Av Zamanı, Hakkári’de Bir Mevsim ve Camdan Kalp oynadığı önemli filmler arasında. Hamam filminde canlandırdığı Perran rolüyle Adana
Film Festivali ve SİYAD jürisince En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne layık bulundu. Şerif Sezer, değişik yüzüyle sıradan güzeller gibi değil de, Kızılderili güzellerini andırıyor. İncecik, upuzun, sakin, duru. Ama Mudanya’da başlayan hayatı kendisi gibi sakin, duru değil...
Mudanya’da zeytincilikle uğraşan bir ailenin en büyük kızıdır. 1943 doğumlu olduğuna dair rivayetler varsa da, bunu ne doğrular ne yalanlar. Sebebi yavaş yavaş ergenliğe adım attığı, ortaokul yıllarında gizlidir. Ailesi onu ortaokula çok geç gönderdiği ve kendinden küçüklerle okuduğu için bu konuda kompleksi oluşur. Tek kompleksi yaşı değildir, kasabanın çocukları onunla ‘Kasabanın Şerifi’ diye dalga geçtikleri için uzun yıllar isminden nefret eder. Bir erkek ismine zar zor alışmaya çalışırken, en çok da ona Şerife diye seslenenlere kızar. İsmiyle barışması için 20 yıl geçmesi gerekecektir. 20 yaşında Paris’e gidip ona ‘Şeri’ diye seslendiklerinde ancak o zaman isminin kulağa hoş geldiğini fark eder.
Ailenin tek çocuğu o değildir. Kendisinden küçük ikiz kız kardeşleri de vardır ama biri difteriden öldüğünde, ailede huzur kalmaz. Anne ve babası o sekiz yaşındayken boşanır. Ankara’ya yerleşen annesini altı yıl göremez. Daha doğrusu annesine gösterilmez. Çünkü babasının ailesine göre, annesi suçludur; çocuklarını görmeye hakkı yoktur.
İlkokulu bitirdiğinde uzun boyu sayesinde çok gösterişli bir kızdır. Ama bu aleyhine işler. Mudanya’dan ayrılıp, okumak için can atarken sorumluluktan kaçmak isteyen amcası tarafından evliliğe hazırlık amacıyla ortaokul yerine dikiş nakış kursuna yollanır.
MUDANYA’DAN ANKARA’YA ANNESİNİN YANINA KAÇIŞ
Annesini görmeyeli altı yıl olmuştur. Ankara’da yaşadığını ve evlendiğini bildiği halde ailesinin korkusundan irtibat kuramaz. Annesi hasrete dayanamaz, Mudanya’da yaşayan bir arkadaşı kanalıyla, kızıyla haberleşmeye başlar. Birlikte plan yaparlar. Şerif Sezer, evden sadece ilkokul diploması ve nüfus kağıdını alıp çıkar. Bursa’ya giden otobüse biner. Mudanya’da o kadar çok dolanır ki otobüs, yakalanma korkusuyla atar yüreği. Nihayet Bursa’da annesine kavuşur. Kendi tabiriyle ‘O gece Bursa’dan Ankara’ya tüyerler.’ Sonraları Mudanya’ya dönebilmek için 18 yaşını doldurmayı bekleyecektir. Babası meraktan ölmek üzereyken, ‘Ankara’da annemin yanındayım, dönmeyeceğim’ yazan telgrafı alır.
14 yaşındadır ve nihayet annesi sayesinde ortaokula gitme özgürlüğüne kavuşmuştur. İki yaş küçük çocuklarla okumaya cesaret edemez. Kız enstitüsüne yazılır. Dikişli nakışlı dersler yeniden başlar. Sosyal derslerdeki başarısını gören öğretmeni, ‘Senin burada ne işin var, niye normal ortaokula gitmedin’ diye damarına basar. O cesaretle aynı bahçeye bakan ortaokulun müdürünün karşısında bulur kendini. ‘Ben burada okumak istiyorum, sonra da burada liseye devam etmek istiyorum’ der. Annesinin henüz bu planından haberi yoktur. Ortaokul bir ve ikinci sınıf derslerini alacağı özel bir sınıfa gitmesi, bunun için de valilikten özel sınav izni alması gerekmektedir. Ürkek ürkek valiliğin kapısına gider, izni kapar. Orta üçün bile derslerini hatmedip girer sınava. Kazanıp, orta üçe gitmeye hak kazanır. Tek zayıfı ise müziktir.
LİSE İÇİN HEVESLENDİ KONSERVATUVARA GİRDİ
Ortaokulu bitirmiş lise birinci sınıfa başlamıştır. Bu sırada, konservatuvarda yatılı öğrenciler tarafından sergilenen bir oyun seyretmeye gider. Öğrencilerin rengarenk giysilerini görünce, ben bu okulda okumak istiyorum, diye iç geçirir. O güne kadar sahneye çıkıp bir şiir okumuşluğu bile yoktur. Ertesi yıl bir sınıf arkadaşı konservatuvara başvurunca, o da cesaretlenir. Tüm adaylar arasında sadece ikisi yatılı kabul edilir. Alev Sezer ve Arsen Gürzap’la sınıf arkadaşı olur.
18 yaşındadır. Kaçtığı Mudanya’ya dönüp, babasıyla hasret giderme zamanı gelmiştir. Otobüsten indiğinde hemen fark edilir. Ona çocukken hava atanların hepsine tepeden bakarak yürür yolda. Konservatuvara girdiğini öğrenen aile üyeleri kötü yola düşmüş gibi ‘Bizim kız oyuncu olacakmış’ diye dudak büker.
Okul biter, Ankara Devlet Tiyatrosu’na girer. Birkaç ay sonra, okul çevresinde tanıştığı Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden bir gençle evlenir. Kocası burs kazandığı için Paris’e gitmeleri gerekir. Tiyatro aşkını bir kenara koyup, yeni aşkı ile Paris’te yeni bir hayata başlar. İlk yıllar fena gitmez. Parasızlıktır tek derdi. Çoğunlukla çocuk bakıcılığı yapar. Bazı moda evlerinde dikiş diker, fotomodellik yapar. Altı yıl hiç Türkiye’ye ayak basmaz. Bir gün Paris’ten İstanbul’a gidecek arkadaşının otomobiline atlar, yurduna döner. Geliş o geliştir. Paris’e eşyalarını toplayıp, eşinden boşanmak için döner. Aradan iki yıl geçtikten sonra ikinci evliliğini yine Paris’te tanıştığı Sorbonne’da felsefe doktorası yapan Azmi Arna ile İstanbul’da yapar. İkinci evliliğinde de gelinlik giymez: ‘Çünkü, külfetli buluyorum o işi. İnsanların tek başrolde olduğu yer evlilik. Belki de bu yüzden gelinlik ve damatlık giymeye bu kadar istekliler. Ben sahnede kendimi gösterme fırsatı bulduğum için hiç öyle bir hevesim olmadı.’
SHERATON OTELİ’NİN BARINDA GARSONLUK GÜNLERİ
İkinci evliliğiyle birlikte İstanbul’a artık tamamen yerleşir. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda boş kadro yoktur, o yüzden başvurmaz bile. Para kazanmak zorundadır. O zamanki Sheraton Oteli’nin barında garsonluk yapar. Araplar’ın Türkiye’ye akın ettiği yıllardır ve otelin garsonları şile bezinden şalvarlar giymektedir. Bir akşam servis yaparken, arkadan vuran ışığın etkisiyle vücudunu gören Arap müşterisi ‘Maşallah, maşallah’ diye iç geçirir. Kafası öne eğik, kimseyle muhatap olmadan çalışan kızın kahkahaları ilk o zaman duyulur. İstanbul’daki garsonluk macerası dört yılı tamamlarken, Devlet Tiyatrosu’nun müdürü değişir ve eski mezunlara çağrı yapar. Şerif Sezer yuvasına döner.
İlk sinema teklifi Sinan Çetin’den gelir. Ama o pek hevesli değildir: ‘Sinan arkadaşımızdı. Ankaralı olmaktan mı nedir, sinemaya biraz tepeden bakıyordum, hiç istemiyordum. Fakat bir başladım, aman Allahım ne çok sevdim.’ Sezer’in kariyerindeki ilk rol aldığı, Bir Günün Hikayesi adlı film, 12 Eylül darbesi sonrasında uzun süre rafta kalır.
1982, Şerif Sezer için bir dönüm noktasıdır. Zeki Ökten onu bir filminde oynatmak ister, Sinan Çetin’in çektiği siyah-beyaz fotoğrafları aldığı gibi Yılmaz Güney’in yattığı cezaevine götürür. Yılmaz Güney, daha önce Şerif Sezer’i hiç görmemiştir. Fotoğrafları çok beğendiği için Yol filminde rol arkadaşı olmasını kabul eder. Büyük yankı uyandıran film, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü alır. Ertesi yıl rol aldığı, Hakkari’de Bir Mevsim ise Berlin’de Gümüş Ayı’yla ödüllendirilir.
ROLÜ KABUL ETTİĞİ ASMALI KONAK’I HİÇ SEYRETMEMİŞTİ
Sonra uzun süre hiç film teklifi gelmez. Zaten bu sırada kızı Deniz doğar. İşler biraz açıldıktan sonra 12 film daha çevirir. Ama oynadığı onca filmden sonra tanınması Asmalı Konak dizisinde Ali Hamzaoğlu’nun kız kardeşi Kader rolüyle olur. Şeref Sezer, diziye altıncı bölümden sonra katılır, o güne kadar diziyi seyretmemiştir bile: ‘O kadar çok dizi vardı ki hangi birini seyretseydim...’
Dizide oynamayı kabul etmesiyle 1,5 yılını Kapadokya’da geçirir. Asmalı Konak dizisinin seti gazetecilerle dolup taşar, Şerif Sezer onlardan hep kaçar. ‘Sevmiyorum gazetelere televizyonlara çıkmayı. Hem aptal değilim. Benim için gelmediklerini çok iyi biliyordum. Özel olarak benimle görüşmek isteyen olursa onu kırmam. Bana gelmemişse ortada ne işim var?’
Çağan Irmak, Kapadokya’da bir yandan dizinin yönetmenliğini yaparken bir yandan da Mustafa Hakkında Her Şey filminin senaryosunu tamamlar. Başroldeki Mustafa’nın annesi rolünü yazarken Şerif Sezer’i düşünmüştür. Bundan ona hiç bahsetmez. Dizi bitip, İstanbul’a döndüklerinde sürpriz yapar. Bu rolden bahseder. Şerif Sezer son olarak yine Çağan Irmak’ın senaryosunu yazdığı 12 Eylül’ü anlatan Çemberimde Gül Oya dizisiyle karşımıza çıkar.
Hedefi olmadığı gerekçesiyle spor salonundaki bantlarda bile yürümeyi reddeden Şerif Sezer, kendi hedeflerine doğru bildiği yolda ilerliyor.