Güncelleme Tarihi:
Ben de fırsatı değerlendiriyorum ve sizlere sık sık öğütler veriyorum! İnsan kendi geçtiği yollardan geçen birilerini gördükçe onları devamlı uyarmak, yanlışlarını önlemek, ağlayacağı bir omuz olmak istiyor. Sanki hata yapmadan, tökezlemeden hatta düşmeden büyümek mümkünmüş gibi! Ama emin olun ki; annem ve babam beni hala küçücük bebekleri gibi görüyor. Yok üşüyor muyum, yok acıktım mı, yok bir yerim ağrıyor mu... Büyük olmak, sevmek, şefkat duymak böyle bir şey işte!
Aslında bu konulara nereden geldim biliyor musunuz? Ben bu yazıda aşk meşk meselelerine girecektim. Ki şu an girmekteyim. İlkokul birinci sınıfa gidiyorum. En yakın arkadaşımın adı Derya. Teneffüslerde bizimle yaşıt tüm 7 yaşındaki veletler hoplayıp, zıplıyor. Biz ise farklı bir ruh hali içindeyiz: Çünkü aşık olduk, hem de aynı çocuğa! Tek bildiğimiz çocuk beşinci sınıfa gidiyor. Her teneffüs çocuğun sınıfının oralarda dolaşıyoruz. Bir gün yine sınıf kapısının tam önündeyiz. Bir de baktık; yeşil gözlü aşkımız merdivenlerden yukarı çıkıyor. “Aman bizi görmesin. Rezil olduk, kaçalım” derken, diğer taraftaki merdivenlerde aynı çocukla göz göze geldik! Durumun hiçbir açıklaması yok! “Acaba çıldırmaya mı başladık” diye düşünürken, durum anlaşıldı: Çocuklar ikizmiş!
İsimlerinin Hasan ve Hüseyin olduğunu sonradan öğrendiğimiz çocukları güya aramızda paylaştık. Hasan benim hoşlandığım çocuktu, Hüseyin ise Derya’nın... Fakat soğuk havalar haricinde, şuursuz bir şekilde bütün bir yıl çocukların kim olduğunu bilemeden peşlerinde dolandık durduk. Onları ancak soğuk havalarda tanıyabiliyorduk. Çünkü Hasan yeşil bir mont giyiyordu, Hüseyin’se lacivert... Tek kelime konuşamadan mezun oldular, biz de yeni platonik aşklara yelken açtık!