8,5 milyar dolara ne kadar süt tozu alınır?

Güncelleme Tarihi:

8,5 milyar dolara ne kadar süt tozu alınır
Oluşturulma Tarihi: Eylül 30, 2003 20:10

68 kuşağının, Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin anti-amerikancılığında, sütün payı nedir, bilmiyorum. Süt, süt, bildiğimiz süt, inek sütü!.. 68 kuşağını bilemem, ama benim “Amerikalılar’dan özellikle hazzetmemem” tabii George Dubya Bush’tan çok öncelere dayanır ve bunda “Amerikan Yardımı”nın hatırı sayılır payı vardır...

Haberin Devamı


Vahap Munyar yazdı geçen hafta, Hükümet artık fakir öğrencilere süt dağıtmayacakmış, veliler ve öğrenciler Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri Birliği’ni arayıp “Nerede benim sütüm?” diye hesap soruyorlarmış.

*

Çocukluğumuz, daha doğrusu dört beş yazımız, Değirmendere’de geçti. Cennet’te yani...

Hemen birkaç kilometre ötemizde, Amerikalılar yaşardı, Karamürsel’de, Amerikan subayları ve aileleriydi bunlar. Yerler halı gibi çim, gencecik çamların gölgesinde, klimalı barakalarda otururlardı. Kendi satış mağazaları, spor salonları, tenis kortları vardı. Yolları bile bir farklıydı. Karamürsel’in içinden geçen yol, bizim alışık olmadığımız, kırmızı, kunt, pütürlü bir asfalttı. (Hâlâ durur, kırk sene sonra!) Bizim delik deşik, eğri büğrü yollarımıza hiç benzemezdi. Gölcük’teki bizim bahriyelilerimiz (o zaman da askeriye sivil toplumdan çok bakımlıydı ama fakirdi) gri boyalı, kirli-beyaz tenteli işkampavyalarla gezer, subaylarımız Kore Harbi kalıntısı ciplere binerken, Körfez’de gıcır gıcır lacivert boyalı motörler dolanır, izci bereli, toprak rengi üniformalı deve gibi Amerikan subayları, bugünkü Cherokee’lerin atası olan koyu yeşil Jeep’lere binerlerdi...

Biz bu “askerî” farkı, o yaşta göremezdik.

Ama teneke kutuda bebe mamaları da vardı, Nescafé içerler, çocuklarının altına Pampers bağlarlar, hababam sütlü çukulata yerlerdi, hababam... Bizim Hüseyin Ağa’nın torunu kara kuru Yûce, dizleri yumru gibi çıkmış çöpten bacaklarıyla gezerken, tenteli pusetlere sığmayan bebeleri vardı, yanağından kan damlayan.

Ama biz bu “ekonomik” farkı görecek yaşta da değildik henüz.

İlkokulda, ikinci teneffüse denk gelen “Beslenme saatinde” Amerikan yardımı gelecek, dediklerinde, belki de gözümüzün önüne o kanlı canlı Amerikan bebeleri geldiğinden, fakat asıl ağzımızın suyunu akıtan (Allah için subay eşlerinin arada bize de ikram ettikleri) kırmızı ambalajlı çukulataları düşündüğümüzden, sevinecek olduk.

Kısa sürdü.

Amerikan yardımı, kalaylı, çifte saplı güğümlerle gelen, ılık suda iyice erimemiş süt tozu şeklinde tecelli etti.

Mavi plastikten beslenme çantalarından çıkardığımız peçeteyi sıraya yayar, tereyağı sürülmüş burun ekmeğimizi zar zor yutarken – ilkokul, hele de sevmediğiniz bir öğretmenle okuduğunuz birinci sınıf, benim gibi anasının kuzusu bir çocuğun küçük yüreciğine hüzün çöken bir kâbustur, boğazınız düğümlenir – çok musluk suyuna az katılmış süt tozuyla hazırlanmış, içinde siyah şeyler yüzen, adı süt, tatsız tuzsuz bir karışımı içmeye zorlandık. Yutacaksınız, öğretmen tepenizde. Bizde iyilik zorla yapılır, yardım döve döve...

Yeşilköy’ün çocukları, aramızda uçurumlar vardı, Bamyatarlası’ndan gelenler çok fakirdi. Biz ise, Yeşilköy’ün zengini sayılırdık. Ama yine de – bugünün ölçüleriyle – biz de yoksulduk. Belki de çoğumuzun o sütü alacak imkanı bile yoktu. Ama biz, Amerikan yardımı süt tozu katılmış musluk suyu içen Türk çocukları, sadece sütün süt olmadığının farkındaydık. Tadına itirazımız vardı. O kadar... Ötesini idrak edecek yaşta değildik hâlâ.

Beşinci sınıfa gelince, işin rengi değişmeye başladı. Levent İlkokulu’nun bir uzun binası vardı, biz, 5.sınıf öğrencileri (ne süreyle, niye?) arka bahçedeki bir saç barakada ders yapardık. Hafızamda doğru kalmışsa eğer, sıkıştırılmış toprak zeminli, bombeli saç baraka da Amerikan malıydı, hibeydi belki de. Çocukların evden odunla takviye ettiği büyük bir sobayla ısınırdı. İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan Amerikan filmlerinden tanıdıktı bu bu oluklu gri saç baraka. Damı tepemize akardı kötü yağmurda.

Beşinci sınıfta da Amerikan yardımı aldık. Fakir bir ülkenin, yardıma muhtaç çocuklarıydık biz, İstanbul’un göbeğinde, bugünün lüks sayılan semtlerinde, Yeşilköy’de, Levent’te...

Fakirliğimizi satın aldıklarını sonradan anladık, zengin akrabanın hibesi ruhumuzu ağır ağır yaraladı, bizi bir yandan fakir bırakıp sonra süt tozu içirenlere isyanımız dolanır oldu deli kanımızda...

O süte benzemeyen sütün bedelini çok ağır ödedik. Vurdular bizi, yakalayıp astılar yirmili yaşımızda, falakaya yatırdılar, çürüttüler “beslenme saatinde” besledikleri çelimsiz bedenimizi.

O “dostu” ve bize yaptığı “karşılıksız iyiliği” biz hiç affetmedik!

Sahi, sekiz buçuk milyar dolara kaç kilo süt tozu alınır, bileniniz var mı?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!