Güncelleme Tarihi:
Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’ndeki lisans eğitiminiz ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Konservatuarı’nda yüksek lisans yaptınız. Eğitim hayatınız kariyerinizi nasıl etkiledi?
Eğitim hayatım bana farklı disiplinler içinde nasıl ortak noktalar olduğunu gösterdi. Bu ortak noktalar sayesinde daha bütünsel bakma özelliğim gelişti. İlk önce insana daha bütün bir yapıda bakmayı öğrendim. İnsanı anlamadan kültürün anlaşılmayacağını anladım. Ayrıca akademik dünyanın son derece kuru analizlerle insandan uzaklaştığını görmeye başladım. Anlam ve insanın iç içe geçmediği analizlerin bizi hayattan kopardığına inanıyorum. Bu durum teori ve pratik arasında derin bir kopukluk yaratmakta. Eğitim hayatımda oluşan bu kopuklukları kariyerimde teker teker tamamlamak zorunda kaldım. Aslında akademik hayatımda oluşan kopuklukları akademik dünyanın araçlarını hayat sahasında kullanarak bir araya getirdim. Bu bağlamda Felsefenin hayatımdaki yeri büyüktür. Felsefenin yaratmış olduğu düşünsel esneklik farklı müzik kültürlerini kıyaslarken daha anlamlı bir resim oluşturmama yardımcı oldu.
Özellikle Ortaçağ boyunca hem batı hem doğu sanatında egemen olan ‘ters perspektif’ kavramının özellikle Batı’da bir aydınlanma hareketi olarak doğan Rönesans ile birlikte yok olduğu düşünülürse albüme verdiğiniz bu adı bir “modernizm” eleştirisi olarak kabul edebilir miyiz? Nedir ‘Reverse Perspective’in hikayesi?
Modern hayat formunun bağlı olduğu ve Rönesans döneminde Avrupa’ya hayat veren bakış açısının yani doğrusal ( linear) perspektifin endüstri devriminden sonra işlevini yitirmeye başladığını ve artık ihtiyaçlarımıza cevap veremediğini tam tersine bizi kısıtladığını düşünüyorum. Şu anda hayatımızda var olan birçok şeyi entelektüel ve günlük yaşamda ezbere yaptığımızı düşünüyorum. Artık işlevini yitirmiş bir yaklaşımı ezbere kullanınca ihtiyaçlarınızı karşılayamıyorsunuz. Bu yüzden baş etmek zorunda kaldığınız şey duygularınız oluyor. Öfke ve nefret çaresiz kalmış bireyin ilk duygusal refleksleri oluyor. Belki de günümüzün en önemli problemi duygularımızla başa çıkamama hali. Siz bir yandan günlük ve düşünsel yaşamınızı size rahatsızlık veren yapılar ile sürdürmeye kalkarken bir yandan duygusal terbiye edinmeniz şizofrenik bir hal yaratıyor. Ben zamanında işlevini yitirmiş olan tersten perspektifi bugün işlevini yitirmiş olan doğrusal perspektif yaklaşımına hapsolmuş bireyin bu durumu aşması için kullanmaya çalışıyorum. Tersten perspektif benim için mutlak bir değer değil nasıl zamanında her şey değişiyorsa bu yaklaşımda değişmiş. Tersten perspektif ile hayatı parçalı ve birbirinden kopuk formlar halinde ortaya koyan bir bakışı tersine çevirmek ve insan ile hayatı daha bütünsel bir formda görmeye çalıştım. Kullandığım teknik işin bahanesi oldu, niyetim daha önemli.
Albümdeki tüm beste ve düzenlemeler size ait ve beş eserin de kendine has bir doğası var, tıpkı caz gibi. Coğrafyalar arası bir hayat, sizi İbn Arabi’den Charlie Parker’a kadar etkilemiş görünüyor ama size ilham veren dinamikleri bir de sizden dinlemek isteriz.
Miles Davis bir röportajında” Charlie zaten öyle çalacaktı çünkü babası tap (ayak) dansçısıydı” cümlesi beni caz müziğinde başka bir boyuta taşıdı. O zamana kadar daha teknik baktığım ve efsane gördüğüm bir kişilik birden bana yakınlaştı ve arkadaşçasına bir paylaşım başladı. Charlie Parker’ın çaldığı melodiler daha anlamlı bir hale geldi ve benim için enformasyondan çok bana hayat veren bir yapı oluştu ve müziğime akmaya başladı. O yüzden ilk parçayı “Parker’s Tappings” ile Charlie Parker’ın babasına adamak istedim.
Kültür tarihinde ışık ve gölge arasındaki ilişki dünyaya yön veren kültür insanlarının en çok ilgilendiği konu olmuştur. Einstein’dan, Mimar Sinan’a, Leonardo Da Vinci’den İbn Arabi’ye bu konu hayatlarında çok önemli bir yer tutmuştur. Leonardo Da Vinci perspektif çalışmalarında ışık ve gölge arasındaki ilişki üzerine resimdeki objeyi çok daha canlı kurmanın yollarını aramış, Mimar Sinan form arayışında benzer bir yerde durmakta. Bu insanların ortak noktası bulundukları anı olabildiğince özümseyip o ana en uygun formu ortaya koymak ve hepimizi asırlarca tatmin edecek güzellikleri yakalamak olmuş. Fakat sanılanın aksine dış dünyalarında değil iç dünyalarında yapmışlar bu keşifleri sonra dünyaya yansıtmışlardır. Bu durumu en iyi özetleyen söz İbn Arabi’den gelmiş “İnsan ışık ve gölge arasındaki çizgidir” Bu ortak nokta beni hala çok etkilemekte, o yüzden albümde “Light & Shade” yani ışık ve gölge adlı bir parça olsun istedim.
Silent Steps (Sessiz Adımlar) yine modern hayatın hareket ve gürültüye bağlı yaşam şekline bir gönderme. Caz tarihinin en devrimsel parçalarından bir John Coltrane’in Giant Steps’tir. Bu parça sanılanın aksine devrimsel değil dönüşüm içeren bir parçadır. Kadim öğretilerin en sevdiğim ortak yaklaşımı dönüşümün daima sessiz ve yavaş olduğuna dair inançtır. Günümüz inovasyon odaklı ne olduğu belli olmayan bir ilerleme motivasyonuna açıkçası inanmıyorum. Kalıcı değişimlerin derinden ve sessiz olduğuna dair inancımı göstermek için ismi ‘Sessiz Adımlar’ olarak koymak istedim.
Sayısız konserler, workshoplar, resitallerin yanı sıra, Los Angeles’taki bir hapishanede mahkumlar için Türk müziği atölyesi de düzenlemiştiniz. Bu günlerden unutamadığınız bir anınız var mı?
Herhalde en unutamadığım Los Angeles’ta mahkumlar için olan atölye. Karşımda çok genç yaşlarda inanılmaz sert hayat tecrübeleri yaşamış insanlar vardı. Ve hala çok gençlerdi. Gardiyanlar herhangi bir olumsuz durum yaşanırsa bize koşmamız gereken koridoru gösteriyorlardı. Çok gerilmiştim. İlk grup geldiğinde karşımda birçok cinayet işlemiş 10-15 yaşlarında çocuklar vardı. Konuşmamı toparlamakta zorlanıyordum. İkinci grup 15-20 yaş aralığındaydı. Onlarla olan iletişimim daha rahat olmaya başladı. Hatta daha sonra birlikte kodeslerinde yemek yedik. En unutamadığım an ise oradan ayrılırken ismimi tezahür ederek beni alkışlamaları olmuştu. Birçok önemli yerde konser verdim. BBC Senfoni, Berlin Filarmoni konser salonları, Harvard ve UCLA gibi birçok yerde. Ama bu tecrübe ile kıyaslanmazlar.
Besteciliğinizin yanı sıra eğitimci kimliğinizle de öne çıkıyorsunuz. Berklee Müzik Okulu’ndan İTÜ MIAM’a kadar birçok önemli okulda eğitimine devam eden öğrencileriniz var. Hatta şu an Modern Müzik Akademisi’nin de direktörlüğünü üstleniyorsunuz. Bu eğitimci kimliğiniz üzerinden müzikle ilgilenen üniversite öğrencilerine tavsiyeleriniz neler olabilir?
Önce genel bir şey söylemek istiyorum. Günümüzde bir şeyin nasıl yapıldığından çok insanlar neyin yapıldığıyla ilgileniyor. O yüzden her alanda kalite düşüklüğü çok yüksek oranda. Gençlerde müziğe ilgi çok fazla, fakat belli bir süre sonra hayal kırıklığı yaşıyorlar. Hızlı bir şekilde ilerlemek istiyorlar bu olmayınca motivasyonlarını yitiriyorlar. Önce ne yaparlarsa yapsınlar yaptıkları işin keyfini çıkarmaya çalışsınlar. Sonra o keyif yapılan işe yansıyor ve yapılan işten size yansıyan keyif hayatınızı anlamlı ve değerli kılıyor.
Müzik için söyleyebileceğim en önemli şey; kim size armoni bilmen gerekiyor kim size nota bilmen gerekiyor, kim size şunu şöyle yapmazsan olmaz diyorsa o kişiden uzak dursunlar. Müzik sadece koşulsuz bir alanda varlığını sürdürür, bunu bilmeyen kişi müziği öğretemez. Koşulla öğretilen şeylerle sadece ses çıkar, müzik olmaz hayat olmaz…
Çok teşekkürler.
Röportaj: Özge Yağmur