Güncelleme Tarihi:
Annesi Trabzon Pontus Rum’u Sofiya. Babası Van Ermeni’si Levon. 1923’te yapılan nüfus mübadelesinde teyzesi Eleni kaçırılmasaydı belki de dedesi Türkiye’de kalma kararı vermeyecek ve bugün Avedis Kevork Hilkat ile tanışmayacaktık. Öldü sandıkları teyzesinin izini yıllar sonra bulan ve Trabzonspor yöneticisi Özkan Sümer’in ailesiyle akraba olduğunu öğrenen Kınalıadalı Hilkat’ın “Tam bir mozaiğim” demesi bundan.
45 yıldır Kapalıçarşı’da kuyumculuk yapan Avedis Hilkat’la dokuz metrekarelik dükkânında buluşuyoruz. Söze “Avedis Hilkat Türkiye âşığıdır, Türk sevdalısıdır” diyerek başlıyor ve Marko Paşa’dan sonra Kızılay’ın ilk gayrimüslim yöneticisi sıfatının yanına yenilerini ekliyor: Kınalıada Su Ürünleri Kooperatifi yöneticiliği, Kınalıada Spor Kulübü Yönetim Kurulu Üyeliği, Adaspor Sağlıklı Yaşam Derneği Başkanlığı, Adalar Kent Konseyi Üyeliği, Kınalıada Güzelleştirme Derneği Yönetim Kurulu Üyeliği, AGOS, Taraf, Jamanak gazetelerinin gönüllü muhabirliği... Üç dönem Anavatan Partisi Adalar İlçe Yönetim Kurulu Üyesi ve şimdi CHP Adalar İlçesi Yerel Yönetimlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı...
Avedis Hilkat, bu kadar şapkanın altına neden girdiğini ise şu sözlerle açıklıyor: “Silahlı Kuvvetler’in 2 bin 200 metreden tek atışta tankı vuran neferiydim. 1974 Barış Harekâtı’na, iki ay sonra terhis olacağım için gönüllü olduğum halde göndermediler. Bize çarpışmak değil, yurdu savunmak düştü. Erzurum Aşkale’de 20-25 gün mevzide kaldım ve askerlik borcumu 20 ayda ödedim. Yıllardır burada dükkân işletiyorum, emekli oldum. Vergi vererek vatandaşlık borcumu da ödüyorum. Ama hâlâ kendimi bu ülkeye borçlu hissediyorum. Çünkü burada 4 bin 500 yıllık mazimiz var. Ailem, ‘Artık torununla ilgilen’ diyor, diken diken oluyorum. Biri sanki dürtüyor. ‘Hayır, sen cemaatine, ülkene faydalı olduğunu göster’ diye.”
HRANT DİNK İLE SAİT FAİK’E SELAM
Eğitimine Aramyan Uncuyan Ermeni İlkokulu’nda başlayan Avedis Hilkat, Moda İlkokulu’nun ardından girdiği Saint Joseph’te orta 2’nci sınıfa kadar okuyor. O yıllarda annesinden boşanan babası, ekonomik sıkıntılar da baş gösterince onu okuldan alıyor ve ‘Eti senin kemiği benim’ diyerek Kapalıçarşı’da bir ustanın yanına veriyor: “Etin ustaya, iskeletin babaya ait olduğunu yıllar sonra anladım. Çok isterdim okumayı, olmadı. Bu çarşıdan içeri girdiğimde 13 yaşındaydım. ‘Kapalıçarşı hayat üniversitesi’ni bitirdim. Mastırı da burada yaptım, doktorayı da.”
Ağabeyi Bedros’un arkadaşı Hrant Dink ile tanışması ise gençlik dönemine rastlıyor: “Rahmetli ağabeyimle Gedikpaşa’da top arkadaşıydılar. Hiç unutmam, Kınalıada-Gedikpaşa maçında Hrant’ın çok güzel bir ortasıyla ağabeyim çok güzel bir gol atmıştı. Ben askere gidince koptuk Hrant’la. Yıllar sonra Kınalıada’da karşılaştık. Ben 1984’te yerleştim Kınalıada’ya. O da oraya yerleşmiş. Her karşılaştığımızda elimde balıklar... Karagöz ve lüferleri görünce, ‘Ya, biz istavritten başka bir şey tutamıyoruz, sen nasıl tutuyorsun bunları’ diye takılırdı. Balığa birlikte çıkmaya başladık. Bir gün yine unutmam, tekneyle Burgazada önünden Kınalıada’ya geçiyoruz. Sait Faik Abasıyanık’ın mezarını gösterip ‘Burada kim yatıyor biliyor musun’ diye sormuş, bilemeyince ‘Sait Faik de çok büyük bir balık meraklısıydı’ demiştim. Ayağa kalktık. Altımızda şortlar; ‘Ey koca Sait, nur içinde yat’ deyip selamımızı çaktık.”
Hrant Dink ile Kınalıada’yı güzelleştirmek için nasıl el ele verdiklerini anlatıyor sonra. Adının ‘Boynuzlu Ada’ya çıkmasına neden olan vericilerden kurtulmak için nasıl mücadele ettiklerini... Denizdeki ağların temizlenmesi kampanyası için nasıl heyecan duyduklarını... Gözleri yaşarıyor: “Oğlum, ‘Hrant’ı vurdular’ deyince, ‘İşte şimdi anıt oldu’ demiştim. Cumartesiydi, hiç unutmam koştum Karaköy’e. Malzeme aldım. Bugün yaparım, yarın yaparım’ diye oyalandığım oltasını yaptım ve vurulduğu yere koydum. Biz onunla emekliliğimizi paylaşacaktık, balık tutacaktık. Torunlarımızı büyütecektik. Niye hayallerimizi yıktılar?”
FRANSA DÖNÜP KENDİNE BAKSIN!
Söz dönüp dolaşıp Ermeni soykırımı iddialarına geliyor. Sosyalist Parti’nin soykırımı inkâr edene ceza verilmesini öngören yasa teklifini Fransız Senatosu’nda 4 Mayıs’ta yeniden gündeme getireceği haberlerini hatırlatınca yüzü düşüyor: “Şu güzel ülkemde her nisan ayı yaklaştığında birileri derin dondurucudan meseleyi çıkarıyor fırına sokuyor; gündem yaratmak istiyor. Fransa dönüp kendine baksın. Tunus’ta, Ortadoğu’da ne yaptı?
Libya’yı niye vurdu? Bu devletlerin Ermeni meselesine karışmasını son derece yersiz ve hatalı buluyorum. Çünkü herkes kendi şahsi çıkarları doğrultusunda sizi kullanıyor. Kullanıldınız, kullanılıyorsunuz ve bu mantaliteyle giderseniz kullanılacaksınız. Hangimiz o dönemi yaşadık? Hiçbirimiz. Hepimiz büyüklerimizden duyduk. Savaş var, Türkiye’nin şartları, dünyanın şartları... Biz aynı anneden (Anadolu) doğmuş ama birbirinden ayrı kalmış iki kardeş gibiyiz. Bırakın kardeşler birleşsin. Eskiyi yaşamayı bırakalım. Kimseye malzeme, meze olmayalım. Beni benden daha iyi tanıyan var mı? Bir mesele varsa Türkiye Ermenileri olarak biz çözeriz. Yaradan, bedenimizi yaratırken iki göz vermiş, ileriye bakmak için. Gözü ensemize koymamış. Arkaya bakmanın anlamı yok. 1915, 1915’te kalmalı.”
KIZILAY’A ÖNCE ATANDIM SONRA SEÇİLDİM
2009 yerel seçimlerinde İstanbul İl Genel Meclis Üyeliği için bağımsız aday oldum. Adalar’da yüzde 4.12 oy aldım. O yıl Kızılay müfettişinden bir telefon geldi. “Tüzüğümüzde dil, din, ırk mefhumu yok, tamamen insani hizmet” diyerek Adalar Şubesi’nin yöneticisi olmamı istedi. 2010 seçimlerine kadar şubeyi yeniden yapılandırdık. Seçimde bırakmadılar. Şimdi Kızılay Adalar Şubesi Yönetim Kurulu üyesi ve veznedarım. Bu uğurda canımı veririm. Lenfoma hastası bir Müslüman kızımız için 40 bin dolara yakın para toplamıştık. Maalesef kızımızı kaybettik. Şimdi o parayla Kızılay’ın da katkılarıyla Adalar’a yüzer ambulans alacağız.
RABBİL MÜSLÜMİN DEĞİL, RABBİL ÂLEMİN
Dört dinin dördü de haktır. Hoca sala verdiğinde ‘Rabbil âlemin (âlemlerin Rabbi)’ der. ‘Rabbil Müslümin’ demez. Ne kadar ulvi bir kelime. Bunu işlemek varken, hâlâ biz ‘Sen gâvursun, sen bilmem nesin’in peşindeyiz. Bu bize bir şey getirmez. Çocukken arkadaşlarım kızdıklarında “Kefere” (kâfirin çocuğu) derlerdi, çok üzülürdüm. 1990’lı yıllardan sonra Türkiye’de çok şey değişti. Sevecen bakışlar görmek bizi mutlu ediyor.