Güncelleme Tarihi:
Spot
----
Onu her an, her yerde görebilirsiniz. Bir ünlünün cenasezinde en ön safta, bir nikah töreninde evlendirme memuru olarak, sabahın 6’sında eşorfmanıyla taksi duraklarını dolaşırken veya kiliselerde bir ayine katılırken... Siyaseti hayatının merkezi yapmış, hep burnunun dikine giden bir adam Mustafa Sarıgül. Nişantaşı’nı dünya markalarından biri haline getirmeye çalışırken Erzincan’ın Güngören Köyü’nde uğurb öcekleriyle yaptığı muhabbeti de hâlâ beyninin bir köşesinde taşıyor. Bu söyleşide onun insani yanını ne kadar eşelemek istesem de o devamlı politikacı kişiliğini ortaya koymaya çalıştı. Tatlı bir mücadele oldu aramızda. Okuyun bakalım kim kazanmış.
Yazı
----
Küçücük bir köyde kök salmış ‘sarıgül’ün, hayatındaki ilk dikeni neydi?
- 6 yaşına kadar babamı hiç görmedim. O para kazanmak için İstanbul’un yolunu tutmuş, ben ise Erzincan’ın Güngören Köyü’nde gurbetteki babamı özlüyordum. Ne zaman dağlarda elime bir uğur böceği konsa, üfleyip “Uç uğur böceği uç, babama selam söyle” diyerek haber gönderirdim ona.
Güvercin yok muydu sizin memlekette?
- (Gülüyor) Çocukluk işte, onların uğuruna ve babama benden haber götüreceğine inanırdım. Yalnız uğur böcekleri mi? O küçücük köyün üstünden haftada sadece bir gün uçak geçerdi. Ardından “Teyyare, teyyare babama selam söyle” diye ağlayarak bağırırdım. Sonra ilkokul 1. sınıfta dediler ki; “Baban seni İstanbul’a istiyor”...
Peder bey İstanbul’da ne iş yapıyordu?
- Mahmutpaşa’da bir handa, Gök Triko’da çalışıyordu. 35 yıl da Sait Çiftçi’nin şoförlüğünü yaptı. Neyse, aldım tahta bavulumu, katır sırtında nahiyeye indim. Oradan da ver elini 50 kilometre uzaktaki İliç’e... Bekle Allah bekle tren gelecek diye.
Kara tren gecikir, belki de hiç gelmez...
- Aynen öyle, zaten hâlâ en çok o türküyü duyduğumda ağlarım. Düşünsene kara tren gelsin diye 5-6 saat beklersin, sonra düdüğünü duyarsın, bir sevinç doğar içine. Oysa istasyonda sadece üç dakika durur tren, bindin bindin, binemedin gitti.
Babasını bu kadar özleyen çocuk kaçırmadı herhalde kara treni?
- Kaçırır mıyım? Hemen atladım, başladık yolculuğa. Babamı hayal ederken vardık Haydarpaşa’ya. Oradan da vapurla Karaköy.... Müthiş bir şeydi.
OKULDA YAĞMUR KOVASINI
BOŞALTMAKTAN DERS DİNLEYEMEZDİM
Kavuşmak müthiş de, bir yandan da tekrar okula yazılmanız lazım...
- Bak o konuda çok enteresan bir şey anlatayım. Seneler sonra İngiliz bir psikologla tanıştım. “Neden bu kadar agresifim, sinirliyim?” diye uzun uzun konuştuk. Sonunda adam her şeyi o kovaya bağladı.
Da Vinci’nin şifresi gibi valla... Hangi kovaya?
- Okuduğum sınıf bir barakaydı, yağmur yağdıkça çatı akardı. Çözümü de benim yanıma bir kova koymakta bulmuştu öğretmen, ne zaman dolarsa ben gidip boşaltacaktım. Ona bakmaktan dersleri takip edemiyordum.
Çin işkencesi gibi...
- Sorma... Şimdi düşünüyorum da o kova neden benim yanımdaydı, başkaları yok muydu? Neden onun yüzünden dersleri dinleyemedim? Bilinçaltıma öyle yer etmiş ki bu sorular, yıllar sonra “Benim yaşadıklarımı başkaları da yaşamasın” diye o barakadan sınıfı olan Şişli Talat Paşa İlköğretim Okulu’nu yıktım, 8 trilyon harcayarak bilgisayarlı, laboratuvarlı muhteşem bir bina yaptım.
Sadece okul değil, öğretmenlik de yapmışsınız bir ara...
- Öğretmen olur olmaz yaptığım ilk şey de çocukları dönüşümlü olarak oturtmaktı, bir hafta önde, bir hafta arkada. İlkokuldayken maddi durumuz kötü olduğu için hep en arka sırada oturmuştum.
Maddi durum diyorsunuz da hastalıktan olmasın o?
- Ee tabii arkada oturursan dersle ilgilenmezsin. Bir yandan “Ne zaman kova dolacak?” diye bekler, bir yandan da Teksas Tom Miks okurdum. Rodi’nin başına gelecekleri düşünürken gün biterdi. Tanır mısın Rodi’yi?
Tanımaz mıyım? Teksas’ın kankası... Başkan olduktan sonra okulları böylesine önemsemenizde herhalde bu yaşadıklarınızın büyük etkisi olsa gerek.
- Olmaz mı? “Devlet okullarını özel okulların ayarına getireceğim” diye kendime söz verdim ve başardım. Bu konuda beni destekleyen Metin Bostancıoğlu ve Hüseyin Çelik’e teşekkür borçluyum. Üstelik Hüseyin Bey, AK Partili olmasına rağmen hep benim önümü açtı.
Okulu hallettik, ya sinirler?
- İşte o konuda sınıfta kaldık, bir türlü üstesinden gelemedik. Öfke yönetimi ile ilgili dersler alıyorum ama nafile. Her şeyin en iyisini yapmak isteyince en ufak bir yanlışlığa bile acayip sinirleniyorum.
KAHVEDE OKEY OYNARKEN
BABAMDAN TOKADI YEDİM
Sizi daha fazla sinirlendirmeyelim, babanıza geri dönelim...
- Lakabı Şoför Hakkı Baba’ydı. O olmasaydı bugün çok farklı noktalara savrulurdum. Hiç unutmam, lisede İlerici Gençlik Derneği üyesiydim, okuldaki bir boykotta öğrenci lideri olarak konuşma yapacağım. Babam bunu duyunca...
Küplere mi bindi?
- Tam aksine, “Böyle siyaset yapılmaz, yapacaksan CHP’ye gireceksin” dedi ve elleriyle götürüp beni partiye kaydettirdi.
Yani CHP siyasi miras size...
- Hem de nasıl... Hiç unutmam, Ecevit genel başkan seçildiğinde hepimiz bayram yaparken, babam “İnönü’ye bu yapılır mı?” diye karalar bağlamıştı. Bir kere de kahvede yakalamıştı beni.
Nutuk atarken mi?
- Yok ,okey atarken (gülüyor). Bir gün ortaokuldaki arkadaşlarla okey oynuyorduk, babam birden kahveyi bastı, herkesin ortasında okkalı bir tokat... Nasıl kaçtığımı görmeliydin. Eve gittiğimizde öfkesi hâlâ dinmemişti. Elindeki şişeyi öyle bir fırlattı ki kesilen kolumdan her tarafa kanlar fışkırdı.. Haydaaa bu sefer de Şişli Etfal’e geldik, üç dikiş atıldı. Bu arada babam da bayılmış.
Kan mı tuttu?
- Yok, üzüntüden... Bana çok düşkündü. Sait Çiftçi Bey’in yanında çalışırken öğlenleri bir ara işten kaçar “Derslerimi mi yapıyorum, yoksa top mu oynuyorum?” diye okula beni kontrole gelirdi. O zamanlar hayalim antrenör olmaktı. Şişli Gençler Birliği’nde de sağ bektim.
METİN OKTAY’I OMUZLARDA
EVİNE KADAR TAŞIRDIK
Babanız sevmez miydi futbolu?
- Sevmez olur mu? Metin Oktay hayranı, hasta bir Galatasaraylı’ydı. Cumartesi günleri Ali Sami Yen’de üst üste iki maç oynanırdı. En ucuz yer olduğu için babamla açık trübünün alt duhuliyesine giderdik.
Gelsin tezahüratlar...
- (Gülüyor) Öyle coşkuluydu ki rahmetli, “Metin... Metin...” diye bağırıp yeri göğü inletirdi. Maçtan sonra hep birlikte Metin Oktay’ın çıkmasını bekleyip oturduğu apartmanına kadar omuzlarda taşırdık. Üstelik kral 5. katta oturuyordu.
Hasta Galasataraylılık da babadan kalma galiba...
- Babadan oğla geçti o. Parasızlıktan Ali Sami Yen’in önünde bekler, son 15 dakika kapılar açılınca maçı izleyebilirdim. Gün geldi maçları şeref tribününden izledim. Ama bütün bu tutkusuna rağmen babam futbolcu olmamı değil hep okumamı istedi.
Siz de onu kırmadınız?
- Bir evladın en büyük görevi babasına verdiği sözü tutmasıdır. Ben de Gençlik Kolları Başkanı’yken Konya Mühendislik Mimarlık Üniversitesi sınavını kazandım. Bölgenin milltvekili Abdurrahman Köseoğlu, babama “Sarıgül Konya’ya giderse iyi bir mimar olur ama Gençlik Kolları’nda siyasete devam ederse binlerce mühendise ekmek verebilir” dedi.
Peder beyin kararı ne oldu?
- Bana bıraktı, ben de ikincisini seçtim. Sonra da siyasetten uzaklaşmadan Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni bitirdim. Doğrusunu sorarsan siyasette babama daha büyük mutluluklar yaşatamadığım için çok üzgünüm (gözleri doluyor).
Babanız belki de o ilk tokatı atmasaydı...
- Orası öyle de, ilk tokatı ondan değil abimden yedim. Hayvanları bekleyip ahıra almam lazımdı, unutmuşum. Onlar da buğdayları yiyince tarlanın ortasında abimden feci bir dayak yedim.
Bir tokat da yıllar sonra Tokat’ta gelmiş, Namık Binbaşı’dan?
- Ooo, bunu kimse bilmez, sen nereden duydun? 83 yılında Tokat’ta askeriz, bir gece kebap yemek için kaçtık ama dönüşte yakalandık, enselenip içeri tıkıldık.
Üstelik Namık Binbaşı siyah kuşak kareteciymiş...
- Allah’tan o teknikleri kullanmadı da sadece bir tokatla geçiştirdi. Ama beni çok severdi.
12 EYLÜL’DE ÖLÜM
TEHDİDİ ALTINDAYDIK
12 Eylül’de ordunun elinden kolay kurtulamamışsınız...
- Bu tarih yüreğimi acıtıyor, konuşmak bile istemiyorum. 12 Eylül sadece takvimde yazılı bir gün değil. O günler bütünüyle kabustu. Gençlik Kolları Başkanı’ydım. Hangi güne, hangi saate kadar sağ kalacağın, hatta eve dönüp dönmeyeceğin bile belli değildi. Hepimiz ölüm tehdidi altındaydık. Dahası ev de güvenli değil. Annem, babam, yakınlarım endişe içindeydi.
Darbenin olduğu güne nasıl uyandınız?
- O dönem İETT Genel Müdürlüğü’nde Tayyip Bey’le altlı üstlü çalışıyorduk. Rahmetli eşimle Bursa’ya gidecekken, sabah 4’te Florya’daki evimizi askerler bastı, oradan alıp Şişli’deki evimize götürdüler. Önce amcamı aldılar içeriye. Çok büyük işkenceler gördü adam.
Sizi de aldılar mı?
- Hemen ertesi gün göz altına alındım. Ordu Komutanı İsmail Akansel Paşa’nın Erzincanlı olduğunu öğrenince karşısına çıkıp şak diye bir topuk selamı çaktım; “1956 İliç, Kuruçay, Erzincan, Mustafa Sarıgül, Emredin Komutanım”. CHP Şişli Gençlik Kolları Başkanı olduğumu duyunca “Utanmıyor musun bu işlerle uğraşmaya?” demez mi?
TAKSİM’DE ECEVİT’İN
MİLİTAN KORUMALIĞINI YAPTIM
Eyvah başlıyor “Darbe günlükleri”...
- Eyvah ki ne eyvah! Ben fiili değil ama soğuk işkence gördüm, çok ağır baskı yaptılar. Tabii bu işlerin bir de arka planı var, derin devlet meselesi... Darbenin ayak sesleri çok önceden duyulmaya başlamıştı.
Ne gibi?
- Mesela 1977 yılında Demirel çıktı, “Ecevit Taksim mitingine gitmesin, öldürülecek” dedi ama o bunlara inanmadı. Ben de o gece militan olarak Ecevit’in birebir korumalığını yapan 100 kişiden biriydim. İnşallah Türkiye bir daha bu günleri yaşamaz, askeri darbe lafının bile geçmemesi lazım insanların aklından.
Bugün durum zaten o noktada...
- Başbakan bu konuda ciddi adımlar attı ama Türkiye’de tam demokrasiden söz etmek için önce yargılamaların adil olması lazım. Yurtdışındaki gibi delilden suça giden yeni bir yasa gerekli, suçtan delile giderek adalet sağlanmaz.
Hiç mi doğru iş yapılmıyor memlekette?
- AKP mutlaka bazı doğru işler de yapıyor. Ama temelde çözülmesi gereken sorunlar hâlâ çözülmedi. Bizim hedefimiz Pakistan, İran, Mısır değil ki; Almanya’nın, İngiltere’nin önüne geçmemiz lazım. Ben iktidarların başarılı olmasını tek kıstasla ölçerim; markalarıyla. Bir ülke markalarıyla güç kazanır.
VİTALİ HAKKO “ZATEN SEN ÇİÇEKSİN” DEDİ
Sarıgül bir marka mı?
- Önemli olan “Ben markayım” demek değil yaptığın işle markalaşmaktır. Mesela neden İstanbul’a gelen turistlerin yüzde 90’ı Şişli’ye gidiyor, neden yeni yılda dünya New York, Paris ile birlikte Nişantaşı’nı konuşuyor?
Neden?
- Çünkü dünya markalarının toplandığı bir semt Nişantaşı. Benim gibi gecekondudan gelen bir belediye başkanının dünya markalarının mağaza açmak için yarıştığı bir yaşam alanı yaratması çok önemli. İlk günlerde hiçbir marka gelmek istemiyordu. Düşündüm, taşındım, o dönemin en büyük markası Vakko’yu getirmeye karar verdim. Vitali Bey’le görüşmek için Merter’deki ofisine gittim.
Vakko yok muydu daha önce Şişli’de?
- Bir kere denemiş ama tutmamış. “A be kuzum ben kesinlikle gelemem, çünkü orada battım” dedi. “Ne harç, ne iskan bedeli alacağım, mutlaka orada olmanızı istiyorum” dedim ama kesinlikle ikna edemedim. Hata bendeydi, pazartesi sabahı 10’da gitmiştim.
Pazartesi sendromuna mı tosladınız?
- Tabii canım. O günden sonra zabıtalara da “Pazartesi sabahları esnafa ceza kesmeyin, sadece günaydın deyip hayırlı işler dileyin” diye emir verdim. Derken Vitali Bey’i 10-15 gün sonra bir sergi açılışında yakaladım.
Aradaki buzları nasıl erittiniz?
- O gün biraz yumuşattım, ertesi gün de elimde sarı güllerle tekrar ziyaretine gittim. “Bunlara gerek yoktu. Sen zaten çiçeksin, güzel hatrın için bir eşarp mağazası açacağım” dedi. Bu gün 11 mağazası var Vakko’nun Nişantaşı’nda...
ETHEM SANCAK’A SEVGİ
VE SAYGILARIMI İLETİYORUM
“Tuttuğumu koparırım” diyorsunuz...
- Hep öyleydim. Düşünsene Türkiye’nin en genç milletvekillerinden biri olarak 31 yaşında Anayasa Mahkemesi’ne “Milletvekili adaylarını genel başkanlar seçmesin, ön seçimle gelsinler” diye müracaatta bulunduk. Teklifimiz kabul edildi ve tüm sistem değişti. Bizim bölgede 6 bin kişi oy kullanacak, CHP’den 1 kişi seçilecekti, o da ben oldum.
Şampiyon belli, ikinci kim?
- O günlerde bana ağır hakaretler eden; “Sarıgül sermayenin adamıdır, demokrat değildir” diye aleyhime kampanyalar düzenleyen Ethem Sancak’a buradan saygılarımı ve sevgilerimi iletiyorum.
İnşallah kabul eder saygı ve sevgilerinizi... Peki rakiplerinizi nasıl saf dışı bıraktınız?
- Bütün adaylar sırayla kürsüye çıkıp konuşuyor. En gençleriyim diye beni en sona bıraktılar, kürsüye çıkan da inmek bilmiyor. Ne nutuklar atılıyor bir görsen, iki saat bile konuşan var. Sıra bana gelince baktım millet yorgunluktan ölüyor, kürsü yerine bir iskemlenin üzerine çıktım, sadece iki dakika konuştum; “Milletvekili olmaya değil, sizin evladınız, gençlerin de abisi olmaya adayım” dedim.
MİLLETVEKİLİ OLDUĞUM
ZAMAN ÇEKYATTA YATIYORDUM
Sizinki de tam Aydın havası olmuş başkan..
- Çok içtendi ama söylediklerim. “Söz veriyorum. Ankara’ya geldiğiniz zaman artık otel odalarında yatmayacaksınız, sabah kahvaltıyı benim mütevazı evimde birlikte yapacağız” diye konuştum.
Onlar Ankara’ya geldiklerinde sizin evinizde kalacaklar da, siz İstanbul’da nerede kalıyorsunuz?
- İstanbul’da evim olmadığı için babamın Gayrettepe’deki evinde oğlum Emir ile birlikte salondaki çekyatta yatardık.
O iki dakikalık performans reklam kampanyanızın bir parçası mıydı?
- Ne kampanyası, ne reklamı? O zamanlar şimdiki gibi ajanslar falan da yok. Sloganı bile ben bulmuştum, “Bu gence oy verin!” o kadar. Altında neden oy vermeleri gerektiğini anlatan tek bir cümle bile yok.
Kızmayın ama siz de iyi şov yapıyorsunuz?
- Hayat herkesin görevleri ve rakiplerinin olduğu bir sahnedir ama burada sadece ürünlerin ve eserlerin varsa şov yapabilirsin. Yoksa kimse seni dikkate almaz. Ayrıca şov bu işin bir parçası olmasa sen benimle bu röportajı yapar mısın?
Peki birçok siyasetçi Twitter’da şov yaparken siz neden yapmıyorsunuz?
- Kendim tweet’lerimi yazacak vakit bulamadığım için, twitter kullanmayı bıraktım. Yandan değil candan olmam gerektiğine inandım her zaman.
BENİ DE TORUNUM YÖNETİYOR
Şovunuzun gelecek bölümünde bizi neler bekliyor olacak?
- Artık iktidardan başka hiçbir şey mutlu etmez beni ama yanlış anlama, kendimi değil düşüncelerimi iktidarda görmek istiyorum. (Mustafa Sarıgül tam siyasi bir söyleve başlamıştı ki aniden içeriye torunu Ayşe Naz girdi.) Türkiye’nin yönetimine talibim ama beni de yöneten biri var, torunum Ayşe Naz....
Ee dede olmak kolay değil...
- Bana dede demiyorlar ki... Sağ olsun gelinim Fatoş bana torpil yaptı. Babası Ali Altınbaş’a dede, bana ise büyükbaba dedirtiyor (gülüyor).
Büyükbabalar, dedeler kadar yaşlı olmuyor mu? Galiba yaşlanmaktan korkmaya başlamışsınız...
- Asla, tam aksine bir aile olmanın huzuru var içimde. Ayşe Naz ve Azra bende kalsınlar diye onlar için özel oda yaptırdım, haftanın üç günü bendeler. Onlar gelince ev cıvıl cıvıl, her köşe neşe kaynağı. Böyle bir şey anlatılamaz.
Onlara yemek yapıyor musunuz?
- Öğrencilik yıllarımda menemen yapmayı öğrenmiştim. Büyük bir kapta yapılıp ortaya konurdu, hepimiz ekmeği kocaman koparır kabın içine daldırırdık. Şimdi mesleğim gereği çok zamanım olmuyor ama Ömer ile her haftasonu baş başa kahvaltı ediyoruz. Zaten evlendikten sonra da onu yanıma alacağım.
Biraz despot bir babasınız galiba, ya Ömer bunu istemiyorsa?
- Hayır despot değil, demokrat bir babayım. Çocuklarıma karışmam ama gençlik rüzgârları içinde bazen göremeyebilecekleri şeyler olabilir. Baba olarak deneyiminizi burada kullanmak gerekir. Karışılacak alan var, karışılmayacak alan var.
GECELERİM ÇOK ZOR GEÇİYOR
Siz kapattınız mı aşk defterini?
- Kesinlikle... Bundan sonra evlenmeyi düşünmüyorum, ben halkım, çocuklarım ve torunlarımla evliyim.
Yapmayın, lafı bile var “Yalnızlık Allah’a mahsustur” diye...
- Valla gündüzler sorun olmuyor ama biraz haklısın galiba, gecelerim çok zor geçiyor. Eve girdikten sonra dakikaları sayar, kitap falan okuyup uyumaya çalışırım. Denk gelirse seyrettiğim diziler de var. Yalnızlığın kolay olduğunu söylemiyorum ama zaten hayatımın büyük bir bölümünü oğlum Emir’e vakfettim, o dokuz aylıkken annesi vefat etmişti.
O dönemler bitti, Emir kendi hayatını kurdu.
- Ama o dönemler dediğin gibi kolay bitmedi. Özellikle Emir liseye giderken çok zor zamanlar atlattık. Okuldaki veli toplantısına girerdim, bütün çocukların annesi gelmiş, tek erkek benim. Sonra da Ömer’i haftada bir okuldan alırdım. Emir hayatını kurdu, şimdi de sırada Ömer’im var, torunlar da cabası.
HER GÜN 5 KİLOMETRE KOŞARIM
O kadar zor zamanlar geçirmişsiniz ama siz hâlâ çok genç görünüyorsunuz. Nedir bunun sırrı?
- Sabah altıda kalkarım İzzet ve her gün 5 kilometre koşarım, 350 hareket yaparım. Öğlen 12 ile 1 arası mutlaka uyurum. Saat 8’den sonra hiçbir şey yemem, gece 11’de de yatarım.
Tam bir sporcu hayatı... Kıyafetler de hep jilet gibi maşallah.
- Zamanım olmadığı için Façonnable ve Edwards’dan arkadaşlar gelip kıyafetlerimi kombinlerler. Ne giyeceğimi önceden belirlerler. Kendim sakal traşı olamadığım için tek lüksüm 25 yıldır eve gelen berberim.
Sabahları taksi duraklarına eşorfmanla gitmeniz de markaların tavsiyesi mi?
- Sabahın 6’sında tabii ki eşofmanla dolaşacağım. Semti en iyi şoförler tanır. Ne de olsa baba mesleği... Hangi sokakta çukur var, kasis var, hepsini öğrenirim. Eğer taksici bir çukura düşerse senin hakkında iyi konuşmaz.
Taksicinin sizin hakkınızda iyi konuşmaması gerçekten umrunuzda mı yoksa siyasi bir hareket mi bu?
- Benim için insanların titri önemli değil. Şişli bir mozaik. Mesela camilere destek verdiğim kadar kilise ve sinagoglarımıza da aynı özeni gösterdim. Yönetici kadromda da bir Musevi, bir Ermeni arkadaşımız var. Ayrıca her cuma 350 kişilik bir grupla Eyüp Sultan’da dua okuruz.
Sizin yaptığınızı AK Partili bir başkan yapsa anında mimlenirdi...
- Benim için inanç Allah’a ulaşma yoludur, iktidara değil. Hiç kimse dini de, Atatürk’ü de siyasete bulaştırmamalı, istismar etmemeli. O zaman toplumsal ayrışma doğar. Arkadaşım camiye, cem evine veya kiliseye girerken parti rozetini çıkaracaksın. Herkes mutlu olmalı. İnsanları ötekileştirmenin alemi yok...
KAHVENİN TUVALETİNE
GİRİP AĞLADIM
Pat diye soracağım umarım sizi kızdırmam, Deniz Baykal ile hâlâ küs müsünüz?
- Yok konuşuyoruz, ama beni çok üzdü zamanında. En çok da ne zaman biliyor musun? Bir gün Elazığ’da halkın arasında yürüyoruz, önce bir kahvede konuşma yapacağım, sonra CHP İl Merkezi’ne gideceğiz, ama arkadaşlardan birinin suratı beş karış...
Felaket tellalı mı?
- Bir de ben yanımdakilere hep “Sahadayken moralimi bozacak şeyler söylemeyin” derim. Neyse girdik kahvede milletle tokalaşırken yanıma geldi “İl Başkanı parti binasının kapısını kilitledi ve gitti” dedi. Düşünsene kendi evine gidiyorsun, kapın kapalı...
Eee, siz ne yaptınız?
- Öyle bir moralim bozuldu ki kahvenin tuvaletine girip ağladığımı hatırlıyorum. Bu nasıl demokrasi, kapı neden kapalı? Arkadaşlar “Başkanım rahat olun, bu durumu lehimize çevireceğiz” dedi.
Kriz masası toplandı galiba...
- Doğru İl Merkezi’ne gittim; “Genel Merkez’in talimatiyla bu kapıyı yüzümüze kapatanlar, yarın halkın gücüyle açtırmaya mecbur olacaklar” dedim. Sarıgül, Deniz Bey’den kaçtı dedirtmem çünkü o bir tek Allah’tan korkar.
OBAMA’YI BOŞVER
SARIGÜL’E BAK
CHP’ye girmeye sıcak bakıyor musunuz? İstanbul Belediye Başkanı adayları arasında sizinle birlikte Akif Hamza Çebi, Gürsel Tekin, Haluk Koç’un adları geçiyor.
- Adaylık hiç kuşkusuz herkesin hakkı. Ancak bunları konuşmak için henüz erken, çünkü ben hâlâ Şişli’nin belediye başkanıyım. Hizmet yarışındayken adaylık yarışına girmem. Koltuk hırsım yok, hizmet hırsım var. Az önce dediğim gibi düşüncelerimin iktidar olmasını istiyorum. Bunu kim başaracaksa, onu desteklemeye hazırım.
Hep “Başbakan olmak için ABD’den icazet almak lazım” derler. Siz de Obama ile görüşmeye gidecekmişsiniz...
- Benim kimseye ihtiyacım yok, Obama’nın biri gider biri gelir, sen Obama’yı boşver de Sarıgül’e bak. Ama siyaset yapan herkesin dünya liderleriyle görüşmesi gerektiği de bir gerçek.
Bakıyorum dünya liderlerine bile kafa tutuyorsunuz, biraz egonuz şişik olabilir mi?
- Yok ya ben mütevazı bir insanım, kimseye de kin tutmam ama CHP kurultayında beni sıkıntıya sokanları kolay kolay affetmem mümkün değil.
Yazın Bodrum’dan dönerken duvarlara yazılmış “Çare Sarıgül” yazısı dikkatimi çekti. Yalnız Bodrum değil Türkiye’nin pek çok iline yayılmış durumda aynı slogan... “Çare Sarıgül” diyenlerin derdine çare olacak mı Sarıgül?
- Bir gün mutlaka Türkiye yollarına düşeceğim... Unutma, 70’li yıllarda Ecevit gençlerin dağlara taşlara yazdığı sloganlarla o koltuğa oturmuştu. Eğer halkım “Çare Sarıgül” diyorsa, günü geldiğinde ben de bu adımları atmak zorundayım.