Oluşturulma Tarihi: Eylül 01, 2001 00:00
Yatakta iki ‘‘I’’ harfi gibi yan yana uzanmış, hayallerimizi konuşuyoruz.İlahi bir amacımız var:Gövdeyi uykuya yatırmak!Gövde uyuduğunda, ruhlar uyanırmış...Bu uyku işini çözemedim ben, takdir edersiniz ki, koyun saymak hiç de yaratıcı değil. Ama işte bazen, öptüğüm tüm erkekleri bir bir sayıp, sonra tekrar başa dönüp, onları boy sırasına koymak, sonra tekrar başa dönüp yaşlarına, burçlarına, ayak numaralarına göre kategorilere ayırmak... Sonra öpemediğim erkeklere yanmak... Ne yazık ki işe yaramıyor!Beni yine uyku tutmuyor.*Hayal paylaşmak, yeni numaram.Üstelik faydalı oluyor.Çünkü bazıları hayata geçirilebiliyor.*- Hadi söyle, nedir bugünlerdeki hayalin? diyor.- 1 erkek, 1 defter, 1 yıl! diyorum.- O ne demek? diyor.Yanımdaki ‘‘I’’ harfi birdenbire kollarını açıyor, ‘‘T’’ oluyor, fırsat bu fırsat, hemen kafamı ‘‘T’’nin beyaz kanatlarından birine gömüyorum, gayet rahatım, saçlarımı kulaklarımın arkasına atıyorum ve kocama, gecenin kör karanlığında, hayalimi izah etmeye çalışıyorum:- Ara verebilsem herşeye. 1 yıl boyunca. Bir yerlere kapansam ve ölene kadar kitap okusam. 32 yaşına geldim İskenderiye Dörtlüsü'nü yeni okuyorum. Daha sırada Avignon Beşlisi var. Ne ayıp, düşünsene, Justine gibi bir dolu şahane kitabı okuyamadan kuruyup gideceğim. Beynimde listesini yaptığım tonla kitap var. Ama işte bu yaşadığımız hayat, ruhları beslemeye uygun değil; olmuyor, okunamıyor. 60'ımdan sonra mı yalayıp yutacağım onları? Ne işime yarayacak öğrendiklerim? Oysa, 1 yılım olsa...- Peki o defter, o ne iş? diyor.- Okuduğum şeylerin altını çizmek yetmiyor. O sihirli cümleler, benzetmeler, imgeler kitapların içinde kalıyor, kaybolup gidiyor. Oysa, çıkarıp alasım geliyor onları. Benim olsunlar istiyorum. Gözümün önünde dursunlar. İşte şişman bir dolma kalemle hoşuma giden ne varsa, o defterin beyaz sayfalarına kaydetmeyi hayal ediyorum. İşini özenle yapmaya çalışırken dilini yandan hafif dışarıya çıkaran ilkokul çocukları gibi...Kocam sırtını duvara yaslıyor, o artık yatakta oturan bir ‘‘L’’. Kendince meselenin özüne geliyor, diyor ki:- Bu hayalde o erkeğin fonksiyonu ne olacak, ben onu anlamadım!Allahtan tehlikeli sularda gezindiğimi farketmeyecek kadar uykulu değilim. Kim güneşli havalarda, durup dururken boğulmak ister?- O benim zevklerimi anlayacak, onları benimle paylaşacak ve en önemlisi beni dinleyecek diyorum, galiba doğrulup o anda onu dudaklarından öpüyorum.*Keyfi yerine geliyor.Şüphe ve kıskançlık bulutları anında dağılıyor.- Ama ben seni dinlemekten sıkıldım! Şimdi sıra benim hayalimde diyor. Ve anlatmaya başlıyor:- Bir adaya gitmek istiyorum. Tropik olmayan, turistik olmayan. Zamanın durduğu bir yere. Dipfrizde unutulmuş pirzolalar gibi olsun. Gizli. İnsanlar ismini bile bilmesin. Beş bin saat uçak yolculuğu yapmayacağız, ayaklarımız beyaz pandispanyalar gibi şişmeyecek, ona göre. Yakın olacak, yakın! Jet lag istemiyorum, Japon turist istemiyorum. Hatta İngilizce bile konuşulmasın...- Ee sen de çok şey istiyorsun diyorum. Başka?- Televizyon olmasın, cep telefonu olmasın,
trafik olmasın, fazla araba olmasın. Yürüyeceğiz anasını satayım. Ayağımızda parmaktan geçme boktan terliklerimizle. Küçük yokuşlar olacak, tırmanacağız, gölgeli dar sokaklardan aydınlık meydanlara açılacağız. Makyaj yapmayacaksın, dip boyam geldi demiyeceksin, manikür, pedikür umrunda olmayacak, üzerinde uçuşan askılı bir elbise, bende kareli bir şort, belki kafamızda hasır şapkalar, aval aval dolanacağız. Öyle bir dokusu olacak ki adanın, bir gideni bir daha çağıracak. O güzel mimariden, birbirine geçen evlerden gözlerimizi alamayacağız, duvarlarına, taşlarına yeşil mavi pancurlarına dokunacağız...- Bir yere isimlerimizi de kazırız değil mi? Çocukken hiç yapmadım. Salaklık sandım, utandım. Şimdi çok pişmanım. Beni sevdiğini duvara yazan bir adam istiyorum.- O hayalindeki adam onu yapsın! Hani şu 1 yıllık olan! Ben öyle şeylerle uğraşamam. Ama güzel yemekler ısmarlarım. Sonra, suya dalar sana midye toplarım. Akşamları yeriz. Unutturma, şnorkel de alalım yanımıza...- İyi. Ne zaman gidiyoruz?- Nereye? Var mı ki öyle bir ada?*Vallahi var, billahi var.O gece birbirine geçmiş iki ‘‘C’’ gibi, karı koca, gövdelerimizi uykuya yatırdıktan sonra hangimizin ruhu Jules Verne'den Ayşe Yağcı'yla temasa geçti bilmiyorum.Ama... Ferdi programlar düzenlememesine rağmen Ayşe Yağcı yaptı bize bir kıyak.Dinledi, dinledi ve dedi ki:- Siz İl Postino (Postacı) filmindeki gibi bir yer tarif ediyorsunuz. Dur bir çek edeyim neresiymiş orası. İtalya'da bir yerlerde sanırım...Tabii insan yüz bulunca bokunu çıkarıyor.- Hani The Talented Mr. Ripley (Yetenekli Bay Ripley) filmi vardı ya, şahane bir yerde çekilmişti. Bir de oranın neresi olduğunu öğrenseniz...Bingo!Meğer ikisi de aynı yerde çekilmiş.Napoli yakınlarında mini minnacık, kimsenin adını bile bilmediği bir ada.Adı Procida.(Gerisi de yarına...)
button