Güncelleme Tarihi:
Sizli bizli mesafelerle arası hiç yok. Mümkünse jet hızıyla sevsin ve sevilsin, gülsün ve güldürsün. İlk karşılaşmanızı kırk yıllık dostunuz gibi kutsaması, öpücüklerle kucaklamalarla süslemesi Gonca Vuslateri’nin en ‘Gonca’ hali. Ve bunun Yalan Dünya setinde, iki çekim arası, o meşhur Vasfiye Teyze peruğu, gözlüğü ve bileziğiyle olması da buna mani değil.
Önce şu pop-up bar hikâyesi... Bir masal tadında özetleyecek olursak: Gonca Dublin’i merak etmiş, gitmiş, çok beğenmiş, gece kimliğine bayılmış, o ruhu İstanbul’a taşımak istemiş, Babylon’cularla laflarken ortaya atılan bir “Neden olmasın ya?” sonrası ortaya mayıs ayında açık pop-up bar ‘Dublin Spot at Babylon Lounge’ çıkmış. Mutlu son. Şimdi Gonca dilinde işin altyazısını alalım: “Dublin, adama turist muamelesi yapmayan tek şehir. Herkeste o gün, o gece tanışmalarına rağmen birbirleriyle bir yüz yıllık ahbap havası var. Gece hayatında aradığım her şeyi orada eksiksiz, elimle koymuş gibi buldum: Yürüyerek dön, sohbet ederek eğlen, eğlenceni sokağa taşı.” Şehrin en çok da pub kültüründen, meşhur viskilerinden, işten çıkınca kendini rahat etme halinden etkilendiğini anlatırken pop-up barının ruhunu ahşap dokunun üzerine kadife bir kumaş sermeye benzetiyor: “Dublin, kompleksi olmayan bir şehir. Bizim gibi değil. Biz, biraz aç bir memleketiz. Her şeye aç. Şimdi lisedeki tarih, coğrafya defterlerimi açmak istemem ama coğrafi konumumuzdan mıdır, şu ‘köprü’ görevi üstlenmekten midir bilinmez; mitolojik bir yanımız var. Güçlüyüz bir yandan. Her şeye rağmen.”
Gayet spontan yüksek kahkahalar, laylaylom, hoop Dublin, hoop İstanbul derken araya şöyle bir cümle sıkıştırabiliyor misal: “Farklılıkla ilgili tartışmalar her zaman olabilir ama bu farklılığın kendisini değiştirmiyor.” Hayatı ciddi tonda iri iri söylenen laflar sonrası atılan koca kahkahalardan ibaret olabilir ama ‘gülüyoruz ağlanacak halimize’ beyliğine itirazı var:
“Hayır, kimseye iyi geldiği de yok bu lafların. Komik şeyler de oluyor çünkü. Eğlenebiliriz de. Yeter ki birbirimize iyi gelmesini bilelim”.
İncirlik’ten: Emret komutanım!
Çocukluğunda hep mahcup, hep çekingen, ‘Aman evladım’cı orta sınıfın katı disiplininden o da nasibini almış. Bir dönemin (ve kendisinin) “Müziğin sesini duyabileceğin kadar aç” ikazıyla büyüdüğünü hatırlatıyor misal: “E doğal olarak bastırılmış taşkınlık var bizim jenerasyonda. Bu barın da niyeti ‘Müziği duyabileceğimiz kadar açmışken, yaşayabileceğimiz kadar iyi bir gece geçirelim’ olsun istedim.”
Asker babanın çocuğu olarak İncirlik’te doğmuş büyümüş, 10 yaşına kadar dünyayı herkesin ne yaşarsa yaşasın, keyfine çok önem verdiği, mutluluğun gırla olduğu bir memlektin evladı zannetmiş: “Nizamiyeden bir çıktım, dünyam değişti. Bir de Adana’dayım düşün. Stres, gerginlik had safhada.” İncirlik’ten geriye kalanlarsa en gırgırından çocukluk anıları. Ver Gülse Birsel’in eline, çıkarsın sana afacan, şahane bir çocuk karakteri: “Saatimle konuşurdum sürekli. ‘Tamam, komutanım birazdan oradayım’ derdim hep. Devamlı bir misyon için gönderilmiş haller filan. Bursa’ya taşındık. Ben çıkamadım o tripten. Ganyan Bayii’ne girip ‘Komutanım nerdesiniz? Koordinat veriyorum. Tamam’ diyordum saatime.” İncirlik sonrası Bursa çocuk Gonca’nın alıcı ayarlarıyla iyice oynuyor, tüm Amerikan reklamları tadındaki kapı açmalar, sofraya koşturmalar altüst tabii: “Bir geçen araba bir daha geçmiyor, camdan her geçen arabanın yasını tutuyorum. İncirlik’teyken alışmışım tabii vızır vızır giden Jack amcanın cipine, Donald amcanın arabasına.” Neyse ki İstanbul’da yalnız yaşamaya başlamasıyla beraber bir İncirlik günlerine ışınlanma durumu başlar: “19’umda kendi evime çıktım. İlk kapım çalındı, içeri 10 yaşıma kadarki o çocukluk yıllarım girdi. O hayatı, o kalabalığı ve mutluluğu yaşıyorum sanki.”
Cihangir aynı bizim ‘Ayvalık’
Şu an Nişantaşı’nda oturduğuna, steril sokaklarda hanım hanım yüreyerek, komşularına “Size de günaydın Melahat Hanıım” demesine bakmayın. İstanbul’da yaşamadık semt bırakmamış, ara/ana tüm sokakları yalamış yutmuş, emlak piyasasına sular seller gibi hâkim: “Fikirtepe, Harbiye, Alsancak, Göztepe, Ataşehir, Bağdat Caddesi, Elmadağ, Cihangir... Her yer, her yer...” diyor, saymakla bitiremiyor. “En yakın arkadaşlarım Fikirtepe’den dünya serserisi, dünya tatlısı insanlardır. Bir mahallede külah yapıp hortumla fırlatan görsem işimi gücümü bırakır, yanına koşarım” diyerek serseri ruhunu da arkadaşlarını da bir köşeye koyuyor, arada sokakta kendisini çevirip “Dünkü bolümde Gonca şu mimiğini biraz fazla buldum. Aman dikkat et evladım” diyen Nişantaşılı tonton teyzesine de saygıda kusur etmiyor. ‘Yalan Dünya’ sayesinde üzerine yapışmış ‘Cihangirli oyuncu’ tabiri sadece ekranla sınırlı, mühite bakışı herkesten farklı: “Cihangir bana çok ‘Ayvalık’ geldi. İlk gittiğimde ‘Ay! Aynı bizim yazlık’ dediğimi hatırlıyorum. Pijamayla kafeye gitsem kızan yok. Mis!”
Herkes beni sevsin istiyorum
Gonca’nın kafasında, çoğu oyuncuda olduğu gibi, bir “Elâlem ne der?” baloncuğu hep asılı, duruyor öyle. Fakat mahalle arasında, cam kenarında söylenen halinden farklı bir alt metni var bu kalıbın: “Herkes beni sevsin istiyorum. Herkesin seveceği bir işi nasıl yaparım diye kafayı yoruyorum. Bu motivasyonla kendimi büyütttüm”. Öyle bir ego taşması sonucu farkında olmadan söylenen değil, çocukken günlüğe yazılmış, kayıtlara düşmüş, üstüne uzun uzun kafa patlatılmış bir cümle bu. “Bu kadar düşünceden, ayrımdan, büyüdükçe büyüklüğün getirdiği o sorumluluklardan bana ne? Ben sadece 15 yaşıma kadar tuttuğum o günlüğe hesap veririm.” diyor, ‘İşin biraz da esprisindeyim tabii’ numaralı bakışını atarak. Evet, çok sevilmek uğruna, kalabalık grupta sazı eline alıp gecenin sonunda “Ne âlem kız ya! Bayıldım Gonca’ya” dedirtmek için her türlü komikliklere, şakalara hazır ve nâzır.
27’nin laneti 28’in güzelliği
Henüz 28’inde, Gonca’nın deyimiyle ‘tüm gelgitlerine rağmen kendisini kabul etmesi gereken bir yaşta. “Gencim ve çok eğleniyorum” diye haykırmayı pek seviyor. Belli ki iyi de geliyor. Bir yandan öyle güldürüyorsunuz ama bir yandan da geceleri mezarlığa gidiyormuşsunuz diyenlere de “Düşün işte o kadar çok eğleniyorum!” diyor, yine gülerek, yine eğlenerek.
Fakat tüm o gelgitler konusunda bir sorunu yok, şükür, çok iyi, çok yakın arkadaşları var etrafında: “Saçmaladığımda hemen biri kulağıma eğilir, ‘Kral çıplak’ diye fısıldar.” Neyse ki 27 lanetini, kariyerinin en meşgul yılı olmasına rağmen, ağır hasarlar almadan, ufak yara berelerle atlamış. O yıl verdiği demeçlere dönüp baktığındaysa hâlâ ufaktan bir ‘tırsma’ var kendisinden: “Şiir de yazıyorum... Gitara da başladım... DJ’lik de yapıyorum... Her röportajda farklı bir şey söylemişim. Artık nasıl bir kendini arayış çabasına girdiysem, düşün! Tam bir ‘bu 27 öldürsün beni, yoksa her şeyi yapabilirim’ hali. Kimse de çıkıp dememiş bana ‘Tamam, Goncacığım sakin ol’ diye.” “27 geride kaldı. İyi misin şimdi?” “Evet, evet. Piyanoya başladım!” Ve kahkahalar ve kahkahalar...
Şiirlerini basmayı düşünüyor çünkü...
Bir da yazan çizen, durmadan karalayan, buruşturup fırlatıp tekrar yazan bir tarafı var. Zamanında çok caka satmış, yayınevleriyle görüşmüş, “Basalım” noktasına gelmiş ama... “Şimdi yazdıklarımdan çok
utanıyorum.
Hepsi koca koca ‘Sen’lerle başlıyor çünkü. Şimdi, kendi mutluluğum için önce iyi şairlere tüm şiirlerine hakim olayım, sonra şiirlerime bakayım derdimdeyim. Ama basarım elbet bir gün. Ailemde benim kadar arşivci biri yok çünkü.”
Olduğun gibi ol arkadaş
Çok önemli bir mesaj vermem gerekse yine aynı şeyi söylerim: İyi biri olmak için kıçınızı yırtmayın. Bu terbiyesizlik değil, bu bir gerçek. Çünkü çıldıranını gördüm iyi biri olmak için. Olduğun gibi ol arkadaş. Kasma. Bize zarar verecek olursan biz söyleriz sana, sen merak etme. İyi biri olmak da aşırı duyarlı olmak da çok tehlikeli. Kanser eder adamı.
Şok! Şok! Şok! Mekân çıkışı görüntülendi
Gece tarifesi Cihangir’le, Tünel’le sınırlı değil. Son zamanlarda farklı çevrelerden arkadaşlarıyla Şamdan’dan ‘mekan çıkışı görüntülenmesiyle’ arada magazin sayfalarını süslediği oluyor: “Oooo... Bak, çok iyi mekândan çıkarken görüntülenirim. Bu yılki ‘En iyi çıkış’ ödülü bende.” Muhabirlerin de aynı fikirde olması yüksek ihtimal: “E insan ilişkileri konusunda hassas ve devamlı vaaz veren bir annenin çocuğuyum çünkü. İnsanı işine göre ayıramıyorum. Onlar da benim arkadaşlarım. İşimizi konuşuruz. Dertleşiriz...” Genelde en nazik haliyle tek bir ricası olduğunu iliştiriyoruz. O da şu: “Hayatımın en güzel dönemini yaşıyorum. Ne olur sen de beni en güzel halimle çek diyorum sadece.”