Güncelleme Tarihi:
Bodrum’da yaşıyorsun ama şu an İstanbul’dasın. Fuar için mi geldin?
- Evet. Kitap fuarı için geldim. Hem söyleşi ve imza günüm vardı hem de eşim Bahadır Baruter’in Contemporary Istanbul’daki sergisi için geldik.
Nasıldı kitap fuarı?
- Açıkçası ben Tüyap, Beylikdüzü’ne taşındığından beri keyifle bakmıyorum fuara.
Mekândan dolayı mı?
- Evet. Çok uzak olmasının yanı sıra, ruhu yok. Sıcak değil. Vakit geçirmekten keyif almıyorum. Yorucu, çok büyük, çok aydınlık, çok gürültülü...
Neler yapıyorsun İstanbul’a geldiğinde? Özlem oluyor mu?
- Bodrum’dayken burayı özlemiyorum. İş için geliyorum İstanbul’a. Ama birikmiş şeyler oluyor, arkadaşlarımla görüşmek gibi... 10 günde her şeyi halletmeye çalışıyorum. O zaman hatırlıyorum, burası da güzel ve keyifliydi diye. Geldikten sonra şikayetçi olmuyorum ama gelene kadar mızmızlanıyorum.
Neyi özlemiş oluyorsun peki?
- Uzun yürüyüşleri severim. Her ne kadar yeşil alan olmasa, trafik çok gürültülü ve hava çok kirli olsa da İstanbul’da da yürüyüş yapmak çok hoşuma gidiyor. Gördüğüm şeyler üzerine düşünerek yürümek faydalı oluyor.
Bu yürüyüşlerden malzeme çıkıyor mu eserlerine?
- Etrafına bakan ve onları yazan biriyim. Özellikle içinde yaşamadığım ama çok yakın olduğum farklı mahallelerin farklı insanlarını görüyorum yürüyüşte. Duyduğum bir kelime, bir pencereden gördüğüm manzara beni besliyor.
Peki bir yazar olarak, malzeme İstanbul’da mı yoksa Bodrum’da mı?
- Yazdıklarımda yaşadığım yerin etkisi var ama ben İstanbul’da doğup büyüdüm. Çocukluğumda çok il gezdim babamın işi gereği, yedi ayrı ilkokula gittim. Bunlar insana zenginlik katıyor. 40 yaşımdan sonra Bodrum’a yerleştim. Birebir etrafında olup bitenleri yazan biri olmadığından, zaten bu büyük şehirdi bilinçaltımdaki. Oraya yerleşmem yazdıklarımı değiştirmedi.
Nasıl Bodrum’daki günlük rutinin?
- Çok erken kalkarım. 5’e kadar çekebiliyorum uyanma saatimi. Erken kalkınca hemen çalışırım, keyifli ve verimli oluyor. Uzun yürüyüşler yaparım dağlarda, kırlarda. Hava güzelse uzun süre çalışamam, evde de duramam. Baştan kolay çıkarım, çok dışarıya dönük bir hayatım var. Ev insanı değilimdir.
Neler yaparsın dışarıda?
- İçinde yaşarken fark etmiyorsunuz ama dışarıdan bakınca romantik görünecek. Ama benim buradaki doğal hayatım şöyle; mesela dağ laleleri açtı şuraya gidelim, yağmur yağdı derenin arkasındaki tepeye çıkalım... gibi. Hava güzelse aralık sonuna kadar denize de girerim.
Neler karalıyorsun şu sıralar edebi anlamda?
- Romana başladım, yavaş gidiyor. Tam biçimlenmedi üzerine konuşulacak kadar. Bir de ‘Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979’u tiyatro oyununa çeviriyorum.
En son ‘Sinekler Sevişirken’ sahnelenmişti. O mu etkili bunda?
- Evet. Tiyatroyla bağlantılı bir şeyler yapmayı hep arzuluyordum. ‘Sinekler Sevişirken’ küçük bir deneme, performans gibiydi. Şimdiki biraz daha kolları olan, içinde farklı teknikler kullanmayı düşündüğüm, geçen yılki kadar iki kalas bir hevesten öte bir şey.
Teknik derken?
- Hem yazı hem de sahnelenme şekli açısından farklı olacak. Diğeri biraz daha oyunculuk ve metin üzerindendi. Bu, daha büyük bir proje olacak.
Roman da aynı anda devam ediyor...
- Değişik metinler üzerinde aynı anda çalışmak daha bereketli oluyor. Üç kitabı birarada okurum mesela. Yoğun konsantrasyonlarım yok. Böle böle devam ederim.
İlginç bir yöntem aslında.
- Manik bir yapım, yüksek ve hızlı bir dünyam var. Çabuk da sıkılırım.
Ne çok sıkar seni hayatta, neye katlanamazsınz?
- Fazla toleranslıyım sanırım, buna hemen cevap verebileceğim bir şey yok. Canımı sıkan bir şey olduğunda hemen yabancılaşıp o insanın bunu neden yaptığını ya da olayın neden olduğunu düşünürüm. Sizle ilgisi yoktur genelde, sizin okuma algılama biçiminizden size yapılırmış gibi gelir. Kötü ya da canımı sıkan bir şey olduğunda üstüme alınmamaya çalışırım. İşin nedenini sorgularım. Bu da beni çok toleranslı yapar.
Bahadır Bey’le kaç senedir birliktesiniz?
- 24 senedir birlikteyiz, 20 senedir evliyiz.
Bu uzun ilişki senin olaylara dışarıdan bakabilme yeteneğinle alakalı olabilir mi?
- Mümkün. Ama asıl formül, biz çok iyi arkadaşız. Birbirimizi çok iyi tamamlıyoruz. Tolerans alanlarımız aynı, çatışmadan çok uyum var aramızda.
Profesyonel anlamda da birlikte işleriniz oluyor.
- Daha önce kitap kapaklarımı çizdi ama ‘Deli Kadın Hikayeleri’nde ilk kez tam anlamıyla birlikte çalıştık.
Senin ona katkın oluyor mu eserlerinde?
- O daha kapalı çalışır, benim gibi değil. Uzun, kapalı, sıkıntılı, içe dönük ve yoğun olur. O bir şey çalıştığı zaman dünya durur. Benimse ne zaman çalıştığım anlaşılmaz. Bahadır bile şaşırır.
İş bitene kadar eserlerini göstermeme durumu var mıdır?
- Hayatta göstermez. Hep kapristir bu konuda. Uyumumuz da burada zaten. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul eder, severiz.
Bahadır Baruter, sergisinde aile kavramını eleştirip verdiği röportajda “Çocuk yapmayarak işi çözdük” dedi. Sen de böyle düşünüyor musun?
- Böyle düşünen asıl benim. Kendimi bildim bileli anne olmamak konusunda kararlıydım. Bir çok insana ukala gelecek kadar bilmişliğim vardır bu konuda. Hayatta ne isteyip istemediğim üzerine çok düşünürüm. Gerçekten istediğimiz şeyler için uğraşmak gerekir. İnsanlar bunu yapmadığı için duvara tosluyor. Çocuk ve aile, her şeyinizi belirliyor. Çocuk büyütmek ve hayatımı onula paylaşmak bana göre değil. Çünkü bir ömrün projesi çocuk. Böyle bir hayat modeline karşı bir sempatim yok.
Geleneklerimiz gereği sanki hep çocuk yapmalıymışız gibi konuşulur toplumda. Hepimizin bilinçaltında vardır bu. Senin hayatında bu boşluğu dolduracak bir şey mi var acaba?
- Öncelikle durumu bir boşluk olarak değil, fazlalık olarak tarif ediyorum. Çünkü hayat sizin hayatınız. Siz bir çocuk doğurmuyorsunuz ki, bir yetişkinin çocukluğuna bakıyorsunuz aslında. Algım bu şekilde, klasik bağlarım yok. Topluma ‘kadın doğurur’ kavramı hakim. Ama artık ilkel bir hayatta yaşamıyoruz. Kadının görevi sadece doğurmak değil yeni kurulan sistemde.