Güncelleme Tarihi:
İstanbul’da mısınız şu sıralar?
- Evet. En güzel şehirde bile olsam, uzun süre aynı yerde kalamıyorum. Bu, bir karakter özelliği olmalı, benim gibi insanlar yerleşmekten ölüm kadar korkar.
İş vesilesiyle mi seyahatler?
- Hayır, tam tersine hayatımı, işlerim dahil yolda yapacak biçimde yaşıyorum. Yol ve yolculuk, şifa veren, hayatımın en önemli eylemlerinden. Felsefem; entelektüel merakla, az parayla ve yerli-yabancı fark etmeden gezilen yerin hakiki kültürünü yemeğinden eğlencesine tanımaya dayanıyor. Altı yıl önce kurulan Sırtçantalılar grubu, bunu anlıyor mesela.
Üyesi misiniz?
- Kurucu takımın 20 yıl öncesindeki damarıyım desem, ters olmaz herhalde...
Neden?
- 80’lerde sırt çantamla ‘interrail’le Avrupa, sonra Amerika ve Kuzey Afrika’da seyahat eden -belki de ilk Türk kızıydım. Türkiye’de sırt çantası yokken annem çadır bezinden dikerdi. Burada turistle gezgin arasındaki farka dikkat çekmek isterim.
Nedir?
- Gezgin, kendi motivasyonuyla parasız kendi rotasını çizerek yola çıkandır. Seyahati kendine iş edinen, hatta kimse talep etmediği halde gördüklerini kaydeden, yazan, fotoğraflayandır. Bizim gibi geleneksel toplumlarda az çıkar. Kadınlara hiç yakıştırılmaz. Hayalindeki kadının gezgin olduğu kaç Türk erkek var?
Neredeyse hiç...
- Önceki kuşaktan bazı kadın gazeteciler de gezip yazmış ama onlar hep iş icabı. Burada kilit kelime: Macera! Seyahatlerimi yazarak hayatımı kazandığım da göz önüne alınınca, bütün bunlardan sonra kendimi Evliya Çelebi’nin ilk kız torunu görmeme, herhalde Evliya da itiraz etmezdi!
Özellikle sevdiğiniz yerler var mı, yoksa aklınıza estiği gibi mi oluyor?
- ‘Akla esme’ denen birçok ilham doğaçlama değil. Toplum, aile, yaşam ama en çok da zamanın ruhu bizi yönlendiren. Hiçbir tercihimizde sandığımız kadar özgür değiliz... Mesela ilk gitmek istediğim yer, İspanya Madrid’di. Cervantes için... Annem ve ilkokul öğretmenim Don Kişot’tan öyle hayranlıkla bahsetmişti ki, tercihim öyle oldu... Şimdi de yazarların ayak izlerini takip ediyorum. Mesela Prag’a sadece Kafka için gittim. Frankfurt: Goethe, Londra: Virginia Woolf, Venedik: Thomas Mann... gibi.
Şu sıralar aklınızda neresi var?
- Polonya’da bir şatoda yapılacak bir edebiyat festivaline katılıp, oradan Litvanya’da çok sevdiğim Romain Gary’nin doğduğu şehri göreceğim. Türkiye’deki üniversiteleri gezmeyi de önemsiyorum. Yakınlarda Çorlu, Edirne, Kars, Ardahan, Doğu Beyazıt ve Iğdır’a gittim. Bir de ‘Su’ romanımın devamı ‘Toprak’ için sık sık Çorum’a gidiyorum.
Nasıl gidiyor bu arada ‘Toprak’? Yakında okuyabilecek miyiz?
- Bu sene içinde diye düşünüyorum.
Yine ‘Su’ romanın da vesilesiyle ‘Yunus Parklarının kapatılması’ konusunda başlattığınız bir kampanya devam ediyor...
- 17 bin imza topladık. ‘Change.org’un Türkiye yöneticisi Uygar Özesmi bana bunun en yüksek imza sayılarından olduğunu söyledi. İki ay olmadı daha.
Geri dönüş alabildiniz mi?
- Henüz Kaş Belediye Başkanı’ndan hiç ses çıkmadı. Ama Kaş’taki derneklerle irtibat halindeyiz.
Daha fazla ne yapılabilir?
- Parkların kapanmasının Türkiye açısından olumlu olacağının anlaşılması şart. Mesela geçenlerde Hindistan’da yapıldı, tüm dünyada yankılandı.
Bir de edebiyat dünyasıyla ilgili konuşmak istiyorum sizi yakalamışken... Sadece Türkiye değil yurtdışında da ‘öykü yazanlar azalıyor mu, romanlar kısalıyor mu’ gibi tartışmalar var. Siz ne düşünüyorsunuz bunun hakkında?
- Edebiyat dünyası içinde büyümüş biri olarak, bu tartışmaları hep gördüm. Ama şu anda çok gerçek bir gerekçesi var. Benim de çok sevdiğim, sosyal medyanın, iletişimin kolaylaşması, görselliğin artması ve internet yüzünden yazının kısaldığını görüyoruz hepimiz.
Hızlı tüketim de var.
- Evet. Hız, her anlamda yazıyı kısaltıyor. Çok yararlanıyorum teknolojiden ama tüm kitaplarımı el yazısıyla yazıyorum. Kendim bilgisayara geçiriyorum. Ve artık bir otele giderken banyosunu değil, kablosuz internetini sorguluyorum. Buna nasıl geçtiğimin farkında bile değilim. Ama teknolojinin getirdiği bazı kısıtlamalar ve olumsuzluklar da var tabii ki.
Ne gibi?
- İlişki ve düşünceyi yüzeyselleştirdi. Edebiyatı da etkiliyor. Tweeter’da yazılandan kitap basılıyor. Vitamini meyveden almak yerine hap içmek gibi. Aynı etkiyi yaratıyor mu, bilemiyoruz. Tehlikeli bir alan. İnsanlar daha az düşünüyor. Ama bu evrilmeyi hep birlikte yaşadığımız için bunun da antitezlerini yaratabiliriz. Belki daha kısa hikâyeler yazılacak ama derinliği daha yoğun olabilir. Bunlar hep varsayım. Var olansa hikâyenin, öykünün ve romanın şu anda çok güçlü olduğu...
Kendinizde bu evrimi nasıl görüyorsunuz?
- Birkaç türde yazdığım için ben kişisel olarak yazınsal tatmin yaşıyor olabilirim ama bir paragraf üzerinde aylarca çalışmanın yazar için değerini anlayacak kaç okur kaldı, bilmiyorum... Zamana uymak yanlış değil. Ama ilkeleri korumak lazım. Önemsediğim ilkelerim var ama onlar duvarlarım değil, referanslarım.
Çevre üzerine uzman
Kitapları 1992’den beri Türkiye’de satış listelerinde hep üst sırada yer alan Buket Uzuner (58), aslında ‘biyoloji ve çevre bilimi’ eğitimi aldı. Türkiye’de Hacettepe Üniversitesi ve ODTÜ’de, ayrıca Norveç, ABD ve Finlandiya’daki üniversitelerde çalışmalarda bulundu.