Güncelleme Tarihi:
Kapalı havuzda ilk dikkatimi çeken şey, duvardaki "Lütfen havuza bonesiz girmeyin" panosu oldu. Kadınlara işliyor bu kural, erkeklere değil.
Bu her yerde kuraldır da, gelişmiş memleketlerin şık havuzlarına goril almazlar. Bizim gorillerin boneye ihtiyacı da kalmamış, saçları dökülmüş, ama buna karşılık (tabiatta hiçbir şey yok olmaz ve yoktan var olmaz kuralı gereği) bütün vücutları kıl kaplı.
Bu yaratıklar için "vücut bonesi" icat edilmediğine göre, duruma katlanacağız.
Goril dedim, aslında "su aygırı" da desem yeri. Çünkü kırk yaşlarında bir tüylü yaratık, Polat'ın havuzunda yüzme denemeleri yapıyordu. Etrafa sular sıçratarak. Derken, kapalı havuzun uğultulu ortamında (hani hamamdaki gibi sesler yankılanır ya), bir tarraka duyuldu:
- Haaaaaaaaaaaaaaaak ... tüüüüüüüüüüüüüüü !
Büyük bir sessizlik oldu. Herkes hayret ve tiksinti dolu gözlerle, havuza değil de su boşaltan ızgaraya tüküren magandaya bakıyordu. Sallamadı bile beriki...
Derken, çocuklu bir aile çarptı gözüme. Sümerbank'ı... haydi neyse, Sümerbank'ın eski sahibi Hayyam Garipoğlu, eşi, 14-15 yaşlarındaki oğlu ve iki yaşındaki kızı. Küçük kızı suya alıştırmaya çalışıyorlardı. Hayyam Bey mükemmel bir babaymış, çocuğuna bayılıyor, büyük bir sabırla ilgileniyordu. Bunca yıllık dul, "Keşke benim kızlarımın babası da böyle olsa..." dedim, Allah için.
Derken, bitmedi, bir de ne göreyim, meşhur bir sanayici. Bir ihracat şampiyonumuz. Elinde bir havlu, şezlong aramaya başladı. Havuz başındakilerden, onun Türkiye'nin dış ticaret dengesine katkılarını bilen çıkmadığı için, yalakalık gereği şezlongunu ikram eden olmadı, havlusunu yere serip oturdu.
Bu sanayicinin adını niye mi söylemiyorum?
Galiba yüzmeyi derede ya da DSİ kanaletinde öğrenmiş, suyu döver gibi kulaçlar atarak havuzun kenarına geldi ve ...
- Haaaaaaaaaaaaaaaak ... tüüüüüüüüüüüüüüü !
O da sıkı bir tükürük attı da onun için adını vermedim.
Artık dayanamadım, kendimi otelin "dev ekrandan toplu maç izleme mekânı" olan Champions Cafe'ye attım. "Ekran karşısında yer kalmadı, cam kenarına alalım" dediler, oturdum. Hem yemek yiyorum, hem de etrafı kolaçan ediyorum.
Bir zula masa dikkatimi çekti. Dev ekranı görmeyen, kenarda bir masa. Garsonlar, oturmaya kalkanı sinek gibi kovalayınca, bu işte bir iş var diyordum ki... Rahmi Koç geldi, uluslararası seramik sanatçısı Jale Yılmabaşar'la. Rahmi Bey peşpeşe iki kahve içerken, muhtemelen otelin yiyecek içecek müdürüydü, bir bey de sık sık gelip saygılarını bildirdi.
Ha bu arada, meğer herkes biliyormuş, benim maçla filan ilişkim yok, Rahmi Bey'in hangi takımı tuttuğunu da öğrenmiş oldum. Jale Hanım yanında olduğu için, maçla fazla ilgilenmeme inceliğini gösteren Koç, maçın bitimine 10-15 dakika kala Beşiktaş (GS'ye) bir gol atınca, öyle bir sıçradı ki havalara... tamam dedim, Rahmi Bey sıkı Beşiktaşlı...
Serdarcığım, sen böyle yerlere gelmezsin, ama çok şey kaçırıyorsun, çoook.
(Benim gitmeme ne hacet, maşallah, sizin gibi muzır dostlar olduktan sonra...)