Güncelleme Tarihi:
TUBA ÜNSAL FOTOĞRAFLARI
* Kendinizi “normal” tanımlamıyorsunuz?
- 16 yaşındaki kaç tane kız, hangi cesaretle her şeyi geride bırakarak İstanbul’a gelebilir ki?
* Çok var...
- Peki kaç tanesi bu kadar zorluğun içinde çabalamaya çalışır ve başarılı olur? Kaç tanesi “Kardeşim ben artık evleniyorum” ve “Bitti artık, ben boşanıyorum” der?... Belki bu size çok normal geliyor ama çevremdeki insanlara baktığım zaman sayı çok az...
* “Ben evleniyorum” ya da “Bitti, boşanıyorum” demek anormal bir davranış değil bence.
- Belki de dürüstlük bu... Ben hayatımı kapalı kapılar ardından yaşamadım. Kafama göre bir hayat yaşadım.
* Kafanıza göre yaşadığınız hayat sizi mutlu mu, yoksa mutsuz mu etti?
- Çok mutsuz etti. Hakkımda yalan yanlış haberlerin yapılması beni çok mutsuz etti. şimdi alıştım artık. Hayatımı bu düzene göre
şekillendirmeye çalışıyorum.
BU KIZ ÇOK GÜZEL “ADAM” OLDU
* Nasıl...
- Şekillendirmeye çalışıyorum derken, zaten büyüyorsun. Büyüdüğün zaman o, “Ay bu gece şuraya çıkayım, buraya gideyim” durumları kalmıyor. Ben şu an, insanların çok ilgilenmeyeceği bir hayat yaşıyorum.
* Artık hep evde misiniz, dışarı çıkmıyor musunuz?
- Çıkıyorum ama bir dengesi var. Gazetecilerin olduğu yerlerde dolaşmıyorum. Dolaşacaksam da yaptığıma ettiğime dikkat ediyorum. Eskiden yaptıkların için “Daha genç, hata yapabilir” deniliyor, böylece bundan sıyrılabiliyorsun ama yaş ilerleyince öyle olmuyor işte.
* Yaş ilerleyince “Bu kız adam olmaz” diyorlar...
- (Gülüyor) Evet ama bu kız çok güzel adam oldu... Hayat her şeyi öğretiyor insana....
* Peki... 1980 dönemini anlatan “Bu Kalp Seni Unutur mu?” dizisinde rol alıyorsunuz. Siz 1981 doğumlusunuz. Bu diziye başlamadan önce o yıllara ait bir fikriniz, bilginiz var mıydı?
- “Vizontele Tuuba” filmi de o dönemi anlatan bir filmdi. Bu filmden teklif geldiğinde de ilk işim 80’li yılları okumak, araştırmak oldu. O döneme ait işkence kitaplarını okuyorum, raporlara bakıyorum, daha önce işkence görmüş insanlarla sohbet ediyorum... Ve bu dizi için “Sahneler abartılmıyor mu?” diye sorduklarında, okuduğum kitaplardan, dinlediğim insanlardan yola çıkarak hiçbir şeyin abartılmadığını söylüyorum. Bence Türkiye için zor bir dönemdi o dönem.
* İşkenceler mi bu kadar etkiledi sizi?
- Birçok şey... Bu işi yapıp, ülkeyi karanlığa sürükleyenlerin göğüslerini gere gere hâlâ ortalıkta dolaşmalarını anlayamıyorum.
* Kimler var böyle dolaşan?
- Askeri de var, politikacısı da var... Bunların ortalıkta hiçbir şey olmamış gibi dolaşmaları bana çok enteresan geliyor.
ANARŞİST BİR TARAFIM VAR
* Enteresan geliyor derken?
- Eğer ben bu kadar insanın ölümünden sorumlu olsaydım, herhalde ülkeyi terk ederdim. “Vizontele”nin sonunda çok güzel bir cümle vardı; “Bu çocukların hepsi iyi çocuklardı, hepsinin hayalleri ve idealleri vardı ama hiçbirini gerçekleştiremediler” diye. Yani bu ülkede insanlar, gençler boşu boşuna öldü.
* O dönemde yaşamak ister miydiniz?
- Bilmiyorum. Yaşasaydım olayın ne tarafından, nasıl olurdum onu da bilmiyorum.
* Anarşist bir ruha sahipsiniz, sessiz çoğunluktan olmazdınız herhalde?
- Evet, anarşist bir tarafım var. Sessiz kalmazdım. Kesin bundan dolayı da cezaevine bir girer bir çıkardım...
BABAMI ÇOK ÖZLÜYORUM
Babamı kaybedeli dört ay oldu. Hayatımda çok büyük bir boşluk var. Onun yokluğunu anlatabilecek durumda değilim. Babam benim en hassas yanım... Benim babam muhteşem bir adamdı. Çok yakışıklı, bilgili, çocuklarını çok seven, çok acayip birisiydi. Zaman zaman onu üzdüm. Keşke bütün bunlar olmasaymış. Çok özlüyorum onu... Ve her kız çocuğu gibi o benim idolümdü, aşık olduğum ilk erkekti. Babamın karakter özelliklerine sahip bir erkek arkadaşım olsun çok isterdim. Sanırım hep de onu aradım. Ama bulamadım. Bulamayacağım da... Ama ablam bu konuda çok şanslı. Onun çok güzel, mutlu bir evliliği var. Umarım ben de onun kadar şanslı olurum.
ÇEKİM AFRİKA'DA DEDİLER MEĞER BENİ KANDIRMIŞLAR
*Sete geciktiğiniz için rol arkadaşınız Melis Birkan size “Neden geç geliyorsun, seni beklemek zorunda mıyız?” demiş, doğru mu bu?
- Hayatımda hiçbir sete geç kalmadım. Bununla ilgili hiçbir şeyi de sorgulatmam. Doğru bir haber değil bu...
* Çok yakında rol aldığınız “Türkler Çıldırmış Olmalı” ve “Suluboya” filmleri vizyona girecek. Önce “Türkler Çıldırmış Olmalı”dan başlayalım. Nasıl geldi teklif?
- Tam babamı kaybettiğim dönemde geldi. Çok sert bir süreçten geçiyordum. Biraz kafam dağılsın diye, komedi filmi olduğu için kabul ettim. Kabul etmemin en büyük nedeni, benim sahnelerimin Afrika’da çekileceğini söylemeleriydi. Ama beni kandırdılar! (Gülüyor) Afrika’ya gitmedik ve o sahneler burada çekildi. Neyse, önemli değil...
* Cihat Hazardağlı’nın dijital bir teknikle çekilmiş “Suluboya” filmi de cuma günü (bugün) vizyona girecek. Türkiye’de ilk kez böyle bir teknikle film yapılıyor. Heyecanlı mısınız?
- Çok! Hikâyesi de çok güzel filmin. Ben Lorela isminde bir resim öğretmenini canlandırıyorum. Lorela dünyanın en iyi ressamı olmak, sergiler açmak istiyor. Sokaklarda çalışarak para kazanıyor. Bu işe heveslilere resim yapmayı öğretiyor. Ve bir baba, Marco adında 10 yaşındaki çocuğunu elinden tutup Lorela ile tanıştırıyor, onun resim öğretmeni olmasını istiyor. Lorela ile Marco arasında resimle, cinsellikle ilgili bir süreç başlıyor.
* 10 yaşındaki çocukla nasıl bir ‘cinsel’ süreç başlıyor?
- 10 yaşındaki çocuk, bir kıza karşı ilk kez bir şeyler hissediyor. O kızın dudaklarına bakıyor, öpüp kaçmak istiyor vs... Bu anlamda yani. Kendi dünyasında bunları yaşıyor ama öğretmenine söylemiyor. Bu film benim hayatımda çok önemli. Çünkü, tarzı açısından dünyada da büyük ses getirecek. Filmde her şey tablo tadında. Çığlık atarak izledim. Çünkü normal çekildi ama her karesi ayrı ayrı boyandı. Ortaya müthiş bir görsel şölen çıkmış. Buradan bir sürprizi açıklayayım; bu filmin ikincisi de gelecek!