Okuldan 1990’da mezun olan Saadet Özen, okulun arşivinden, İstanbul’a ayak bastıkları 1856 yılından beri günlük tutan rahibelerin yazdıklarından, Dame de Sion okulları arasındaki yazışmalardan, Roma’daki arşivde bulunan belgelerden, okulda okumuş, ders vermiş Türklerin anılarından faydalanarak okulun 150 yıllık tarihini kaleme aldı. Rahibelerin günlüklerinde ve mektuplarında İstanbul’un ve Türkiye’nin tarihine ilişkin önemli tanıklıklar da yer alıyor. "Yüz Elli Yılın Tanığı Notre Dame de Sion" adlı kitap, Yapı Kredi Yayınları tarafından bugün, Dame de Sion’un 150’nci yıldönümünde satışa sunulacak.
1. DÜNYA SAVAŞI’NDA TALAT PAŞA’NIN TAVRI
Okulun 150 yıllık tarihinde, en hareketli günlerdi belki de, 1. Dünya Savaşı günleri. Kasım 1914’te Osmanlı İmparatorluğu, Fransa ve İngiltere’ye karşı Almanya’nın yanında savaşa girdi. Fransız elçiliği mensupları İstanbul’u terk ederken, Dame de Sion’lu rahibeler de, Amerikan elçisi Morgenthau’nun korumasına verildi.
Osmanlı Hükümeti, bütün düşman yabancı okulları kapatmaya, kapitülasyonları kaldırmaya karar vermişti. Dame de Sion’da 72 öğretmen ve rahibe vardı. Bir gün polisler okula geldi, herkesin iki odada toplanmasını emretti. Aşağı
yukarı 200 öğrenci de dışarı çıkarılacaktı. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu, hava inanılmaz derecede soğuktu. Amerikan Elçisi Morgenthau, eşiyle birlikte rahibelerin hakkını korumak için okula geldi. Ama bir şey yapamadı. Sonunda Morgenthau, Sadrazam Talat Paşa’yı telefonda buldu. Rahibelerin kovulmasından şikayet ettiği zaman Talat Paşa gülerek şöyle dedi: "Fransızlar bütün rahipleriyle rahibelerini kendileri kovmadılar mı? Biz yapınca niye suç oluyor?" Okul, Osmanlı Devleti yenilip mütareke ilan edilinceye kadar mühendishaneye dönüştürüldü.
EN ÜNLÜ VELİ, GHAZI MUSTAPHA KEMAL PACHA
Savaş bitti. Etraf durulup, okul eski düzenine kavuşunca, eğitim de yeniden başladı.
Rahibeler, öğrenci kayıt defterlerini ayrıntılı tutuyorlardı. Öğrencilerin isimlerinin yanı sıra, adreslerini ve babalarının mesleklerini de yazıyorlardı. Veliler arasında ticaretle uğraşanlar, doktorlar, birkaç mühendis varsa da, üstünlük, mebus ve bakanlardaydı. 1926’da bu velilere biri daha eklendi: Ghazi Mustapha Kemal Pacha. Adresi; Angora, Tchan Kaya. Mesleği ise, President de la Republique Turque ve Reisicumhur Hazretleri diye geçiyordu.
Mustafa Kemal, manevi kızlarından Rukiye, Nebile ve Afet için Dame de Sion’u tercih etmişti. Birkaç yıl arayla okula giren bu hanımlardan hiçbiri okulda fazla kalmadı. Birer ikişer senede, Fransızca’yı öğrenip gittiler. Öğrenciler ve öğretmenler arasında Rukiye’nin bir keresinde izin almadan okuldan çıktığı, Mustafa Kemal’in ise Dolmabahçe’nin kapısından onu geri çevirip arabaya koyduğu gibi tekrar okula yolladığı anlatıldı uzun süre. Okulun bazı çocuklara sıkı gelen disiplini, en yüksek merci tarafından onaylanmış oluyordu.
ERKEKLER OKULA İLK KEZ O KONSERDE GİRDİ
Disiplin bu kadar üst düzeydeydi ama, zaman zaman rahibelerden öğrencilere jestler de olmuyor değildi.
Nuriye, okula 1950’de girmişti. 1960’ta mezun olmasına kadar geçen sürede, rahibe M.Solangia’nın müthiş bir şekilde değiştiğini görmüştü. İlk başta, başka okullarla voleybol oynanmasına bile izin vermeyen M.Solangia, günün birinde içinde "erkek" sözcüğünün geçtiği bir haberle geliyordu! Kızlarla erkeklerin yan yana geleceği, hatta dans edeceği bir ortama gönderiyordu kızlarını!
Bu özgürlük rüzgarından cesaret alan Nuriye ile arkadaşı Aynur, M.Solangia’ya kafalarındaki fikri açtılar. Yıllık çıkarmak istiyorlardı. Okul tarihinde ilk kez. M.Solangia, beklenmedik bir şekilde "peki" dedi.
Nuriye ve Aynur, yıllığa reklam aldılar ama yine de para yetmiyordu. Nuriye’nin aklına konser düzenleyip, gelirini de yıllık için kullanmak geldi. M. Solangia’ya durum şöyle izah edildi: "Küçük bir caz konseri düzenleyeceğiz." Masum bir yalandı bu. Caz değil de, rock’n roll olacaktı çünkü. O yıllarda verilen konserler, rahibelerin tüylerini diken diken edecek kadar hızlıydı. Nuriye, Aynur’un kovulabileceklerini söylediğini çok iyi hatırlıyor: "Erkut Taçkınlar o sene ilah gibi. Nerden bulduysak getirttik. Bir de Erkin Koray’ı çağırdık. Sonra çocuğun biri geldi, sunucusuz olmaz, dedi. Erkan Yolaç’mış. Konser günü, iki yüz elli bilet sattıysak, en az beş yüz kişi var. Duyan gelmiş. Sezen Cumhur Önal bile var! Rahibeler en önde oturuyorlar ve bir memnunlar ki, inanılır gibi değil. Ayağıyla tempo tutanlar, alkışlayanlar! Üstelik Erkan Yolaç açık saçık bir fıkra anlatmaya başladı. Sörler anlamadı herhalde, yoksa biz okuldan mezun olamazdık. Bu konserle erkekler ilk kez okula girmiş oldu."
27 MAYIS’TAN SONRA ÇOCUKLARI TESKİN ETTİ
Nuriye’nin tüm çabalarına rağmen o yıl, yıllık çıkamadı çünkü konserden çok kısa bir süre sonra 27 Mayıs’ta ihtilal oldu. 1961’de, hapisteki bir baba, Dame de Sion’da okuyan kızları Nilgün ve Sema’ya mektup yazıyordu: "Sema’cığım imtihanlarınız sözlü olduğuna göre çekingen olma. Cıvıl cıvıl konuş. Nilgün’cüğüm ben burada her gün Fatoş ile Güngörmüş’ü okuyor, seni hatırlıyorum. İnşallah seni bir gün dizlerime oturtarak o hikayeleri sana ben okurum."
Ama Sema ve Nilgün’ün babası, 27 Mayıs öncesinin Dışişleri Bakanı Hasan Polatkan, 1961-1962 eğitim döneminin ilk günü idam edildi. Okul idarecisi Meliha Hanım, hem Sema’yı hem diğer çocukların öfkelerini yatıştırmaya çalışıyordu: "Onları sevgiyle kucakladım, odama çektim, nasihat ettim. İsyanlarını bastırdım. İçlerinden biri askerlik hocasıyla tartışmıştı, onu yatıştırdım. Aynı öğrencinin sıra kapaklarının içi, cüzdanı, Adnan Menderes resimleriyle doluydu, onları kaldırttım. Bunlar genç, babaları hapiste, olur böyle şeyler diye düşündüm. Doğrusu, 27 Mayıs bayramlarına katılmaları için de zorlamadım."
ŞARKICI ADAMO’YU KARŞILAYAN İKİ RAHİBE
Dönem kısmen rahatlamış, sokaklarda yine eğlencelere tanık olunabiliyordu. Ama o gün Rahibe M.Marie-Berthe, tam anlamıyla burnundan soluyordu. Çünkü Hilton Oteli’nin müdüründen çok sert bir telefon almıştı:
"Şarkıcı Adamo’yu beklemek için kızlar Hilton’u işgal etmiş. Otelin müdürü, öğrencilerinizin gürültüsünden bıktım, diyor. Hilton’un bahçesine girince gördük bizimkileri. Bizi görür görmez, kayboldular. Adamcağız, fazla uzağa gitmiş olamazlar, Adamo gelmek üzere, dedi. Kızlar koltukların, ağaçların arkasına sinmiş, güya gizli gizli bizi seyrediyorlardı. Neyse, az sonra Adamo geldi. Böylece öğrencilerimizin yerine onu biz görmüş olduk! İki rahibe! Okula dönerken bir gülme tuttu ki..."
FİRKETE TOKALARLA PERMALI SAÇ DÜZLEŞTİRDİ
Sadece gülen rahibeler aklınıza gelmesin ama. 1978 yılında okula kaydını yaptıran Şebnem’in gözünden gitmeyen bir sahne var.
"Müdür Yardımcısı Gönül Hanım, bir keresinde bir arkadaşımızın permalı saçlarını hiç üşenmeden onlarca firkete toka ile tutturarak düzleştirdi! Sr. İsabelle ise bizim için tam bir sürprizdi. En büyük ısrarı, aksansız konuşmamız ve sıralarımızın aynı hizada olması içindi! Derse gelir gelmez ilk yaptığı hareket, en ön sırayı yerdeki karolardan birinin köşesini temel alarak yeniden yerleştirmek ve arkadaki tüm sıraların bu hizayı izlemelerini sağlamak olurdu."
SON SINIF KIZLARIN MAKAS ALDIĞI ERKEKLER
Ve en sonunda karma eğitim dönemi. 1995-1996 ders yılının sonunda, Gönül Hanım bütün okula duyurmuştu bir sonraki senenin büyük sürprizini: "Önümüzdeki yıl, okul erkek öğrenci de alacak!" Yıllardır bu bir efsane olarak konuşuluyordu ama ilk kez resmi ağızdan bir açıklama gelmişti. Gönül Hanım sebebini şöyle anlatıyordu; "Herkes merak ediyor; erkekleri niye aldık? İyi ki almışız. Kızlarımızın erkeklerle ilk olarak üniversitede karşılaşması hoş olmuyordu bir yerde. Beraber büyümek, karşı tarafı insan olarak tanımak daha iyi. Bunun dışında, kız okuluyuz diye bazı muhafazakár aileler kızlarını getirmeye başlamıştı." Okul açılıp da büyük kızlar erkekleri görünce o kadar şaşırmışlar ki, "Aaa! Erkek!" diye bağırmışlar. Ablalar çocukların yanaklarından makas alıyorlamış durmadan. Bu işe en çok, o zamanki kantinci Emin Bey sevinmiş, erkekler rejim yapmaz, diye!
BAŞRAHİBE M. M. GONZALES’İN GÜNLÜĞÜNDEN 31 MART VAKASI
Askerler, isyan bayrağını açmış, subaylarını kurşunluyorlar. Sadece Kanun-i Esasi’ye karşı savaşmalarını vaaz eden imamların sözünü dinliyorlar. Pera ve Galata’da mağazalar kapalı. Etrafımızda o kadar çok kışla var ki, Türk askerleri bizim binaya saldırmaya karar verirse, kendimizi savunmamız mümkün değil. Ama Türklerin şu an bizi düşünecek durumları yok. Çocukların yatakhanelerini avlu tarafına taşıdık. Bombalanırsak bunun bir işe yaraması hayal ama hiç olmazsa çocuklar geceleyin sokaktan gelen silah seslerini ve çığlıkları duymamış olurlar. (14 Nisan 1909)
RAHİBE M. M. AIMEE’NİN İSTANBUL İLE KARŞILAŞMASI
Sağımızda Boğaz, arkamızda Üsküdar. Gözlerimizi bu büyülü manzaradan ayıramıyorduk. Karalara bürünmüş rahibeleri gören Türklerin gözleri faltaşı gibi açılıyordu. Türk kadınları, yüzlerini beyaz peçeyle, sadece gözleri açıkta kalacak şekilde kapatıyorlar. Genellikle ayaklarında sarı potinler oluyor. Bazıları da tırnaklarını sarıya ya da yeşile boyamış, yalınayak dolaşıyorlar. (1876)