Sibel ARNA
Oluşturulma Tarihi: Eylül 06, 2009 00:00
Bugüne kadar tam 39 eğitim kurumu, 17 öğrenci yurdu, 17 öğretmenevi, 9 sağlık kurumu, 32 kültürel ve sosyal tesis, 5 spor tesisi yaptılar. Kuruluşlarından bu yana 33 binin üzerinde öğrenciye burs verdiler. Eğitim, sanat ve halk dansları alanında ödüller dağıttılar. Kadınlar, gençler ve engelliler gibi konularda birçok sosyal sorumluluk projesine imza attılar. Ve bu yıl 35. yıllarını kutluyorlar. Sabancı Vakfı’ndan bahsediyoruz.
Vakfın 1974 yılında Merhum Hacı Ömer Sabancı’nın yaşam felsefesi olarak kabul ettiği “Bu topraktan kazandıklarımızı bu toprağın insanları ile paylaşmak...” ilkesiyle kurulduğunu biliyorduk. Ama Güler Sabancı ile bu röportajı yapmasaydık vakfın kimliğinde, ruhunda, temelinde babaannesi Sadıka Sabancı’nın ne kadar etkin olduğunu bilemeyecektik. Bu mirasın her köşesine Sadıka Ana’nın hayırseverlik ruhunun sindiğini söyleyebiliriz.
Vakfın kuruluş günlerine geri dönsek... O günleri nasıl hatırlıyorsunuz? - 74’ten öncelere gitmek gerekiyor. Hacı Ömer dedemin hayatta olduğu günlere... Ben dedem ve babaannemle birlikte büyüdüm. Babam en büyük çocuk olduğu için, evlendiğinde ilk sekiz sene onlarla oturmaya devam etmişler. Hani şimdi diyorlar ya 0-7 yaş eğitim çok önemli. Ben tam o dönemi Hacı Ömer Sabancı ve Sadıka Ana ile birlikte geçiriyorum. O zamanlar babaannem 45 yaşlarında, dedem 50’sinde. Çok gençler. Bugünün şartlarında anne baba olacak yaştalar. Ve hiç kız çocukları olmamış, ben bir kız torun olarak geliyorum. Beni onlar büyüttü sayılır. Yetişmemde ve birikimimde her ikisinin de büyük rolü var. İki, üç yaşındayken dedemle işe gitmeye başladım. Babaannemle de evde çok yakındım.
Sadıka Sabancı’yı nasıl hatırlıyorsunuz? Sizinki klasik bir nine-torun ilişkisi miydi? - Her şeyden önce çok duyarlı bir kadındı. Hakikaten bu günlerde sıkça konuşulan “empati”si çok yüksekti. Bu ikisi bir hayırsever olabilmek için önemli. Ve çok sıcak bir insan. Gerçek bir Anadolu kadını. Duyguları hep ön planda. Yapmacık hiçbir yanı yok. Aynı zamanda çok zeki ve çok çalışkan. Bu yüksek duyarlılık ve empatiden dolayı çok idareci bir kadın. Ben ilk yönetim dersimi, yönetimin insanları iyi anlamak ve doğru kişiye doğru işi vermek olduğunu babaannemden öğrendim.
İnsanları nasıl bir üslupla yönetirdi? - Çok, çok yumuşak... Evde otorite, şeker hastalığından dolayı çabuk sinirlenen rahmetli Hacı Ömer dedemdeydi. İriyarı, ağır, güçlü ve oturaklı bir adamdı. Babaannem ise ufak tefek, çok canlı, hareketli, neşeli. Dedem 1,90 boyunda, babaannem 1,52... Gençlerle ilişkisi çok iyiydi. Herkes onun yanında kendini çok iyi hissederdi. Gelinleri dahil. Çünkü çok teşvik ediciydi: “Ne kadar güzelsin, ne kadar akıllısın, ne kadar iyisin”. Şimdi yönetim derslerinde öğrendiğimiz, insana özgüven aşılama, motive ederek çalıştırmayı o bize çok erken yaşta öğretti. Zannediyorum başarılı evlat yetiştirmesinin arkasında da bu becerisi var. İnançlı bir kadındı. Herkes kime zekat, fitre vereceğini ona sorardı. Çünkü o bilirdi.
Nereden bilirdi? - İnsanlar ona gelirdi. İnsanlar ona rahat konuşurlardı. Onların dertlerini, ihtiyaçlarını dinlerdi. Akrabamız olsun olmasın, yakınlarımızdaki herkesin durumundan haberdardı. Gönülden hayırseverliği olan bir kadındı. Kendisine gelince çok tutumluydu. Bir gün makyaj yaptığını, bir gün takı taktığını görmedik. Ki dedem bonkör bir adamdı. Giyilsin, yenilsin, içilsin isterdi. Ama babaannem kendisine değil sevdiklerine, çevresine yapılsın isterdi. Çevresi mutlu olunca o da mutlu olurdu.
10 YAŞINDA ADANA’YA GELİNLİK TAŞIRDIM
Motive ederek insan çalıştırırdı dediniz... Size de yapar mıydı aynısını? - Tabii. Hatırlarım her yaz başı İstanbul’a gelir, yaz sonu dönerdik. Adana o zaman küçük bir şehir. Her şey çok kolay bulunmuyor. 9-10 yaşlarındayım. Bana diyor ki, ne kadar akıllı, ne kadar beceriklisin. Sen çok iyi bir kızsın... Bir şeyler taşımak eline koluna ne kadar yakışıyor. Ben anlıyorum ki bir şey taşıyacağım. Tam Adana’ya uçağa gideceğimiz vakit, dört torba veriyor elime. Gelinlik taşıtıyor bana. Adana’da evlenecek ihtiyacı olan kızlara gelinlik götürüyor. Biliyor musun o yaşlarda uçağa elin kolun dolu yürümeyi hiç sevmezsin. Ama o beni öyle güzel hazırlıyor ki ben önemli bir görev yaptığıma inanarak uça uça taşıyorum.
Yardım etmenin adabını size nasıl öğretti? - Çok şükür eden bir kadındı. Bize “sahip olduklarınızın kıymetini bilin” demezdi. “Sahip olduklarınızın kıymetini bilmek lazım, akıllı insan bilir” derdi. Konuşma tarzı şöyleydi: “Şanslı olduğumuzu bilmek lazım. Bizim kadar şanslı olmayanlara yardım etmek lazım.” Bizi böyle yetiştirdi. Vakıf böyle bir duygunun, anlayışın, yaşam şeklinin üstüne geldi.
Babanız ve amcalarınız bu vakfı kurarken aile içinde nasıl konuşmalar yapıldı? - Vehbi
Koç Vakfı bizden önce kurulmuştu. Ondan bahsedildiğini hatırlıyorum. Evde başta Sakıp Bey ve Hacı Bey olmak üzere “Biz de hayır işleri yapıyoruz, hepimiz küçük küçük şeyler yapacağımıza bir araya gelip daha anlamlı, daha kalıcı şeyler yapmalıyız” diye konuşuluyordu. Dedem 66’da öldükten sonra evin en sık gündeme gelen konusuydu. Ve bu konunun anahtar insanı babaannemdi. Oğulları ona çok düşkündü. Vakıf projesi sürekli ona anlatılırdı. Sevgi ve saygı bağından öte çok akıllı ve duyarlı bir kadın olduğunu biliyorlardı. Sakıp Amcam her zaman “Onun saf Anadolu yüreği bize doğruyu gösterir” derdi. Sakıp Sabancı’nın kitabında da detaylı anlatılan bu konu şöyle gelişiyor: Babaanneme konuyu ilk açtıklarında çok heyecanlanıyor. Oğullarıyla gurur duyuyor. “Anne, peki sen varlığından bir miktar bağışlar mısın” diye soruyorlar. “Ne bir miktarı hepsini vereyim, altı tane oğlumsunuz, beni aç açık bırakmazsınız herhalde” diyor. Bir de her yıl köye gidip zekat dağıtmaya devam etmek konusunda garanti istiyor. Onu da aldıktan sonra o günkü değerle 25 milyon gibi bir değer bağışlıyor. Ciddi bir başlangıç. Bugüne geldiğimizde, 35 senede 1 milyar dolara yakın değeri olduğunu hesapladığımız yatırım gerçekleştirdik.