Güncelleme Tarihi:
Edebiyatımızın bu kült romanı için yıllardır sinema uyarlaması yapılması konuşuluyorken, siz üstelik teknik olarak dünya standartlarını yakalayarak, bu yolculuğu tiyatro sahnesine taşıdınız. Bu ilham veren kararın hikayesini sizden dinleyerek başlayalım.
E.A: Kürk Mantolu Madonna edebiyatımızın en çok ilgi çeken ve en çok okunan eserleri arasında kuşkusuz çok özel bir yere sahip. Ancak eserin çoğunlukla iç seslerden ve durum betimlemelerinden oluşan formu geleneksel bir bakışla sahneye uyarlanmasında hayli güçlükler oluşturduğu da bir gerçektir. Belki de bu zorluk eserin bugüne kadar yönetmenler tarafından neden tercih edilmediğinin de sebeplerinden biridir. Bu çok bilinen kült esere yaklaşırken hem Sabahattin Ali’nin edebi dehasını hem de eserin okurda bıraktığı etkiyi maksimum düzeyde koruyan bir yaklaşım geliştirmek gerekiyordu. Buradaki çıkış noktam çağdaş tiyatronun yeniden estetize ettiği post dramaturjik yaklaşımlarla “hikaye etme” geleneğinin buluşma noktaları oldu. İlk fikirlerin kafamda filizlenişinden itibaren metnin sahnelenme ve uyarlama çalışmaları birbiriyle iç içe geçen uzun ve zorlu bir sürecin sonunda gerçekleşti. Şimdi baktığım yerden metnin ve sahne dilinin bir diğerini ötelemediği özgün bir yapı kurmayı başarabildiğimizi söyleyebilirim.
Türkiye okurunun başucu kitabını tiyatroya uyarlarken gelebilecek tepkileri de göz önüne almış olmalısınız. Bu tepkilerden biri de karakterlerin iç sesinin oldukça “dışa” yansımasıydı. Bu eleştirilere nasıl cevap vermek istersiniz?
E.A: Türkiye Tiyatrosu genellikle Batı’nın denenmiş ve başarı kazanmış eserlerinin dilimize çevrilerek yeniden sahnelenmiş eserlerinden oluşur. Eğer özgün ve denenmemiş bir yaratımın peşindeyseniz zaten riskleri de önemli ölçüde göze almışsınız demektir. Belki küçük bir salonda daha az seyirci öngörerek riskleri daha kabul edilebilir seviyede tutmak mümkündür. Ancak Kürk Mantolu Madonna için tasarladığım sahneleme biçimi bize adres olarak teknik olanakları bu yapıya uygun devasa salonları işaret etmekteydi, bu durum da göze aldığımız riskleri çoğalttı. Ancak sanatta değerli olan üretilenin yegane ve taklit olmamasıdır. Daha da önemlisi bir sanatçının ürettikleri aynı zamanda kimliğidir. Daha kolay ve garantili olanla “yaratma” eylemi zıt bir ilişki içindedir. Üzülerek belirtmeliyim ki günümüzde “sanat” ve “sanatçı” kavramları sebilhane bardağı gibi elden ele gezinip duruyor. Oysa benin için “gerçek sanat” öyle kolay sarf edilebilir bir sıfat değildir. Eleştirilmeyi ve hatta hırpalanmayı göze almadan sanat yapamazsınız.
"E.A: Üzülerek belirtmeliyim ki günümüzde “sanat” ve “sanatçı” kavramları sebilhane bardağı gibi elden ele gezinip duruyor. Oysa benin için “gerçek sanat” öyle kolay sarf edilebilir bir sıfat değildir. Eleştirilmeyi ve hatta hırpalanmayı göze almadan sanat yapamazsınız."
Geçen sezon Raif Efendi’ye hayat veren Menderes Samancılar’ın yerini siz aldınız, hatta böylece uyarlayıp yönettiğiniz oyuna ‘oyuncu kimliğinizle’ de dahil oldunuz. Fakat bu konuda bir açıklama yapılmadı. Merak edenler için sormak isteriz, bu değişikliğin sebebi neydi?
Bu, yapım ekibiyle Menderes Bey arasında daha hakim olunan bir konu. Çok fazla malumat sahibi olmadığımdan konunun muhatabı sayılmam. Bildiğim kadarıyla Menderes Bey’in yapımla bir sezonluk bir anlaşması vardı ve sezonu tamamladı.
"Raif Efendi” oldukça derin bir karakter. Ona hayat vermek nasıl bir duygu? Bu role hazırlanış sürecinizden bahsedebilir misiniz?
A.S: Dünya dışı bir duygu. Bugün belki Raif Efendi gibi insanlar çokça aramızda dolaşmakta. Ancak yaşadığı dönemde incelediğimizde kendisini dışa vuramamış, iç dünyasını yansıtamamış bir kişilik. I. Dünya Savaşı zamanı gençliğine denk geliyor. Çok zor zamanlar… Yaşıtları savaşmaya gidiyor, bir daha onları göremiyor. O ise herkesten gizli şiirler yazıyor, resim yapmak istiyor. Dönemin şartlarına tamamen zıt bir karakter. Bunları biraz birine anlatsa hemen dışlanıyor. Bunun için kendini özellikle dışa vurmuyor, içine kapanıyor. Sonrasında Maria Puder gibi bir dışavurumcu, dönemine meydan okumuş, cesur bir karakter ona her şeyi unutturuyor, hemen hemen hiç ekstra bir şey yapmadan, onun kendisi olmasını sağlıyor. Sonrasında yaşadığı toplumun gerçekleri yine onu içine çekiyor. Kısaca böyle biri Raif. Bir oyuncu olarak içine kapanık bir adamı canlandırmak beni zorladı. Sonuçta oyun oynarken içine kapanık birini dışa vurmak lazım.
Kürk Mantolu Madonna’yı sizin için özel yapan dinamikler nelerdir?
A.S: Bir kere, Sabahattin Ali. Söylememe gerek yok kendisi çok önemli bir yazar. İnsan ruhunu çok iyi anlatıyor. Bir de bildiğiniz üzere acıklı bir hayat hikayesi var. Ayrıca kitapları hala çok okunuyor. Genelde oyuna gelen seyirciler romanı okumuş olarak geliyor. Hepsinin kafasında bir Raif Efendi portresi var. Biz onlara kendi kafanızdaki karakterleri bir kenara koyun diyoruz ve kendi yorumumuzu koyuyoruz. Genelde de sağ olsunlar güzel yorumlar alıyoruz.
Diyalogu çok az olan bir kitabın tiyatro uyarlamasında kilit bir role, ‘anlatıcı’ karakterine hayat veriyorsunuz. Bu nedenle oyundaki yoğunluğu da doğrudan etkiler bir role sahipsiniz. Siz bu role nasıl hazırlandınız?
S.B: Teklif ilk geldiğinde yazarın Sabahattin Ali, eserin de Kürk Mantolu Madonna olması sebebiyle zaten çok heyecanlanmıştım. Ardından romanın Engin Alkan tarafından uyarlanıp ve onun tarafından yönetileceğini duyunca, anında Sabahattin Ali gözlüklerimi takıp hazırlanmaya başladım. Okul tadında müthiş bir prova sürecimiz oldu. Tüm ekipteki Sabahattin Ali'yi tanıma ve anlama heyecanı, ilk günden bu yana bizi birleştiren en güçlü bağ oldu. Can verdiğim “yazar” karakterinin romanda isminin geçmeyisi de Sabahattin Ali’nin kendisini yazarla özdeştirdiğine dair bir ipucu oldu. Oyunun sonuna kadar kullandığım o yuvarlak gözlüğü ve papyonu her oyunda gururla takıyorum.
Hikayeye dışarıdan baktığınızı düşünürsek, sizin en yakın hissettiğiniz karakter hangisiydi?
S.B: Bu sorunun cevabı gerçekten çok zor. Bütün karakterler o kadar derinlemesine işlenip samimi yazılmış ki romanı bitiren herkes şüphesiz tüm karakterleri çok yakından tanıdığı hissine kapılıyor. İlla tek bir karakter seçmem gerekirse o da sanırım 50 temsilin üzerine kendi karakterim yani “yazar” olurdu.
Dekordan kostüme, ışıktan müziğe kadar profesyonel bir teknik ekiple çalıştınız ve öyle görünüyor ki sıkı bir çalışma sürecinden geçtiniz. Bu bağlamda tiyatroyla ilgilenen üniversite öğrencilerine tavsiyeleriniz nedir?
E.A: Sahneye çıkmak, rol oynamak eğlencelidir. Bir kulisin sosyal dayanışması benzersiz bir deneyimdir, kabul. Ama tiyatroyla ilgilenmek aynı zamanda kendini ifade etmenin en özgür ve özgün yollarından biridir. Üniversite tiyatroları ve üniversitelerin tiyatro kulüpleri son yıllarda daha çok beğendikleri oyunların röprizlerini sahnelemekle uğraşıyorlar. Ya da bir çalıştırıcının vizyonuna endekslenmiş ne düşünsel ne de estetik bir önermesi olan, alelacele kotarılmış işlerle çok vakit harcıyorlar. Oysa üniversite tiyatroları fikir ve yaratının, itiraz ve onaylamanın en ateşli merkezlerinden biri olmalıdır. Dünyada bunun pek çok ciddi örneği var. Fazla uzağa gitmeye gerek de yok. Çok değil yirmi yıl önce bu ülkede öyle üniversite toplulukları vardı ki, belirledikleri sanatsal gündem, öneri ve sondajlarla sanata kılavuzluk ederlerdi.
A.S: Benim için tiyatroda en özel anlar provada yaşanır. Bir role hazırlanırken insan kendisine daha da yaklaşıyor. Kendi içinde keşifler yapıyor. Benim naçizane tavsiyem, provaların her anını son derece dikkatli dinlemeleri. Bütün varlıklarıyla orada olmaları. Provaya ne kadar özen gösterilirse oyun o kadar derin ve yaşayan bir olgu haline gelir. Çok çalışmak, oynayacağınız rolle yaşamak lazım.
S.B: Günümüzde her şeyde olduğu gibi sanatın da teknolojiden etkilenmesi ve yararlanması çok güzel. Bu durumun, üretimi zenginleştirdiğini düşünüyorum. Kürk Mantolu Madonna oyunumuzun seyirciye aktarımında da teknolojiden epey yararlandık. Anlatım tekniğimiz ve oyunculuk biçimimiz, daha önce bildiğimiz gördüğümüz oyunlardan daha farklı. Tiyatro okuyan arkadaşlarıma da her daim sahnede risk almaktan ç
ekinmeden, daha cesur ve iddialı olmalarını tavsiye ederim.
"A.S: Benim için tiyatroda en özel anlar provada yaşanır. Bir role hazırlanırken insan kendisine daha da yaklaşıyor. Kendi içinde keşifler yapıyor. Benim naçizane tavsiyem, provaların her anını son derece dikkatli dinlemeleri."
Son zamanlarda tiyatroya olan yoğun ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
E.A: Her insan düş görür. Onun düş görmesi bilinçaltında depolanan korkuları ve endişeleriyle, gerçekleşemeyen arzu ve ihtiyaçlarıyla baş edebilmesinin bir yoludur. Toplumlar da tiyatro yoluyla düş kurar. Kaos, baskılar ve karamsarlık tarih boyunca her zaman tiyatroyu yaşamsal kılmış, büyük ekonomik buhranlar, dünya savaşları ve sınıfsal travmalar her zamankinden daha yoğun bir arzuyla tiyatroyu göreve çağırmıştır.
A.S: Çok mutluyum. Hangi oyuncu arkadaşıma sorsam salonlar dolu. Bu tiyatroyla uğraşan her insanı mutlu eder. İnsanın emeğinin karşılık bulması çok hoş bir duygu. Seyircinin yoğun ilgisine teşekkür ediyorum.
S.B: Önceden ülkede tiyatro seyircisi çok az denirdi, seyirci koltukları boş kalırdı ama son 2-3 yıldır hemen hemen gittiğimiz her oyunda bilet bulmakta zorlanır olduk. Bizim oyun 50’den fazla temsil yaptı ve her oyun 1200 kişilik salon olmasına rağmen kapalı gişe oynadı. Bu güzel değişim bence hem tiyatronun zenginleşmesiyle hem de seyircinin bilinçlenmesiyle alakalı. Tiyatroya karşı önyargı kırılmaya başladı. İzleyicinin gerçekten keyifle izlediği oyunlar olduğu sürece o koltuklar hiçbir zaman boş kalmaz diye düşünüyorum.
Röportaj: Özge Yağmur