Oluşturulma Tarihi: Şubat 22, 2009 00:00
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın ilginç projesinde, İstanbul müftüsü Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İsmail Kara, Komet, Faruk Malhan jüri üyesi olarak görev alacak.
Bir yarışmadan söz etmek istiyorum bugün. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Geleneksel Sanatlar Yönetmenliği’nin yapacağı mahya yarışmasından.
“Ramazan ayında ya da kandillerde camilerin iki minaresi arasına ışıkla yazılacak bir yazıda ne kadar yaratıcılık yapılabilir ki?” dediğinizi duyar gibiyim. Doğru, mahya dendiğinde hemen aklımıza onlar geliyor. Ama aslında bir aydınlatma ve süsleme sanatı mahyacılık.
Gelelim projenin ayrıntılarına.
Geleneksel Sanatlar Yönetmeni Ömer Faruk Şerifoğlu tarafından yürütülen projenin ilk faaliyeti, 300 yıllık mahyacılık geleneğinin tarihini, malzeme ve içerik formatında geçirdiği değişimleri, kent kültüründeki yerini ve ilginç örneklerini ele alacak bir Mahya Kitabı’nın yayına hazırlanması olacakmış.
Mahyacılık, 17. yy başlarında İstanbul’da ortaya çıkmış ve İslam dünyasında kutsal kabul edilen gecelerde kandil yakma geleneğinin bir sanata dönüşmesi demek.
Proje, mahyacılığı, ışıkla şehir süsleme sanatı olarak kabul ediyor, yalnızca kutsal yapıların süslenmesiyle sınırlı tutmuyor.
Yarışma çerçevesinde tasarımcılara bir sınırlandırma getirilmeyecek ve bazı tasarımlar cami ve kutsal yapılarda uygulanabileceği gibi bazıları da İstanbul’un mahalli yapısına uygun sokaklarda değerlendirilebilecekmiş.
Gelelim yarışmanın benim için en enteresan kısmına. Öylesine isimler bu jüride yan yana geliyor ki oraya nasıl bir iş çıkacağını şimdiden merak etmeye başladım doğrusu.
Mahya yarışmasının jürisinde, İstanbul müftüsü Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İsmail Kara, Komet ve Faruk Malhan gibi isimler olacakmış.
Ressamlar dergilerine sahip çıktı
Yedi yıldır yayınlanan fakat son dönemde iflasın eşiğine gelen plastik sanatlar dergisi rh+ sanart’ın yaşatılması için yapılan yardım çağrısını yazmıştım daha önce. Derginin Genel Yayın Yönetmeni ve galerici Tevfik İhtiyar derginin yayın hayatına devam edebilmesi için bir kampanya başlatmış, sanatçılar ve galericilerden eser bağışı istemişti.
Bu çağrıya hem sanatçılar hem de galericiler cevap verdiler ve kampanyaya 144 sanatçının 192 eseri bağışlandı.
Kampanyaya eser bağışlayan sanatçılar arasında Halil Akdeniz, Alâeddin Aksoy, Mehmet Aksoy, Özdemir Altan, Cihat Aral, Mustafa Ata, İbrahim Balaban, Adnan Çoker, Devrim Erbil, Turan Erol, Leyla Gamsız, Mehmet Güleryüz, Balkan Naci İslimyeli, Mehmet Pesen, Güngör Taner, Adnan Turanî, Şenol Yorozlu gibi çağdaş Türk resminin öncü isimleri bulunuyor.
Bağışlanan bu 192 eser 26 Şubat Perşembe günü saat 19.30’da Osmanbey Ramada Otel’de Metin Uca’nın yönetiminde yapılacak olan bir müzayedeyle satılacak.
Müzayedede hiçbir esere muhammen bedel konulmamış. Her müzayedede yaşanan “benim eserime değerinin altında fiyat kondu” tartışması olmayacak demek ki. Sanatçılar üzerlerine düşen fedakarlığı yaptı. Sıra şimdi resim meraklısı alıcılarda.
Issız adamlara ve kadınlara yeni adres
Çağan Irmak’ın Issız Adam filminden sonra seyircinin filmin geçtiği mekanlara acayip bir ilgi gösterdiklerini okumuşsunuzdur. Hatırlarsanız filmde kızla çocuğun tanıştığı mekan ikinci el kitap satan bir sahaftı. Hayatının aşkıyla ancak bir sahafta tanışabileceğini düşünenlere yeni bir adres önereceğim.
Beyoğlu’na çıkan yazar çizer takımının mutlaka uğradığı, kedilerin başını okşayıp kitaplara baktığı, ikram edilen adaçayını yudumladığı Sahaf Simurg şimdi ikinci bir yer açtı. İstiklal Caddesi 148 Numara, Korsan Çıkmazı’nda.
Simurg’un sahibi İbrahim Yılmaz’la karşılaştım, elinde bir kutu lokum, dükkana gidiyordu. Mekanın ikramı bu kez demek ki lokum olacak. Yeni kitabın olmadığı yeni mekanda 10 bini aşan Simurg koleksiyonu satılıyor. İkinci el kitap meraklılarına duyurulur.
En protest sanatçı biyografisi
Şimdiye kadar okuduğum en güzel biyografi örneği ressam Orhan Taylan’ınki. Kızıltoprak Sanat Galerisi’nde 20 Aralık 2008-10 Ocak 2009 arasında yapılan sergisinin davetiyesinde yer alıyor. Aynen aktarıyorum:
“Orhan Taylan
Selanik kökenli, Samsun 1941 doğumlu ve İstanbul’ludur. Ressam Seniye Fenmen’in oğlu, Robert Kolej (lise ‘60) ve Roma Güzel Sanatlar Akademisi (‘65) mezunudur.
Orhan Taylan’ın eserleri dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli müzelerinde bulunmaz. Karma sergilere katılmaz. Hapishane anıları yazmak ya da sülalesiyle böbürlenmek gibi merakları yoktur. Yarışma jürilerinde ve bilirkişi heyetlerinde yer almaz.
Sakal bırakmaz, pipo içmez. Resimde ustalık geleneğini küçümsemez. Gravür yapmaz, heykellerini çoğaltmaz. Resimlerinin önemsenmesi için uçuk fiyatlar konması gerektiğine inanmaz. Suluboya kullanmaz. Yağlıboyasını kendi yapmayı, oğlu Ferhat’ı, edebiyatı, Macintosh’unu ve büyük atölye düzeninin keyfini bişeylere değişmez. Akşam içkisini ihmal etmez. Solaktır.
Resmini, akımlar içinde adlandırmaz. Avangardizmin, deneysel-kavramsal çalışmaların sanat yerine ikame edilmesinin sanatseverleri yanıltabildiğine inanmaz. İnsan hakları kavramını küçümsemez. Polis devletine de, şeriat devletine de karşı demokrasiyi savunmayı bir erdem sayar. Yurtdışında yaşamaz. İstanbul’da, Asmalımescit’te oturur, resim yapar.”