hemen bizi asistanı gibi çalıştırır, iş yaptırırdı” diyor.
SİYASETİN KENDİ OYUN KURALLARI
Tarih sohbetiyle buzları iyice kırdıktan sonra siyasete girebiliriz artık. Nash’in siyasi görüşleri benim ilgimi çekmiyor, sizin de çekeceğini sanmam ama kendisi de bir ‘oyun’ olan siyaseti nasıl izlediğini, kendi teorisinin izlerini görüp görmediğini merak ediyorum doğrusu:
“Buradan kendime veya başka bir oyun teoricisine pay çıkartmam doğru olmaz. Evet, siyaset bir oyun ama bu oyun, ortada bir oyun teorisi yokken de, çok eskiden beri oynanıyor. Siyasetin kendi kuralları denen şey evet, teoride öngörülen şeyler ama siyasetçiler binlerce yıldır bunu teoriye bakarak yapmıyorlar, içgüdüleriyle, akılları oraya götürdüğü için yapıyorlar. Siyasetin bir kısmı toplamı sıfır olan bir oyun ama çok çok daha büyük kısmı karşıt tarafların işbirliği yapmasını gerektiren toplamı sıfırdan büyük bir oyun” diyor.
SYLVIA NASAR’IN KİTABINI İMZALAMIYOR
Biraz kişisel konulara geçelim: Acaba ünlü olmak, genellikle kendi odasında bir başına çalışan bir matematikçi için nasıl bir şey?
“Beni etkilemiyor. Hayatta bazı şeyler var, yan etkileri oluyor kaçınılmaz biçimde. Ün de öyle bir şey. Zaten kendimi rock yıldızı gibi de hissetmiyorum” diyor.
Peki onu ünlü yapan film ve kitap?
Nash, hakkındaki filmden neredeyse nefret etmiş. “Ben o filmde gösterilen insan değilim. Hastalığım doğru ama ilaç bağımlısı bir deli değilim” diyor, biraz da sinirli biçimde.
Ya kitap? Kitabın yazarı Sylvia Nasar saygıdeğer bir bilim yazarı olarak biliniyor. (Bu arada bir mini bilgi: Yazar Nasar, bir zamanlar Uğur Mumcu’nun köşesinde adını çok geçirdiği Özbek asıllı CIA ajanı Ruzi Nazar’ın da kızı.)
Nash acaba kitabı okumuş mu? “Hayır” diyor, “Tamamını okumadım. Ama şunu söyleyebilirim: Kitaptaki pek çok şey doğru değil. Zaman zaman benden o kitabı imzalamamı istiyorlar, yapmıyorum.”
Hemen yanımda getirdiğim kitabı gösterip, “Ben de isteyecektim ama vazgeçtim” diyorum, gülüyoruz.
Ben sormadan konuşuyor: “Hem ben kendimi hâlâ biyografisi yazılabilir biri olarak görmüyorum. Otobiyografi, insan emekli olduğunda yazılır. Ben daha çalışıyorum. Üniversitem daha fazla asistan verse daha iyi olacak, yapmam gereken çok şey var çünkü.”
84 yaşında, gözleri bir çocuğunki gibi parlayan, çok ağır bir hastalıkla birlikte yaşamayı öğrenmiş bir adam Nash.
Ben tam yanından ayrılacakken o, Oyun Teorisi konferansında izlemek istediği bir oturumu anlatmaya başlıyor.