Güncelleme Tarihi:
Basın konferansının yapılacağı salona girdiÄŸimizde, bildiÄŸim tek ÅŸey, bu yılki takvimin Obama’nın da kampanyasını çekmiÅŸ Terry Richardson adında Amerikalı bir fotoÄŸrafçıya teslim edildiÄŸi, onun da fotoÄŸrafları Brezilya’nın kuÅŸ uçmaz kervan geçmez bir bölgesinde çektiÄŸiydi.Â
Aramızda yaklaşık 10 yıldır Pirelli takvimlerinin lansmanını izleyen kıdemli gazeteciler var. Onlar üç aşağı beş yukarı neyin nasıl gelişeceğini bildiklerinden sakin sakin bekliyor, ama hayatı boyunca efsanevi takvimin adını duyduğu halde bir kez olsun elinde tutamamış, tekini olsun duvarına asamamış biri olarak ben, nerede durmam neyi sormam gerektiğini bilmemenin sıkıntısıyla kıpır kıpır kıpırdanıyorum.
Derken, içeriye alkışlar eşliğinde, gençliğimin hippileriyle Indiana Jones karışımı biri girdi.
Kırmızı ekose oduncu gömleği, düştü düşecek bir jean, çene ortasına uzanan favoriler, gözde 70’lerden kalma bir gözlük ve elbette ayaklarda ‘cool’ olmanın alameti farikası beyaz Converse’ler.
Ve işte karşımızda New York doğumlu, Hollywood’da yetişme, eski rock’çı yeni fotoğrafçı ve de muhtemelen geleceğin sinemacısı Terry Richardson. Ah, unutmadan; yanında da her biri kendinden en az bir kafa uzun dört manken.
Soru-cevap faslına geçmeden takvimin çekiliş öyküsü diyebileceğim kısa bir film izliyoruz: 12 genç, güzel, çıplak kadın ve ortalarında şortuyla oradan oraya seğirten Terry Richardson. Bütün gövdesinin de silme dövme olduğunu böylelikle öğreniyoruz.
Özellikle moda fotoğrafçılarının çoğunun gay olmasını, fotoğrafı çekilecek kadınların kendilerini onların yanında daha rahat hissetmelerine bağlardım, değilmiş. Meğer gay, kadın ya da erkek fark etmiyormuş, fotoğraf sanatçısının bir mahareti nasıl baktığıysa diğer mahareti baktığıyla kurduğu ilişkiymiş.
Bakanla bakılan arasındaki ilişki ne kadar sahici ise ortaya çıkan iş de o kadar doğal, o kadar sahiciymiş. O kısa filmde de, sonradan karıştırdığımız takvimde de apaçık görülen şey bu.
Kızlar o kadar çıplak o kadar rahatlar ki, kendilerinden isteneni öylesine doğal bir biçimde yerine getiriyorlar ki, bir an bile kuşku duymaksızın suretlerini Terry’nin objektifine teslim ettikleri kesin.
Soru-cevap faslı, feminist olduğu her halinden belli Finlandiyalı kadın gazetecinin ortaya bomba gibi düşen sorusuyla başlıyor: Finli Terry’ye, çekimlerde bu kadar genç manken kullanmanın etik olup olmadığını soruyor.
Abesle iştigal: Moda dünyası böyle bir dünya.
Basın toplantısı bitiyor.
2010 Pirelli takvimine gelince... Açıkçası ben filmi takvimden daha çok beğendim. Ne yalan, Hollywood fırlaması Terry’den, daha az klişeye yer veren bir erotizm beklerdim.
Gelecek yıl gene Pirelli takvimi çıkacak, bu kez başka kızlarla başka bir fotoğrafçı çalışacak.
Ve Pirelli, takvimlerini birer şehir efsanesi haline getirdiği sürece dünya onu konuşacak.
Alkışlanmaz da ne yapılır?