Güncelleme Tarihi:
Ülkemizde edebiyat meselesine kafa yoran birkaç insandan birisiniz. Açıkça soralım: Edebiyat nedir?
Edebiyat, bizim tek bir hayatımız varken birçok hayatı yaşamamızı sağlar. Okuduğumuz her metnin içinde yaşarız. O kurmaca, yazarlarınca yapılmış, yani gerçek olmayan hayatların gerçekten yaşandığına inanarak okuduğumuz hikâyeler, düpedüz büyüleyicidir. Sonra, bizim aynamızdır edebiyat. Onun karşısına geçerek hem kendimizle hem içinde bulunduğumuz hayatla yüzleşiriz. Okuduklarımız bazen bizi açığa düşürür, bilmediklerimizi yüzümüze vurur, bizi sınar, bazen de onlarda tam kendimizi görmenin hoşnutluğunu yaşatır. Sonra, bellektir edebiyat. Başka her şey unutulabilir ama edebiyat yüzlerce ve binlerce yıl boyunca tek sözcüğü değişmeden yaşarken, unutturulmak istenenleri sürekli hatırlatır. Her toplumun yaşayan belleğidir.
23 Nisan Dünya Kitap Günü var önümüzde. Kitap ile temelde iki şey yapılabilir: Okumak ve yazmak. Size hem bir okur hem de bir yazar olarak soralım: İnsan neden yazar, yazmalı ve neden okur, okumalı?
İnsan her şeyden önce, kendisine özgür bir kişilik kazanmak ve sonra da bir kimlik edinmek için okur. Kimileri bunu yazarak da tamamlar. Kendini ortalamanın içinden ayırmak için. Düşünme biçimi kazandırır edebiyat, başkalarının hayatını okuyarak hiç bilmediğimiz hayatları tanıyıp öğrenirken kendimizi da anlamaya başlarız. Okumak elbette yazmanın önünden gider. Dahası, yazmayı bırakabiliriz ya da ben bunu yapabilirim ama okumayı bırakamayız. Biz yazmasak da olur ama sayısız kitaptan ve onların içindeki dünyalardan yoksun kalmayı düşünemiyorum.
Siz ağırlıklı olarak en popüleri olarak kabul edilemeyecek “Eleştiri” türünde ürünler veriyorsunuz. Nasıl şekillendi bu tercih?
Sanırım düşünme biçimim, belki de mizacım beni baştan eleştiriye yöneltti. Düşünce kitaplarına yakın olmakla kalmayıp onları kedime göre yorumlayarak okuma, kendi düşüncelerimi oluşturma alışkanlığım, kendiliğinden eleştirinin içine çekti beni. Yoksa dediğiniz gibi, eleştiri karşılıksız, pek kimselerin ilgilenmediği bir tür. Öte yanda roman var, şiir var. Düşünce üretimine yabancı bir toplumda başka türlü olması da beklenemez.
Öğrencilik yıllarınız nasıldı? Yazarlığınızın veya eleştirmenliğinizin gelişi o yıllardan belli miydi? Hocalarınızı, arkadaşlarınızı sürekli eleştirir miydiniz mesela?
Edebiyat eleştirisiyle günlük hayattaki eleştiri birbirinden apayrı etkinlikler. Evet, şurada birleşiyor: Yaşadığımız her şeye karşı kendimize özgü bir bakış açısına sahip olmak ve eleştirel bakmak, çok önemlidir. Yani olaylara, durumlara, kişilere, nesnelere, ilişkilere, çatışmalara onları soyutlamalarla anlamaya çalışarak bakmak, sürekli yüksek nitelikli bir düşünme biçimi içinde bulunmak demektir. Çok ama çok önemlidir bu. İnsanın nitelikli bir kimlik edinmesi de budur zaten. Ne eskiden ne de şimdi, çevremi sürekli eleştiren birisi de hiç olmadım. Herkes ne olacağını kendisi bilir. Kaldı ki bizim öğrencilik yıllarımız bu kötücül ülkenin siyasal bakımdan en sert yıllarında, sosyalizm idealine bağlı geçti. Roman gibi yaşanan yıllardı o yıllar. Ve bizim kuşağımız bu ülkenin en çok baskı ve şiddet gören kuşağıydı. Gene de, iyi ki de o yılları yaşamışız derim. Bugünkü kişiliğimiz ve kimliğimiz o sert yıllar içinde oluştu.
Ülkemizin en önemli eleştirmenlerinden biri olarak sürpriz bir şekilde romanınızı Belki Sonra Başka Şeylerden de Konuşuruz’u yayınladınız. Kitabın yayınlandıktan sonraki yolculuğu nasıl gidiyor, nasıl eleştiriler alıyorsunuz? Bir eleştirmen olarak kendi romanınızın eleştirisini yazsanız neler yazardınız?
Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz, geride kalan on yedi kitaptan sonra yazılıp yayımlandı. Önceleri böyle bir düşüncem yoktu. Roman yazma düşüncesi bende son yıllarda oluşmaya başladı, uzun süre kafamda tarttıktan sonra karar verdim. Yazmak istediğim hayatlar da vardı. Sonra, roman da benim dünyama çok yakın geliyor. Öyküyle daha çok içli dışlı olmama rağmen, eskiden de, yazarsam roman yazarım, derdim. Sonunda bu romana çok çalıştım. Yayımlamak zorunda olmadığımı bilerek, iyi olduğunu önce kendim düşünürsem yayımlarım diye yazdım. Sonuçlarından hoşnutum. Bir dizi eleştiri yazısı yayımlandı, büyük çoğunluğu çok olumlu, aralarından bazıları çok da iyiydi. Benim de romanımla ilgili bir düşüncem ve değerlendirmem var elbette ama bunu anlatmak hem olanaksız hem de doğru olmaz. Şu anda önemli olan, yazmayı sürdürdüğüm ikinci romanım.
Notos, ülkemizdeki en köklü edebiyat dergilerinin başında geliyor. Memlekette her iş gibi dergicilik de gittikçe zorlaşan koşullarda yapılıyor. Dergiciliğin zorlukları, artık daha da zor olmasının sebepleri neler?
Bugün dergiciliğin en önemli zorluğu, ekonomik sorunları yenmek. Ekonomik sorunlar iki türlü: Birincisi, artık dergi çıkarmak çok pahalı bir iş, maliyetler çok yüksek. İkincisi de dergiyi ayakta tutmaya yetecek okur sayısını bulamamak. Bu iki sorunu çözemezseniz, derginin uzun ömürlü olma şansı yoktur. Dergicilik kitap yayıncılığından bambaşka bir iştir ve çok daha zordur. Notos’u yayımlamaya başlarken kendi dergicilik deneyimimize güveniyorduk. Dergiyi ayakta tutabilecek bir okur çevresini baştan kazanabileceğimizi görüyorduk. Asıl olarak da, ömrünün uzun olması için farklı bir dergi yapmamız gerektiğini biliyorduk. Kapağından içine, tasarımından içeriğine kadar, bizde alışılmış, geleneksel anlayıştaki edebiyat dergilerinden farklı bir dergi. Bunu kararlılıkla yapmaya çalıştık. Önceleri zor oldu, sonra karşılığını budu. Notos bugün en yaygın dağıtılan ve en çok okunan edebiyat dergisi. Ömrü uzun olsun. Bu nitelikleriyle genç dergiciler için de özel bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Notos’un en önemli sırrı, dergi için çok çalışılmasındadır.
Bir taraftan da OT, KAFA, Bavul gibi daha birçoklarını sıralayabileceğimiz dergiler çıkarılmaya başladı. Talep de görüyorlar. Sizin bu dergilerle ilgili görüşleriniz neler?
Bir modanın ürünleri olduklarını düşünüyorum. Popüler ilgilere karşılık veren, eklektik, özenle hazırlanmayan, tuhaf dünyaları olan, ünlülerle dolu, büyük yazarları çoğu kez vitrin olarak kullanan, çok satma kervanına katılarak dergicilik dünyasından kendilerine bir alan açmaya çalışan dergiler. Onlar da olacaktır elbette, niçin olmasınlar. Ama edebiyat dergileriyle onları yan yana düşünmüyorum. Ne yazık ki bazı kitapçılarda ve bir okur çevresinde, kötü olanın iyi olanı kovduğu bir dönem de böyle açıldı. Ama modalar gelir, geçer.
Notos bünyesinde Yaratıcı Yazarlık, Editörlük başta olmak üzere birçok atölyede meraklılarına dersler veriliyor. Mesela yazarlık öğrenilip öğretilebilecek bir şey midir? Bu derslerde temelde neler hedefleniyor ve gelenlerin seviyesi nasıl?
Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne çok önem veriyorum. Biz yazarlığı öğretmeye çalışmıyoruz. Yaratıcı yazıya giden yolları, yordamları göstermeye, sağlam ipuçlarını vermeye, kötü ve geçersiz alışkanların yerine doğru alışkanlıkları koymaya, bakış açılarını değiştirmeye çalışıyoruz. Bunlar oluyorsa, önemli bir işlevi oluyor demektir. Bir de, sanırım yaratıcı yazarlık atölyesini en ciddi ve disiplinli yapan yerlerden biridir Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi. Anlatım sorunları çözülmeden yayımlanmış onca roman, öykü kitabı varken, yaptığımız atölyenin çok özel bir yeri ve işlevi olduğunu düşünüyorum. Yaratıcı yazarlık atölyesi, eğer gerçekten yararlılığa dayanan, işini iyi yapanlar tarafından yapılıyorsa, yararlılığı tartışılmaz. Her yazarın içinden geçmesinde sonsuz yarar vardır. En iyisi bu soruyu Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne gelenlere sormaktır.
Dünyada da edebiyatın gidişatını yakından takip ediyorsunuz. Çağdaş edebiyatta yükselişte olan ve takibe değer, dediğiniz bir ülke var mı?
Daima ABD, Latin Amerika’daki genç yazarlar, Kuzey Avrupa, İskandinav ülkeleri
En beğendiğiniz üç yerli ve üç yabancı öykücü, romancı ve şair kimlerdir?
Şairler: Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Behçet Necatigil. Öykücüler: Sait Faik, Vüs’at O. Bener, Ferit Edgü. Romancılar: Yaşar Kemal, Yusuf Atılgan, Orhan Pamuk.
Üniversite öğrencileri muhakkak okumalı dediğiniz üç kitap hangisi?
Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (Hazırlayan: Memet Fuat), J.D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar, Ferit Edgü, Leş (Toplu Öyküler).
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı