Güncelleme Tarihi:
Akşamki sohbetten, bu gün hep eskilere gidiyor aklım.
Sabah, Beyoğlu’nda yürüyorum. Boğucu bir sıcak var ve rutubet... Araç beklerken bir çay içecek vaktim var, ama canım kafeleri çekmiyor, yan sokaklardan birine dalıyorum, tavla oynayan, nargile içen ‘marji’ gençlerin tenezzül etmediği salaş bir “kahvehane” buluyorum kendime.
Bir çay, hayır çoktan cigara yok ama Hürriyet var. “Eski adet” gereği, önce Güzin Abla okunacak, bir yandan kulağım yan masadaki altılı geyiğinde. Daha kanastacılar gelmemiş bu saatte. Yoldan tek tük geçenler var. Bir ara, birinin yolda durup bana baktığını hissediyorum, başımı kaldırıyorum, gencecik bir delikanlı. Metal gözlükleri, omuzuna kadar inmiş gür, kuzgun siyahı saçları, blucini, bol beyaz gömleği ve siyah-beyaz Adidas’larıyla 15-16 yaşlarında olmalı.
Çok tanıdık geliyor birden bana, o da durup büyülenmiş gibi bana bakıyor bir an. Yanında bir genç çocuk daha var, açık tenli, kestane saçlı, kolundan çekiyor onu, “Hadi oğlum, geç kaldık!” Fırlıyorum yerimden.
İstiklal Caddesi’ne iniyoruz. Sürekli korna çalan dolmuşlara, hınk hınk ilerleyen troleybüslere aldırmadan karşıya geçiyorlar, erotik sinema afişlerine gülerek Taksim’e çıkıyorlar. Hâlâ kara bir iskelet gibi duran İstanbul Kültür Sarayı’nın önünde bir müddet tartışıyorlar, sonra İnönü Gezisi’ni aşıp, Divan Oteli’nin altındaki Pub Divan’a giriyorlar, ben de peşlerinden.
Şnitsel ve birer kadeh kırmızı şarap söylüyorlar. Fısır fısır sohbet ediyorlar kızları süzerek.
Bir köşede dikilip seyrediyorum. Vestiyerin önünde duran Hürriyet’e takılıyor gözüm. “CENEVRE’deki politikamız : Ben senden daha sertim” diyor manşet. “Ford’un üvey oğlu, Amerika’nın yeni başkanı” diyor sürmanşet.
Aman Allah’ım! Tarihine bakıyorum Hürriyet’in: 10 Ağustos 1974 Cumartesi
Otuz yıl, tam 30 yıl !
*
Pub Divan’da çok kalmıyorlar, yine yola düşüyorlar. Ayaklarıma kara sular inmiş, “Bir taksiye binseler” diye dua ediyorum, ama yürüyorlar. Elmadağ’dan geçip Osmanbey’e çıkıyorlar hızlı hızlı.
Bir ara, kestane saçlısı diğerininin peşinden bağırıyor:
- Yavaş yürü be oğlum, kapıcı karıları gibi peşinden koşturma beni!
Osmanbey’de, Pizza Pino adlı bir pizzacıya girdikleri gibi çıkıyorlar, tanıdık var mı diye bakıyorlar belli. Sonra, karşı kaldırıma geçiyoruz Gençler’in hizasında. Bu seferki hedefimiz bir kafe, Cafe Bonjour yazıyor tabelasında.
Burada, kalabalık bir grup bekliyor onları. Bira, cin tonik, koka, yaşça büyük gösterenlerin elinde kapaklı Marlboro, gülüyorlar, şakalaşıyorlar, etrafa sataşıyorlar.
Uzakta bir masaya oturup, seyrediyorum onları.
- Buyrun? diyor garson.
- Bilmem! Hadi bir Icetea içeyim, limonlu olsun...
- Ays ne? Mönüdekilerin dışında bir şey yok abi bizde...
- Pardon pardon, unuttum, bir bira ver sen bana da...
Böyle geçiyor bu cumartesi günüm! Kestane saçlı delikanlı (adının Kemal olduğunu duyuyorum konuşmalardan) kızlı oğlanlı bir grupla ayrılıyor Bonjour’dan. Diğerleri kalıyor bir müddet daha. Sonra, kalabalık bir grup, güle oynaya Şişli’ye yürüyorlar, kuyruğa girip dolmuş bekliyorlar, hantal bir 54 Dodge’a tıkılıyorlar, şoförü gaza getirmek için “Ne kaçar abi bu araba, bakma sen yirmi yaşında olmasına, şoför bey istese uçar uçar...” diye makara yapıyorlar. Şişli-Kadıköy dolmuşu, yeni açılan köprüden 10 liraya geçiş, Kadıköy’den bir dolmuş daha...
Caddebostan’da bitiyor yolculuğumuz. Club 33 adlı bir diskotekte. “Birine mi bakmıştınız abi?” diye yolumu kesiyor kapıdaki zebella. Belli ki diskoya uygun değil artık yaşım. “Oğluma bir şey söyleyip hemen çıkacağım” diye yalan uyduruyorum.
İçerisi zifirî karanlık. Artık ayırt etmekte zorlanıyorum, zaten hepsi, floresan ışıkta parlasın diye, beyazlar içinde. Bir ara, bir köşede, benim uzun saçlı delikanlıyı görüyorum. Bir koltukta oturmuş, uzun kumral saçlı bir kız, başını göğsüne yaslamış. Benim delikanlı, güzel kızın elma kokan saçları ve müzikle sarhoş... Birbirimize muzip bir göz kıprıyoruz uzaktan...
Diana Ross ile Marvin Gaye’in sesi yükseliyor diskoda:
You are everything and everything is you
Dukaklarımda hüzünlü bir gülümseme, sokağa atıyorum kendimi.
*
Taksim Kuyu Sokak’ta, Dostlar Kahvesi’nin önünde buluyorum kendimi.
Bu arada, kara bulutlar inmiş, hüzün çökmüş şehrin üstüne, yağmur ha yağdı, ha yağacak, tek tük damlalar düşüyor gökyüzünden. Yanağımdan süzülen bir damlayı elimin tersiyle siliyorum.
Gazeteye dönmem lazım...