Güncelleme Tarihi:
AVM’lerin ve ünlü moda markalarının henüz icat edilmediği çok eski zamanlarda dünyada gözüpek avcılar ve savaşçılar vardı. Avladıkları hayvanların derisine, görünümüne bürünmek cesaret ve yeteneklerinin göstergesiydi. İşte avlanan bu hayvanlardan biri olan leoparı, Çatalhöyük’teki yaklaşık 8 bin yıllık duvar resimlerinde görebiliyoruz. Antik Yunan kültüründe Dionysos üzerinde leopar postu taşırken resmedilirdi. Vahşi bir hayvanın avlanması ne kadar güç olursa kürkü/derisi de o kadar krallara layık olurdu. Hatta değerli postlar ve kürkler aynı zamanda altın gibi bir ödeme aracıydı. Tabii krallar/sultanlar/hakanlar zaman içinde o kadar güçlendiler ve medenileştiler(!) ki bu yırtıcı hayvanların postlarını giymek şöyle dursun onları ayaklarının altına serecek konuma geldiler. Vahşi doğa, sultanların karşısında yerlere kapanıyordu adeta. Babür İmparatorluğu’ndan İngiltere’ye kadar hükümdarlar canlı leoparlara ve çitalara da sahiptiler. Osmanlı padişahlarının İstanbul’da ‘aslanhane’ denilen yerde türlü çeşit vahşi hayvanları bile vardı. Aslanlar, kaplanlar, panterler, leoparlar bazen zincirli olarak şehirde dolaştırılırdı. Osmanlı coğrafyasının ve Asya’nın dört bir yanını dolaşan gezgin dervişlerse vahşi hayvan postlarını giyme konusunda çekingen sayılmazlardı. 18. yüzyıl sonlarına doğru Batı’da seçkinler artık kralların yaşamlarını iyiden iyiye taklit eder haldeydiler. Leopar postları koltuklara seriliyor veya kıyafetlerin parçası olarak omuzlara alınıyordu. 19. yüzyılda Batı, tüm ‘vahşi’ Afrika’yı ve Hindistan’ı sömürgesi haline getirirken leopar, çita gibi hayvanların avlanması muazzam bir hız kazandı. İşte medeniyetle doğal yaşamı karşı karşıya getiren bu süreç, 1912’te Edward Rice Burroughs tarafından yazılan ‘Tarzan’ı doğurdu. Tarzan 1918’den itibaren onlarca kez filme çekildi. ‘Maymun Adam’, güçlü vücuduyla ve leopar/çita desenli giysi parçasıyla beyaz perdede arz-ı endam ederken, medeniyetten kopup gelen aşkı Jane de, ormanda benzer bir kıyafet giyiyordu.
ERKEKLERDEN KADINLARA
1937’de Tarzan’a kadın bir rakip geldi: Ormanlar Kraliçesi Sheena! Sheena önce çizgi romanlarda, sonraları filmlerde leopar desenli kıyafetiyle tüm ormanı dize getirdi. İkinci Dünya Savaşı kadınların toplumsal hayata her yönüyle katılımını zorunlu kıldı. Bu, sokakta daha güçlü kadınlar demekti haliyle. 1946’da Johnny Weissmüller’in oynadığı Tarzan’, Jane’in canını almaya çalışan; kabilesindeki erkeklerin acımasız lideri Leopar Kadın’la mücadele halindeydi. Her ne kadar Tarzan bu cüretkâr kadını yense de leopar deseninin önündeki engeller kalkmıştı adeta. Vahşi doğa, dünyaca ünlü modacıların elinde ehlileştirilmeye hazırdı. Christian Dior gibi tasarımcılar aynı yıllarda leopar desenini kadın kıyafetlerine hareket verecek bir unsur haline getirirken hızını alamayan Amerikalılar 1950’lerde ondan bikini yapma cesaretini göstermişti. O yıllarda çocuklarına müşfik, erkeğine bakımlı, iyi eğitimli ev kadını modeli ön plandaydı. Oysa bu evcil kadının toplumsal temsilinde belki çıplaklıktan bile daha güçlü bir sembol vardı artık. Kadın bedeni, leoparlar gibi güçlü, atak ve saldırgan olabilirdi! 1950’lerde tüm basının gözdesi ‘kadın gibi kadınlar’ Jane Mansfield, Ava Gardner, Marilyn Monroe desenin ikonik isimleriyken; 1960’lara gelindiğinde Kraliçe Elizabeth’ten, Elizabeth Taylor’a, Jacqueline Kennedy’den Barbra Streisand’a kadar sayısız meşhur isim, özenle tasarlanmış kıyafetler içinde seçkin ve modern dişi leoparlar olarak dolaşıyorlardı. Üstelik bu ‘seçkin’ kıyafetlerin bir kısmı gerçek leopar postundan yapılıyordu! 60’ların ikinci yarısı tüm dünyada feminist hareketin, haute-couture karşıtı tavrın ve aynı zamanda kürk protestolarının dönemiydi. Bu, hem gerçek leoparlar, hem de desenleri için avantaj oldu. Çünkü, yeni geliştirilen sentetik kumaş teknolojisi sayesinde desen üretimi hem çok kolaylaşmış, hem de ucuzlamıştı. Kıskançlıkla ve kötü gözle bakılan aristokrat kürk geleneğinin veya haute-couture zarafetinin yerini 70’lerin sentetik giysileri aldı. Üstelik bu süreçte erkekler de vahşiliklerini yeniden kazanıyor, Rock yıldızları konserlerinde leopar desenli kıyafetler giyiyordu. 80’ler lüksün, kadınsı çizgilerin ve debdebenin tekrar öne çıktığı bir dönemdi. Joan Collins, Hanedan dizisinin moda olduğu yıllarda bu deseni pırıl pırıl parlayan kıyafetlerinde taşıyordu. Öte yandan aynı dönemin pop, rock ve punk kültürünün arası da desenli aksesuarlarla hiç fena değildi.
DOĞADAN ŞEHİRLERE
Doğada gizlenmeye, yani kamuflaja yarayan leopar deseni, insanlığın elinde önce gücün, sonra dikkat çekmenin işaretine dönüştü. 90’ların sonuna doğru ama daha çok 21. yüzyılda bu desen halk pazarlarındaki kadın iç çamaşırlarından baş örtülerine, koltuk kumaşlarından çocuk kıyafetlerine kadar her alana yayılırken dünyanın en seçkin,
en pahalı modacıları yine de bu desenden vazgeçmediler.
Özellikle kadın cinselliği için güçlü bir mesaj arandığında başvurulan hep o oldu. Bugün, kent yaşamında öne çıkma mücadelesi veren kadın ‘avcılar ve savaşçılar’ binlerce yıl önceki erkek ataları gibi leopar, çita ve kaplan desenlerine sahip çıkıyorlar. Tabii en önemli fark avlanma yöntemleri ve mekanları olsa gerek! ‘Hayvan’ kelimesini hakaret olarak kullanan insanlığın bir yandan da hayvanların görünümüne bürünmek için
bunca para ve zaman harcaması... Medeniyet tarihi gerçekten de ilginç süreçlerle dolu değil mi?