Oluşturulma Tarihi: Nisan 23, 2004 00:00
Pazartesi gecesi eve gidip ana
haber bültenini izlemek için televizyonu açtığımda, karşımda koskocaman bir yazı gördüm:
Son Dakika. Eyvah dedim, yine bir yer bombalandı.Ama hayır, spiker Marmara Denizi’nde olan 4.5 şiddetindeki depremden söz ediyordu, telefon hattının öbür ucunda da Dr. Oğuz Gündoğdu, olan depremle ilgili bilgiler veriyordu. ‘Tamam işte, geliyor’ dedim. Tabii hemen deprem paranoyalarım, obsesyonlarım, nevrozlarım, yani ne kadar ruhsal hastalığım varsa harekete geçti.Kendi kendimi telkin etmeye çalışıyorum, ama ne fayda. ‘Hayır’ diyorum, ‘O sefer yaptığım gibi yapmayacağım. Huzursuz etmeyeceğim kendimi’. Ama bunu dedikten tam tamına iki dakika sonra elimde televizyonun uzaktan kumandası, kanaldan kanala gezerken buldum kendimi. Ne aradığımı tabii ki biliyorum: Bu deprem büyük bir depremin habercisi mi? Konu hakkında konuşan herhangi bir jeofizik mühendisi ya da dinlediğimden farklı bir haber verecek olan televizyon kanalı.Eyvah dedim, yine o günlere dönüyorum! Marmara Depremi’nin olduğu o kötü zamanlara. Çocukluğumdan beri en korktuğum şeylerden bir tanesi depremdir. Deprem denilince hep aklıma, siyah-beyaz televizyondan izlediğim Van Varto Depremi’nin görüntüleri gelir. Kış ayları, hava soğuk, kaynayan bir kazanın önünde ellerinde çorba taslarıyla bekleşen kalabalık. Çok etkilenmişim o görüntülerden, belleğimde yer etmiş, yaşamım boyunca hep korktum bu doğal afetten.***Marmara Depremi’nin olduğu zaman bir apartmanın altıncı katında oturuyorum. (Haydi itiraf edeyim, evimi deprem korkusu yüzünden değiştirdim.) Hava çok sıcak, uyuyamıyorum bir türlü. Üzerimde sadece şortla yatağa girdim. Birden büyük bir gürültüyle sallanmaya başladık. Yataktan kalktım, camdan karşı apartmana bakıyorum (İlk yanlış). Nasıl bir o yana bir bu yana sallanıyor apartman, dehşetle seyrediyorum. Sanki o apartman yıkılsa benim oturduğum yıkılmazmış gibi. Bunu düşününce, hemen çıplak ayaklarla, merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladım (İşte ikinci yanlış). Düşünün o kadar hızlı inmişim ki korkudan, sokakta benden başka hiç kimse yok, daha elektrikler de kesilmemiş. Hemen, apartmanın bütün zillerini çaldım, hani hissetmeyen varsa depremi, zili duyup uyansın diye (O derece ağır uykusu olan, sanki zili duyarmış gibi). Ve yukarı katlardan bir ses geldi: ‘Kim ooooooo’. Haydaaaa. Ölür müsün, öldürür müsün? Ben korkuyorum ya, herkes korksun istiyorum besbelli, yukarı doğru bağırdım: ‘Depreeeem’.Bu arada sokak artık hınca hınç dolmuş, apartmandan insanlar dışarıya alı al, moru mor çıkıyorlar, elektrikler kesilmiş. Komşular bana bir garip bakıyorlar, ben de onlarla sürekli travmamı tekrarlamak için nasıl sallandığımızı konuşup duruyorum. Karşı komşum yanıma geldi, ‘Armağan’ dedi, ‘Ayakların acımıyor mu böyle?’. Birden kendime bir baktım ki, üzerimde bir şorttan başka hiçbir şey yok, ayakkabı dahil. Ayaklarım çıplak, üzerim çıplak.Aradan beş dakika geçti geçmedi, sokak Mısır çarşısı kalabalığını bulmuş, her yer araba ve insan dolmuş, ortaya bir arabanın aküsüne bağlanmış küçük bir televizyon çıktı. Herkes başında televizyonun; depremin merkez üssünün İzmit olduğu söylendi. Benim ailem de İzmit’e 20 km. uzaklıktaki Hereke’de oturuyor ya, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Hemen cep telefonuma sarıldım, aramaya çalıştım. Telefon kaput. Yaklaşık 20 dakika sonra düşürdüm, telefon çalıyor ama (doğal olarak) cevap yok. Benden ilk tepki şu: ‘Demek ki bizim ev yıkılmamış telefon çalıyor.’ Ne alakası varsa! ***Salaklığım geçince, bir saat kadar sonra, ailemin yanına gitmeye karar verdim, ama arabanın anahtarları evde, yani altıncı katta ve elektrikler yok. Yukarıya çıkmaya korkuyorum, ama ailemi de deli gibi merak ediyorum. Birden bir cesaret geldi, merdivenleri hızla tırmanıp, eve girdim. Tam o sırada, artçı deprem olmaz mı? Olabilir tabii. Oldu da nitekim! Ben artık korkudan, her yerim titrer bir vaziyette, anahtarları alıp, aşağıya indim, Hereke’ye gittim ve ailemi sağ salim görüp tekrar İstanbul’a geldim. İnanmayacaksınız ama, giyinip işe geldim. İşin ne kadar ciddi boyutlara vardığını, öğle saatlerinde ancak öğrenebildik, hepinizin bildiği gibi.Asıl paranoyalarım da zaten bundan sonra başladı. Yaklaşık 3 hafta kadar, ufacık bir arabanın içinde şirketin bahçesinde uyudum. Her sabah vücudumun çeşitli yerleri tutulmuş vaziyette kalktım. Televizyonda ne kadar depremle ilgili konuşan uzman varsa dinledim. Artık hepsinin ne diyeceğini, kimin kimin tezine karşı olduğunu, hangi profesörün kaç büyüklüğünde deprem beklediğini, ‘yanal atılımlı fay’ın ne demek olduğunu, Marmara’da ölü fay olup olmadığını, Kandilli Rasathanesi’nin internet adresini (www.koeri.boun.edu.tr), hangi hayvanların depremden önce davranış bozukluğu gösterdiğini, Marmara Denizi’ndeki fayların haritasını, fayların Adalar’ın neresinden geçtiğini, Ahmet Mete Işıkara’yı, Şener Üşümezsoy’u, Oğuz Gündoğdu’yu, Celal Şengör’ü, Aykut Barka’yı, hatta Fransız yer bilimci Xavier le Pichon’u, Berk Üstündağ’ın depremi önceden tahmin projesini, artçı depremi, deprem fırtınasını, kolonu, kirişi, deprem çantasının içine neler koymam gerektiğini, uyumadan önce köpekler havlıyor mu diye dinlemeyi, İstanbul zemin haritasını, kuşların deprem sırasında ne yaptığını öğrendim. Dört ayı, ‘sallanıyor muyuz’ diye yeri, ‘sallanacak mıyız’ diye köpek ulumalarını dinleyerek geçirdim. Ama depremden, yerin sallanmasından bu kadar korkarken, ayaklarımı sallamamayı da öğrenemedim. Depremden, 3 hafta kadar sonra,
film izlemek üzere sinemaya gittim. Filmin tam ortasında, birden bire benim oturduğum sıra panik içinde ayağa kalktı. Bazı kadınlar çığlık falan atıyor. Ben de ne oluyor, millet iyice kafayı çizdi diye bakıyorum. O sıradaki herkes ayakta, ben ise oturduğum yerde ayağımı sallıyorum. Herkes deprem oluyor sanarak ayağa fırlamış. Utanç verici değil mi?***İşte pazartesi günkü deprem, yine benim paranoyalarımı azdırdı. Yine haberleri zaplamaya, interneti taramaya başladım. Halbuki artık eskiye oranla daha bilinçliyim. Ya bir dakika, bu duvarda daha önceden de çatlak var mıydı? Kedim bana beş saniye önceden haber verebilir değil mi depremi? Havada da bu gün garip bir sıkıntı mı var ne?BUGÜN NE YAPMAYALIMİhtiyacımız olmadığını bile bile alışveriş yapmayalım.
button