Güncelleme Tarihi:
İstanbul ve Paris arasında yaşayan post-kavramsal sanatçı Seza Paker’in ‘Huzur Denizi’ adlı sergisi Galerist’te devam ediyor. Kavramsal, sanatsal ve politik bakışın birleştiği eserlerin arasında kolajlar da yer alıyor.
Çağdaş sanatçı Seza Paker 30 yılı aşkın sanat kariyerini eşzamanlı iki sergi ve Ali Akay tarafından kaleme alınan bir sanatçı kitabıyla taçlandırdı. Sergilerden birisi Açık Ekran’da ‘Gecenin Günü’ adıyla gerçekleşti diğeri ise sanatçıyı 2002 yılından beri temsil eden Galerist’te ‘Huzur Denizi’ adıyla açıldı. Sergiye eşlik eden “Seza Paker: Refleksif Akışkanlıklar” adlı kitap ise yine Galerist tarafından basıldı. Yakın zamanda kitabevi raflarında yer alması beklenen kitap, sanatçının sadece son sergisine değil, tüm kariyerine yönelik kapsamlı bir bakışı yansıtıyor.
Aynı şeyi, sanatçının sergisi için de söylemek mümkün. Seza Paker’in yer yer kendi kişisel arşivinden fotoğrafları kullandığı sergide sanatçının kariyerinin erken yıllarından bu yana çeşitli dönemlerde ürettiği işler var. Ayrıca daha önceki işlerinden hatırladığımız imge ve temaları yineleyerek ya da dönüştürerek ürettiği yeni işler kronoloji gözetmeden bir araya getirilmiş. Bu geniş yelpazede sanatçının 1981’de ürettiği ‘İsimsiz’ adlı triptik çalışması, kendisinin yine Galerist’te 2006 yılında gerçekleştirdiği ‘İsimsiz (Nasılsın)’ adlı sergisindeki seriden hatırladığımız karelerin yeni bağlamlarda ‘yinelenerek yenilendiği’ üretimler bulunuyor. Bu açıdan sergiye bakacak olursak tüm seçkinin, sanatçı tarafından kendisine, geçmişine ve sanatına uygulanan bir dizi retrospektif analizin izleyiciyle buluşan sonuçları yorumunu getirmek mümkün.
PARÇALANMIŞ YAPILAR
Sergiye adını veren ‘Huzur Denizi’ ise 1999 yılına ait bir çalışma. Seza Paker eserle ilgili “Bu işadını ayın karanlık tarafındaki kraterden alır. Tabii bu bizim koyduğumuz ad. Aslında orada bir deniz falan yok, kraterin zemini bazalttan oluşuyor. Parlayan ama elini sürdüğün anda dağılıp yok olan bir toz. Ben huzur kavramını kendisine ad olan o kraterin maddesel özellikleriyle paralel bir biçimde düşündürtmek istedim” diyor.
Bir filmden çektiği kareleri filmin izleğini takip etmeyen hatta kasıtlı olarak bozan bir yapı içinde yan yana getirerek oluşturduğu bu işte sanatçı mevcut bir sanatsal ürünü farklı bir mecraya aktarırken başka bir öykü oluşturuyor. Bu anlamda hem anlatı hem de forma dair sorgulamaları bir arada sunuyor izleyiciye.
Sergiyi oluşturan seçkinin genelini karakterize eden bu fragmantasyon, yani parçalara ayırma işlemi bu işin de örneklediği gibi eserleri oluşturan biçimsel birimlerin yan yana getirilişinde söz konusu olduğu kadar daha genel olarak sergide yer alan eserlerin bir araya getirilişinde de varlığını hissettiriyor. Dolayısıyla bu parçalanmış yapı serginin genel üslubuna da işaret ediyor.
“İzleyici parçaları birleştirsin, katmanları istediği gibi çözsün o katmanların içine isterse girsin. O katmanlar orada var, ben izleyicinin önüne bunları getiriyorum ve o parçaları birleştirmekte de onu serbest bırakıyorum. Çünkü o katmanlar arasında yapacağı seyahat onu önündeki imge ya da malzemenin çok ötesinde bir yere götürecek” diyor sanatçı. Zaten bir sanat eserinde anlamın bulunduğu yeri de tam olarak aynı ‘öte’ nokta kavramıyla anlatmak mümkün.
Postyapısalcı yaklaşımla parçalara ayırdığı, yani tam terimiyle yapıçözüme uğrattığı anlatılara ek olarak sanatçı, sergileme alanındaki projeksiyon odasında yer alan videolarında yine aynı postyapısalcı yaklaşıma has bir başka sorgulamayı daha kullanıyor. ‘Gösteren’ (söz) ile ‘gösterilen’ (sözün anlattığı resim) arasındaki ilişkiye dair sorgulamaların ilham verdiği videolarda önce bir sözcük grubu sonra da bu sözcük grubunun kendisine işaret ettiği görüntü geliyor. Ancak bu görüntü sözcük grubunun aklımızda oluşturduğu beklentiyi karşılamaya direnen yapısıyla hem sözün her alımlayıcıda illaki aynı resmi çağrıştırmayacağına dair postyapısalcı tezi olumluyor hem de bizi iki birim arasındaki ilişkiyi kurmaya ve düşünmeye teşvik ediyor.
Seza Paker çok derin ve kompleks sorgulamaları bir arada veya üst üste inşa eden işleriyle izleyiciyi zorlu bir yolculuğa mecbur eden bir sanatçı. Ancak içeriksel özellikleriyle son derece kompleks olan işlerinin biçimsel olarak son derece minimalist olduğunu görüyoruz. Bu zıtlığın mümkün olması bile Paker’in sanatsal aşkınlığını kanıtlamaya yeterli. Malzeme yığınıyla göz doldurmak değil, malzemeyi tercüme etmek uğraşındaki sanatçı işlerinde kullandığı bir malzemeyi başka bir malzemenin kullanımıyla ifade ediyor. ‘Matematik Müzesi’ serisinden ‘Le Monde’ adlı işinde betonu gri bir tekstil parçasıyla anıştıran sanatçı, ‘Anabelle’in Performansının Ertesi Günü’ adlı diptik işinde kırmızı kanepeyi, kumaşı değil kumaşın fotoğrafını kullanarak ifade etme yoluna giriyor. “Ben hep malzemeyi başka bir boyuta taşımakla ilgileniyorum” diyen sanatçının işleri arasında malzeme ve malzemenin ifade ettiği içeriğe dair en doğrudan bağlantının 1981 tarihli ‘İsimsiz’ adlı triptik çalışmasında olduğunu söylese de burada da kumaşı ifade etmek için kâğıt üzerine boyanmış kumaş deseni kullandığını görüyoruz.
“Bu işte fotoğrafla bir arada yer verdiğim kumaş deseni resimleri, fotoğraftaki kadın işçilerin giyisilerindeki kumaş desenlerini taklit ediyor. Bu küçük çaplı tabloları işçilerin giysilerinin bir tercümesi gibi kurguladım. Bu kumaşlardaki desenler dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kumaşın üstünde görebileceğiniz desenler, o anlamda da evrenseller. İşçilerin kimliğini temsil eden giyisilerin taşıdığı desenlerin bu boyunu hatırlatarak kimliklerin çok uzağında bir yere işaret ediyorum” diyor sanatçı bu işi için.
Seza Paker’in Galerist’teki sergisi 19 Ocak’a kadar devam ediyor. Paker’in Açık Ekran’daki sergisi içinse bugün son gün. (212) 252 18 96