Güncelleme Tarihi:
Öncelikle, Vile Urn nasıl bir araya geldi, grup üyeleri kimler ve isminizin anlamı, ardındaki hikâye nedir? Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz? Kısacası sizi biraz daha yakından tanıyalım!
Vile Urn aslında hep bir aradaydı. Sadece müzik yapmayı bırakmıştık ve bilgisayar oyunlarına dalmıştık. 2007'den 2012'ye kadar beraber bir sürü cover çaldık, hatta besteler de yaptık. O zamanlar Thrash Metal yapıyorduk ama farklı hayat planlarıyla dağıldık. Sonra Hyperfat isminde bir stüdyo açtık, farklı tarzlardaki birçok bağımsız sanatçıyı single, albüm kaydettik. Zaten Groovypedia da bizim stüdyoda yapılıyordu. Boş vakitlerimizde çıkan riffler hoşumuza giden parçalara dönüşmeye başladı. Aslında tekrar müzisyenlik planı yoktu fakat kayıt aralarında laf olsun diye açıp dinlettiğimiz kim varsa biraz gazladı. Ondan sonra telefonu kaldırıp birbirimizi aradık "Yeni grup, yeni proje ama direkt albüm yapıyoruz." Nasıl olacağını konuşmadık bile hemen toplandık, bakmışız albüm kaydediyoruz. Grubu kuran Özgür Atmaca hem gitarist hem de prodüktör koltuğunda. Ata Can Eras diğer gitarı üstlendi. Sinan Çelik bizimle, Buğrahan Eroğlu davulda. Mert Karabulut'tan önce Çağlayan Karagözler vokalleri ve lirikleri üstlenmişti şimdi teknik anlamda Çağlayan ile yolları ayırsak da hala Vile Urn’de, hatta arada sırada tekrar vokalde olacak. Sonra Mert Karabulut projeden bahsedilince severek aramızda katıldı. Herkesin emeğiyle parçalar olduğundan daha güzel bir hal aldı, üstüne beş parça daha yapıldı. Bu arada katkısı olan bir çok arkadaşımız var; Erhun Erdoğan, Atakan Kaytaz, Kubilay Kapsız, Ediz İre gibi. Hem müzikal hem teknik anlamda ailemizin birer parçası hepsi. Yaptığımız müziği açıkçası New Wave Of American Heavy Metal ya da Groove Metal olarak tanımlıyoruz.
Kendinizden bahsederken “Soğuk, sert, kaotik, sinirli ama gerçek” kelimelerini kullanıyorsunuz. Yaptığınız müzik mi bunu gerektiriyor hayat mı yoksa siz böyle insanlarsınız da sizden çıkan ses bu mu oluyor?
Birincisi; evet, metalin doğası bu. İkincisi ise biz depresiflikten çok sıkıldık. Yani içinde yaşadığımız coğrafya, ekonomik şartlar, eğitimden sağlığa, sosyal ve kültürel yaşam derken tüm bunlardan kaynaklı olumsuzluklar kişisel yaşamı da etkiliyor. İşler güzel gitmiyor ya da en azından biz böyle düşünüyoruz. Artık iyi bir haber almak zorlaştı, endişelerimiz arttı. E hal böyleyken zaten mutlu yaşayabilmek çok zor. Yukarıdaki kelimeleri kullanma sebebimiz, bu sıkıntıları aşmak için kibarlıktan ya da sonu gelmeyen siyaset konuşmalarından ziyade, kızgınlığa inanmamız. Çünkü o zaman üretiyoruz, iyi ya da kötü bir çözüm buluyoruz. Kızmadığımız zaman alışıyoruz, idare ediyoruz. Aslında Vile Urn’ün dediği "Az laf çok iş," oluyor. Bir de bunun yanı sıra mutsuzluğundan haz alan bir kısım insanlar var ve bu bize sinir bozucu geliyor. Dolayısıyla liriklerimize en çok bu tip konular yansıyor.
Yaptığınız müziğin Türkiye’de ciddi bir damarı var diyebiliriz ama sanki artık oralarda nabız pek de hızlı atmıyor. Üniversiteler de sizin için önemli bir mevzi ama hani ülkedeki en popüler tür diyemeyiz. Bu durum size nasıl hissettiriyor?
Aslında artık alıştık, kesinlikle en popüler tür değiliz. Artık sahneler o kadar dolu geçmiyor, zaten sadece metal değil genel olarak albümler satmıyor, iş biraz daha dijital pazara dönmeye başladı. Bizimle beraber çok güzel işler yapan abilerimiz, kardeşlerimiz var ve çok güzel takipçiler var ama genel olarak Türkiye'deki metal müzik severlerin gelenekçi olduklarını düşünüyoruz. Yani yeni bir şey keşfetmeyi çok istemiyoruz açıkçası. Bu gruplara da yansıyor çünkü metal dinlemeye gelen bir seyirci eşlik edebileceği bir şey duymak istiyor ve bunu sağlamak için popüler grupların müziklerini her hafta coverlamak zorunda. Dolayısıyla beste üretimi konusunda olması gereken hızda ilerleyemiyoruz. Biraz dinleyiciyi alıştırmalıyız "Acaba ne çalacaklar?’’ dedirtmeliyiz. Ne kaybedeceğiz, iki program yumurta yeriz üçüncüsünde "Bu nedir, nerden alıyoruz?" dedirtiriz. Ama bol beste, albüm, single, ep yapmamız gerekiyor ve eleştiri ile ezme kavramları daha iyi tartılmalı. Geri kalan da tamamen organizatörlerin elinde olan bir durum. Binlerce grup var, sadece onlardan oluşan ya da çoğunluğu onların oluşturduğu festivaller, etkinlikler düzenlenebilir. Ticari bakılıyor ve elbette haklılar ama bunu sağlamanın başka kolay bir yolu yok. Özellikle 2016 bu anlamda verimli geçti, hatta bir sürü yeni single, albüm, konser videoları ve yeni gruplar çıktı. Ronnin, Sabhankra, Killing, Orphanion, Valjeta, Arsnova, Sis, Kült, Sails Of Serenity, Katran Kabir bu işlere imza atan gruplardan sadece bazıları, daha neler var neler! Hepsinin bulunduğu bir festival düşünsenize içinde Doom, Death, Thrash, Metalcore, Senfonik, N.W.O.A.H.M vs. saymakla bitmez, her şey var. İnanıyoruz ki gayet verimli geçecektir.
Amerika ve Avrupa’da projeleriniz var. Nedir oralarda son durum ve gelecek planları hakkında birkaç ipucu verseniz?
Kesinlikle. Öncelikle Avrupa'da buradakinden çok daha fazla aktif grup ve aktif dinleyici olduğunu söylemek gerek. Daha fazla sahne imkanı tabii her grup gibi bizi de cezbediyor. Önümüzdeki yaz Avrupa'da küçük bir turne gerçekleştireceğiz. Sahnelerin görüntü ve ses kayıtları yapılacak, sonra bir canlı performans DVD’si haline getireceğiz ve takipçilerimizle paylaşacağız. 2018 baharında da Amerika hedefimiz var. Aynı şekilde albümümüz “Way Of The Voice” önümüzdeki baharda plak, CD ve aynı zamanda Itunes ve Spotify’da yer alacak. Bu yıl içersinde kesin olmamakla beraber iki tane tekli de paylaşabiliriz. Albümde yer alan iki parçayı, "Sledge" ve "Way Of The Voice"u, tansiyon ölçmek için geçenlerde Groovypedia’da canlı kaydedildi. Aşağı yukarı rotamızı biraz bu paylaştığımız canlı kayıtlar ile çizmeye başladık.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı