Güncelleme Tarihi:
Bilenler çoğunluktadır elbette, ama Sofar’ın amacı ve Türkiye’ye geliş serüvenini kısaca anlatır mısınız?
2013 yılında bir trend danışmanlık şirketinde çalışıyordum, yaptığım şey dünyada ve Türkiye’de hem global hem yerel kullanıcı değişikliklerini, eğilimleri, trendleri analiz edip raporlamaktı. Bu sırada Sofar Sounds’u insanların müzik dinleme alışkanlıklarını değiştiren bir trend olarak keşfettim, hakkında projeyi tanıtan Türkçe bir makale yazdım. İçimden de “Keşke İstanbul’da da olsa” diye geçirdim fakat çok yoğun çalıştığım bir dönem olduğu için aktif bir şey yapmadım. Daha sonra şu an Londra’da yaşayan çok sevdiğim bir eski iş arkadaşım Sofar ekibini tanıdığını, benim de yazımı tesadüfen okuduğunu söyledi, ekiple tanışmak projeyi Türkiye’ye getirmek istediğimi söyledim ve olaylar gelişti. Ardından Sofar Sounds kurucularıyla aylarca gerçekleştirdiğimiz görüşmeler sonucunda Sofar İstanbul doğdu.
Sofar ismi ardında biliyoruz ki birçok değerli insan emek veriyor. Kimdir bu insanlar ve neler yaparlar?
Çok teşekkür ederiz. Ben içerik ve deneyim pazarlaması projeleri yazan bir pazarlama profesyoneliyim, reklamcılığın ardından Berklee’de Music Business okudum ama Türkiye’de müzik endüstrisi adına çalışacak bir alan bulamadığım için reklamcılığa devam ettim. Hayat garip işte benim karşıma bir müzik işi çıkardı ve şimdi kendime pazarlama profesyoneli dediğim kadar müzik endüstrisi profesyoneli de diyebiliyorum 3 yılın ardından. Ozan Sakin projenin benimle birlikte direktörlüğünü üstleniyor. Ozan da yıllarca dünyanın en büyük reklam ajansları ve markalarında dijital pazarlama alanında çalıştıktan sonra Sofar Sounds’a odaklanmaya başladı. Canberk Ulusan ve Buğra Sarıaltun yönetmenlerimiz, Anadolu Üniversitesi Sinema TV Bölümü mezunlarından görüntü ekibimiz ve birçok sinema ve reklam prodüksiyonu setinden geçmişlikleri var. Çağlar Coşkun mühendislik geçmişi olan bir hukukçu, müzik endüstrisinin Türkiye’deki mevcut halini düşünürsek Çağlar ekibimize yeni girmiş olsa da işin legal kısmında bizi çok besleyeceğine inanıyoruz, tabii ki işin yaratıcı ve organizasyonel kısmında da yer alıyor. Cihan Demiral fotoğrafçımız, deneyimli reklam yazarı Cihan aynı zamanda profesyonel bir belgesel fotoğrafçısı. Cihan İlhanlı da hem marküteri sanatçısı hem de profesyonel jonglör, yine ekibimizden. Mesut Yıldırım da ses mühendisimiz.
Sofar’ın düzenlendiği evler de bir tartışma konusu. Herkes ‘bize de gelse’ diyor. Evler neye göre seçiliyor ve o süreç nasıl işliyor?
Evlerinin salonlarını Sofar İstanbul’a açmak isteyenler salonlarının fotoğraflarını sofaristanbul@gmail.com adresine gönderiyor, daha sonra biz kendilerine dönüş sağlıyoruz. Ev için birkaç kriterimiz var, evin merkezi bir semtte olması, ev sahibinin komşularla iletişim sorumluluğunu alması, evin salonunun biraz büyükçe olması. Bu kadar.
Bir sürü alternatif grubun, solistin tanınmasında büyük rol oynayan bir organizasyon olarak, performans sergileyecek kişileri neye göre seçiyorsunuz
Bunun gerçekten iki kere iki dört gibi bir formülü yok. Hislerimize göre seçiyoruz. Müzisyenin kendi bestelerini çalması gerekiyor, cover yok Sofar’da. Ama bunun haricinde adı konmuş hiçbir kriter yok.
Başınıza gelen en büyük aksilik ne oldu. Mesela alt komşu gelip bu ne ses kardeşim dedi mi?
Komşularla neredeyse hiç sorun yaşamadık, ev sahipleri öyle bir ihtimal varsa bizi davet etmiyor zaten sanırım. En büyük aksilik geçtiğimiz yıl çok da kalabalık 3 grup ağırlayacağımız bir gün, tüm hazırlıklar bitip sabahtan beri yapılan soundcheckler sora erdikten sonra tam konser başlayacakken elektiklerin kesilmesi oldu. Gerçekten kabus gibi birkaç saatti. Konseri ertelemek zorunda kaldık, kapının önünde biriken dinleyici kitlesi etrafta zaman geçirmek durumunda kaldı, jenaratör aradık. Şehirde bir yerde miting olduğu için tamamı oradaymış bir süre bulamadık, falan derken bitmeyen bir geceydi. Jeneratör gelip 6. kattaki evin salonunun camından uzatılan kablo kapının önündeki kamyona bağlandığı saniye akşam 8’de elektrik geldi. Böyle de bir anımız var.
Sofar’ın çıkışına baktığımızda evlerin salonlarında gerçekleştirilmesi amacıyla unplug dediğimiz bir sistemle başlanmıştı. Yani akustik temelliydi. Ancak şimdi az da olsa gelen gruplar ufak sistemler kurup akustikten çıkabiliyorlar. Bu konsept değişikliğine izin verilmesinin sebebi nedir?
Aslında bizim başından beri akustik veya değil gibi bir ayrımımız hiç olmadı. İlk konserimizde de çok kalabalık grupları full set up ile ağırlamıştık. Bu öyle bir durum ki, biz ne kadar minimal ve doğal bir sistemle grubu ağırlamak istesek de, Sofar İstanbul’un ismi duyuldukça o videonun gruplar için kitlelere ulaşmak anlamında önemi daha da artıyor. Bu durum böyle olunca da müzisyen müziğini tam olarak kafasındaki gibi aktarmak istiyor ve full set up’la gelmek istiyor. Biz bunun bir ev konseri olduğunu ve imkânlarımızın aslında kısıtlı olduğunu, her şeyden öte evde yer olmadığını anlatsak da bu konuyu çözemiyoruz. Günün sonunda bizim için bütün mesele müzisyeni mutlu etmek ve o günün onun içine sinmesi olduğu için çaresiz kalıyoruz. Bu durum bundan ibaret yani, tercih değil zorunda kalma durumu.
Sofar İstanbul, en geniş kitleye hitap eden ve kısa sürede en çok büyüyen Sofar organizasyonu oldu. Sizce bunun sebebi ne?
Bunun yine adı konabilecek bir tarifi olmadığını düşünsem de şöyle birkaç ayrımdan bahsedebilirim. Öncelikle dünyada tüm Sofar’ları gönüllü bağımsız ekipler yürütüyor, bir şehirdeki ekip çok genç, öğrenci bir ekipten oluşabiliyorken, başka bir şehrin başında orta yaşlarında, bambaşka bir sektörde çalışan biri olabiliyor. Her ekibin ruhu ve iş yapış şekli farklı. O nedenle de biz ekip olarak yıllarımızı proje geliştirmeye, bir projenin sesini duyurmaya yani pazarlamaya verdiğimiz için avantajlıydık. Bir şeyi üretmek mesele ama onu doğru kitle ile buluşturabilmek de ayrı bir çaba. Bu avantajdı. Diğer yandan bazı ekipler, başvuran tüm müzisyenleri ağırlayabiliyor, biz ise bütün gücümüzü kürasyon yeteneğimizden alıyoruz. Bu en önemli sebep. İnsanlarda ‘Sofar İstanbul’dan kim çıkarsa çıksın iyi müzik yapıyordur’ algısı oluştukça biz farklı bir konuma oturmuş oluyoruz. Onun dışında İngilizce gibi dünyada sayısız yerde konuşulan bir dilden ayrı olarak biz Türkçe müzik videoları yayınladığımız için daha odaklı bir hedef kitlemiz var. İngilizce bir şarkıya dünyada sahip çıkacak insanı bulmak zor çünkü tüm dünya hedef kitle, Türkçe müzikte ise durum farklı, biz doğrudan Türklere konuşuyoruz.
Sofar İstanbul olarak artık daha çok talebe cevap vermek için farklı şehirlere de gitmeye başladınız. Bunun ne gibi zorlukları oluyor ve ileride Sofar Ankara, Sofar İzmir de görebilir miyiz?
En büyük zorluğu müzisyen bulamamak. Sofar Sounds’un tüm esprisi lokal bir müzisyenin sesini global arenada duyurmak, yani o şehrin kendi müzisyenini ağırlamak bizim derdimiz. Fakat başka şehirlere gittiğimizde o şehirden olup da kendi bestelerini yapan üstelik çok iyi müzik yapan müzisyenler bulamadığımızda bir şehre gidiyoruz ama müzisyenleri İstanbul’dan bizimle birlikte götürüyoruz. Bu bizi biraz üzüyor ama o şehirdeki Sofar’ı takip edip seven kitleyi mutlu ettiğimiz için biz de mutlu oluyoruz. Yakın zamanda yine Ankara, İzmir, Bursa, Antalya ayakları üzerine çalışacağız ama dediğimiz gibi o şehrin kendi müzisyenini bulamıyorsak bu bizim için bir zorluk.
Sofar yurt dışı menşeili bir organizasyon ve ister istemez ülkeden ülkeye farklılıklar bulunuyor. Sizin Sofar Türkiye için yabancı dostlarımızdan duyduğunuz en ilginç şey neydi?
272 Sofar Sounds şehri içinde ölçülebilir tüm kriterlere göre dünyanın en büyük Sofar’ı, Sofar İstanbul. Bu kriterler video izlenme sayısı, kayıtlı kullanıcı sayısı, konserlere başvuru sayısı, sosyal medya takipçi sayısı gibi kriterler olabiliyor. Dolayısıyla yabancılardan en çok duyduğumuz şey “Bunu nasıl yapıyorsunuz?” oluyor. İlginç mi bilmem ama bu sorunun yaygın olduğu kesin.
Londra’da kurulmuş en saf halinden İstanbul’a gelene kadar ufak da olsa temel şeylerde bir değişime uğradı mı?
Evet, tabii, Londra’da yolda birine çarpsanız yüzde 70 müzisyen ama burada kendi besteleri olan çok yetenekli müzisyenler bulmak o kadar da kolay değil, o yüzden her konserde 5 grup çalsın demelerine rağmen biz onu en başta ‘yapmayın etmeyin’ diyerek 3’e indirmiştik. Onun dışında yurtdışında konserler biletli yani ücretli, aynı zamanda içerde şapka gezdiriliyor bağış için. Bizde şapka gezdirme ve bağış kültürü açıkçası çok da yerleşmiş durumda olmadığı için daha yolun başında konserleri ücretsiz yaptık. Aslında bu komik ama değişime uğramayan yalnızca biziz. Sofar İstanbul dünyadaki 272 Sofar Sounds şehri içinde bugüne kadar evlerden çıkmayan tek şehir, biz 3 yıldır sadece ve sadece insanların evlerinde konserler yapıyoruz, kurallar konusunda çok katıyız. Yurt dışında bir kafede, bir bisiklet mağazasında, bir çiçekçide de Sofar’a katılabilirsiniz. Ama bize sorarsanız işin sırrı ve ruhu evlerde. Sofar zaten Songs From A Room demek.
Sofar’ın Türkiye ayağından beğenilip yurt dışında ilgi görmüş, ünlü olmuş kimse var mı?
Ünlü olmuş diyemeyiz ama Sofar İstanbul’un tüm müzisyenleri yabancı dinleyicilerden de ilgi görüyor. Her Youtube videosunun altında birkaç İngilizce yorumda “tek kelime anlamıyorum ama hayranıyım” yorumunu görebilirsiniz. Sofar’ın güçlü yanı aslında bu, müzisyenlerin bir video klibini global kanala yüklediğimiz için Barselona’dan, New York’tan, Jakarta’dan biri İstanbullu bir müzisyeni keşfedebiliyor.
Sosyal medyanın da Sofar’ın tanınmasında ciddi etkisi var. Size göre dijitalin hem müzik sanatı hem de sektörü açısından etkileri ne yönde?
Sosyal medyayı ilk günden beri aktif kullanıyoruz, çünkü bizim konserlerimize 50 kişi katılabiliyorsa videolar ile buluştuğumuz binlerce kişilik topluluk evlerinde bilgisayar başında oluyor. Biz onlarla birlikte bir dünya kuruyoruz. Müzisyenlerin artık Unkapanı’na ihtiyacı yok, kimilerinin kariyer planlamasına göre bir plak şirketine bile ihtiyacı olmayabiliyor, dijital dünyada mümkün olduğunda tüm müzik servislerinde var olmak ve sosyal medya araçlarını doğru şekilde kullanabilmek onların binlerce kişiyle buluşmasını sağlayabiliyor. Bu binlerce kişinin içinden yüzlerce kişi farklı zamanlarda farklı konserlerine giderek o müzisyenlerin ve grupların hayatlarına devam edebilmesine tek başına yeterli olabiliyor. Müzik endüstrisinde eğer milyarlarca izlenmeye veya dinlenmeye ulaşmıyorsanız dijital müzik servislerinden gelir elde etmek imkânsız, müzisyenler için albüm satışı da bir gelir kapısı değil, tek yol konser kaşelerinden para kazanıyor olmak. Eğer doğru kullanılırsa ve mümkünse belirlenmiş bir iletişim tonu ve stratejisi olursa dijital mecraların müzik dünyasındaki oyunculara katkısı sonsuz. Dolayısıyla bu konuyu bu kadar kısa anlatmak çok da mümkün değil ama özetle bu mecralar müzisyenin dolaylı değil doğrudan para kazanmasında büyük bir etken.
Sizin Sofar ile tanınmış ve ekipçe ilgiyle takip ettiğiniz kimler var?
Böyle sorulara “şimdi isim vermeyeyim” şeklinde yanıt vermeyi hiç sevmiyorum. Hep dediğim bir şey var Sofar İstanbul’da çalan her bir müzisyenin en büyük en birinci hayranı benim herhalde diye. Müzisyen seçimi ayağında ben çalıştığım için Sofar İstanbul’da çalmış bir müzisyeni öncesinde günlerce, gecelerce dinlemiş oluyorum. Önce hayran kalıyorum, sonra davet ediyoruz. Bugüne kadar müziğine çok büyük hayranlık duymadığım kimseyi ağırlamadık, bence tamamı inanılmaz dev yetenekler. Kişisel olarak cevaplamam gerekirse Merve Çalkan, Emre Akbay, Deniz Tekin, Simge Pınar, Hedonutopia, Suha, Can Güngör derim. Yönetmenimiz Canberk, Adamlar’ı çok seviyor. Cihan, Yolda’ya bayılıyor, Ozan Ah! Kosmos, Can Güngör, Emir Yargın ve Astrofella’yı çok seviyor. Bunlar bir an içinde düşünüp ekiptekilerin favorileri dediğimde aklıma gelenler. Yoksa elbette tüm müzisyenlerimizi ve yaptığımız işi ekipçe fazlasıyla seviyoruz.
Peki, henüz pek bilinmeyen ve sizin dikkate, takibe değer bulduğunuz genç izimler var mı?
Elektronik müzik severler için henüz yeni ağırladığımız hatta yeni bir oluşum sayılabilecek Tolerance Break’i ve yine akustik, güzel ses, iyi söz ve beste sevenler için Sinem Güngör’ü söylerim, yakında Sofar İstanbul videoları yayınlanır ama yakın geçmişin keşiflerinden.
Son olarak bu dergiyi eline alan, müzikle iyi kötü uğraşan ama bir adım ilerisi için harekete geçmeye çekinen üniversite öğrencilerine, onları motive edecek ve onları Sofar’a kazandırmaya teşvik edecek neler söylemek istersiniz?
Bir fikir bir evin salonundan çıkabiliyor ve dünyaya yayılabiliyor. Bir üniversite öğrencisi Anadolu’nun herhangi bir şehrinde odasında cep telefonu ve bir gitar ile kaydettiği müziği bize gönderiyor ve o kayıt milyonlarca kez izlenebiliyor. Kayıt kalitesi, ekipman vs. gibi konulara takılmadan mümkün olduğunca çok üretmelerini, onları ilk önce sevdikleriyle daha sonra müzik projeleriyle paylaşmalarını öneririm. Paylaşırken bunun takibini yapabilmeyi, kendi menajerleri olabilmeyi öğrenmeyi de yavaş yavaş geliştirmelerini söyleyebilirim. Artık doğru insanlarla buluşabilmek her zamankinden daha kolay, hiç yılmadan sizi anlayacak kişilere ulaşmaya çalışmaya devam edin, üretmeye devam edin, mutlaka yeteneğiniz daha çok insan kendini fark ettirecektir.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı