Güncelleme Tarihi:
Ayten Gökçer'le Swissotel'in ‘‘Le Corne d'Or’’unda neler konuşmadık ki? Sanattan siyasete, güzellik sırlarından çapkın hemcinslerimize kadar. Önce Kenterler'de sahnelenen Maria Callas'ı izleyip izlemediğini sordum.
- Kenterler'in Maria Callas'ına bir perde bakabildik, ikinci perdenin sonuna doğru kızımızla buluşacağımız için çıkmak zorunda kaldık. Yıldız hanımın yorumuyla benimki çok değişik. Hatta iki ayrı oyun gibi.
Tiyatro sanatçıları arasında da bir yarış var mı dersiniz.
- İnsanlar sadece kendileriyle yarışırlar. Kimseyle yarışmazsınız, kimse de sizinle yarışamaz. Bir başkasıyla yarışmanız için o kişiyle aynı kulvarda koşmanız lazım. Böyle bir olay yok, herkes kendi kulvarında koşuyor. Callas'ı o kadar severek oynuyorum ki, yıprandığımı bile hissediyorum. Buna ‘‘Balerin’’ adlı oyunun rejisi de eklenince çok yoruldum doğrusu. Callas'ın olağanüstü bir aktris olduğu gerçek. Onun gibi ses çok gelmiş dünyaya, ondan güzelleri gelmiş, ama onun gibi oyuncu gelmemiş.
UCUZ İŞLER
Ayten Gökçer ‘‘Devlet Sanatçısı’’ unvanının yanına mutlaka 1988 yılını ekliyor...
- Şimdi herkes Devlet Sanatçısı oluyor, bizler ise değerli bir jürinin oybirliği ile seçildik. Yurtdışında birçok ülkede Türkiye'yi onurla temsil etmiş, oralardan olağanüstü kritikler almış sanatçılarız. Aydın Gün, Leyla Gencer ve benim ayrıca altın madalyalarımız var. Bunları verdiğimiz emeklere bir teşekkür olarak düşünüyorum. Bizler gelecek kuşağa örnek olmak için, o parayı, şu parayı kazanacağız diye olmadık ucuz işlere girmemiş insanlarız. Her şey para demek değil, onur ve itibar her şeyden önemli bence. VIP salonlarını kullanmak çok önemli bir şey değil ki, biz öteki taraftan da gitsek en büyük itibarı görüyoruz. Halkın arasında olmaktan daha büyük mutluluğumuz yok ki. Alt sıradaki bir memur maaşı alıyorum, 300 milyon lira kadar. Son yedi günlük İzmir turnesinden aldığım harcırah 24 milyon lira. Bunu bölün yediye, bir oyunumuzun kaça geldiğini anlayın. Komik bunlar ama, hálá paraya kanıp ucuz işler yapmadan direniyoruz.
BEYNİM YAŞLANMADI
Ayten Gökçer 26 Ocak 1940 doğumlu. Bir başka deyişle 2000 yılında 60. doğum gününü kutlayacak. Hele bir de anneanne olunca yaşlılık duygusu artmış mı?
- İnsanın beyni yaşlanır. Bu 26 yaşında da olur, 46 yaşında da. Hiç yaşlanmadı benim beynim, galiba hiç de yaşlanmayacak. O çocuksu enerjimi ve sevgimi hep muhafaza ediyorum. Aynaya baktığımda çok iyi yürekli bir insan görüyorum. Her türlü düşmanlığa karşı bile bu yüreğini koruşumuş bir insan. Çok büyük düşmanlarım oldu ama hepsi eriyip gitti. Ben hálá Ayten Gökçer'im, onların hiçbiri yok ortada. Sahnede ayakta durabildiğim sürece de devam edeceğim, çünkü bu benim işim. Anneanne olmak ise harika bir şey. Efe dünya güzeli bir şey. Henüz 10. ayını sürdürüyor. Yılbaşını Ankara'da benimle geçirdi, sekiz gün evden dışarı çıkmadım onunla olacağım diye. Tek üzüntüm Ankara'da yaşamam ama, galiba torunum beni sonunda İstanbullu yapacak.
SÖZDE SANATÇILAR
Ayten hanım güzeldir, iyidir hoştur ama çok disiplinlidir.
- Tiyatroda benim için birinci kural yetenektir. İkincisi disiplin, üçüncüsü ise özveridir. Bir insan üçünü bir arada taşımıyorsa iyi bir sanatçı olacağına inanmam. O bir atımlık baruttur, gelir geçer.
Yeteneksizlerden nefret ederim. Çünkü onlar asalak ve dedikoducudurlar. Gerçek yetenekleri ve sanatlarını yıpratmaya çalışırlar. İşini yapmayan, aksatan insan benim düşmanımdır mesleğimde. Ben Devlet Konservatuvarı'nda bale okuduktan sonra tiyatro sınavını kazandığım için, önceleri hayli dışlanmıştım. Bakıyorum şimdi hiçbir şey olmayanlar bile sanatçı adı altında... Hatta bazen sınav bile yapmadan alabiliyorlar insanları. Ben baleden geldiğim için vücudumu taşımayı ve dans etmeyi biliyordum. Bnun yanısıra senelerce şan dersi aldım. Ben ömrümü seyircime verdim. Çok çalışıyorum ve tevazuya gerek yok, işimi çok iyi yapıyorum. Öyle ki, kemiklerimin ortadan ayrıldığını hissederim.
Ayten Gökçer, şu sıralarda belki de sanat yaşamının en yoğun ve de en zor dönemini yaşıyor. Belindeki hain disklere karşı vücudunu saran çelik korsesiyle hem oyun yönetiyor, hem sahneye çıkıyor. Gökçer'in ilk yönetmenlik çalışması olan ‘‘Balerin’’de otistik Malin'le Edith, sevgisizliğin ne büyük suç olduğunu gösteriyor.
Aynı Ayten Gökçer, 30 yıllık sanat yaşamındaki 33'üncü oyunu ‘‘Maria Callas’’ta ise tutkularının tragedyasını soluk soluğa yaşatıyor. O Ayten Gökçer ki, 1963 yılında Paris'te eşiyle birlikte ‘‘Norma Operası'nı izlerken Callas'ın hem alkışlanmasına, hem yuhalanmasına tanık oldu. 39 yıl sonra bu inanılmaz tutkulu, azimli ve çalışkan diva'nın yaşamını şimdi sahnede canlandırıyor.
Politikada sevdiklerim
Rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil başta gelir. Bizim yarı babamızdı. Bursa Valisi'yken orada dört beş ay kalırdık. İsmet Sezgin'i çok severim. Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'i çok severim. Necmettin Cevheri'yi çok severim, çok saygı duyarım. Siyaset dışından ise İhsan Doğramacı ve eşi Ayfer hanıma saygının ötesinde hayranlık duyarım. Türkiye'de beş tane İhsan Doğramacı olsaydı, ülkemizin çok büyük şansı olurdu. O kadar verimli, o kadar Türkiye'ye hizmet eden bir insandır.
Sanatçı diyeti Özel çorba
Çok iştahlı bir tipim, yemek yemeyi çok seviyorum. Ben çorbaya çok önem veriyorum. Bütün sebzeleri atarak çok güzel bir çorba hazırlıyorum kendime. Vücudum susuz kalmasın diye durmadan o çorbayı içiyorum. Oyunum yoksa akşamları da bir küçük beyaz etle yanında yağsız salata yiyorum, o kadar. Gündüz iyi ama bizim gecelerimiz çok uzun. Öğlen çorbayı içtikten sonra oyun bitene kadar ağzıma bir şey atmam. Böyle büyük rollerde diyaframı kullanmak için midenin boş olması lazım. Gece yiyip yatmak, insanı ölüme götürebiliyor. Eskilerin dediği gibi, sabah ne bulursan yiyeceksin, öğle yemeğini bir dostunla paylaşacaksın, akşam yemeğini düşmanına yollayacaksın.