Güncelleme Tarihi:
Refik Anadol kimdir?
Refik Anadol 1985 yılında İstanbul’da doğdu. Onu, medya sanatçısı, yönetmen ve tasarımcı olarak tanımlamak mümkün. Los Angeles’ta yaşıyor. California Los Angeles Üniversitesi’nden Medya Sanatları, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden ise Görsel İletişim Tasarımı alanında yüksek lisansın yanı sıra en yüksek onur derecesiyle Fotoğraf ve Video lisans diplomalarına sahip olan Anadol, Antilop tasarım stüdyosunun ortağı ve yaratıcı yönetmeni.
Ülkemizde sanat alanında yetenekli insanların, senin geldiğin noktaya gelmesi pek de alışıldık bir durum değil. Senin yeteneğinin keşfi, onu geliştirme sürecin ve eğitimin nasıl bir seyir izledi?
Teşekkür ederim. Yaratıcı mecralara yönelik keşfim lise yıllarında başladı. Sonrasında Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde hem lisans hem de yüksek lisans yaparken tam olarak şekil aldı diyebilirim. Burada tabii ki değerli fakülte ve bölüm mezun/öğrencilerinin çok etkisi oldu. Aynı zamanda Avrupa’da yer alan birçok festival ve etkinliği takip ederek güncel akım ve onlara dair potansiyelleri keşfetme fırsatı buldum. Eğitim sürecinin doruk noktasına ise Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi’nde ikinci yüksek lisansımı yaptığım Design Media Arts Bölümü’nde ulaştım diyebilirim.
İsminin önünde medya sanatçısı, yönetmen ve tasarımcı gibi unvanlar var. Birçok projede yer aldın. Genel olarak sanatsal üretiminde neler yer alıyor, neler yaparsın?
Sanat üretimimde mimariyi kanvas, ışığı ve veriyi materyal olarak kullanıyorum. Bugüne baktığımızda kamusal alanın bizlere her gün ilham vermesi gerekirken; şu anda, bizler, bu alanda tam tersi bir gerçeklikle tasarlanmamış bir kaosun, yer edinme yarışının arasına sıkışmış bir haldeyiz. Bu duruma karşı geliştirdiğim projeler kimi zaman kalıcı bir dijital heykel çalışması olabiliyor kimi zaman filarmoni orkestrası ile eş zamanlı üretilen görsel/işitsel bir performans olabiliyor. Teknoloji, kullandığım üretim yöntemlerinin göbeğinde yer alıyor. Los Angeles’daki stüdyomda birçok takım arkadaşı ile çalışmayı prensip edindim. Böylelikle çok daha ileri gidebilmeyi, görülmemiş ve yapılmamışa dair bambaşka perspektif arayışını güçlendirmeyi başardım.
Üniversite yıllarında nasıldın? Şimdi seni farklı kılan şey o zamandan belli miydi? Hocaların, arkadaşların bu çocukta iş var der miydi senin için? Ayrıca senin yolundan ilerlemeyi hayal eden öğrencilere ne önerirsin?
Hep çok çalışıyordum. Hatta o kadar çok çalışıyordum ki, bir yerden sonra sosyalleşmenin bile zaman kaybı olduğunu düşünüyordum. Günlerin 24 saat olması bile bir sıkıntı olabiliyordu. Tabii sonradan bunun işkoliklikten öte bir tutku olduğunu fark ettim. Varlığına inandığım geleceğin eksiksiz bir şekilde var olabilmesi için kişisel gelişim ve üretimin hiç durmaması gerektiğini inanıyorum.
Amerika’da yaşıyorsun, nasıl karar verdin ve oraya yerleştin? İnternette dolaşan “Amerika’ya kısa yoldan gidiş” temalı reklamlardaki gibi bir reçeten var mı?
Kararımı İstanbul’da yüksek lisansımı bitirmeye yakınken verdim. Amerika konusunda kişisel olarak uzun süre araştırma yapmıştım ve özellikle kamusal alanda sanat üzerine bir tez ve teknolojik olarak imkanların ötesinde düşünebilmeyi öğrenmeyi istiyordum. Kısa gidiş yolunu bilmiyorum fakat geldikten sonra da hayat bir hayli macera dolu. Okuduğum okul, dünyanın farklı ülkeden en fazla öğrenci barındıran 4. okulu. 35.000 kişinin birbirinden farklı oluşu, çok kültürlülüğü müthiş bir deneyim. Bu deneyim kimileri için olumsuz da bitebiliyor. Evet Amerika rüyalar ülkesi fakat gördüğünüz rüyayı gerçekleştirmenizi de sizden bekliyor. İyi bir planınız yoksa kısa yoldan geri dönüşe hızlıca bakmak gerekebilir.
Kendini yakın hissettiğin ya da ilham aldığın sanatçılar var mı? Senin takip edilmesini tavsiye edeceğin kimler var?
Tabii. Uzun bir liste. Sol LeWitt, James Turrell, Andy Warhol, Ryoji Ikeda, Ryuichi Sakamoto, Alva Noto vb.
“Infinity Room” bir hayli ses getirdi. O projeden ve ilerleyen dönemle ilgili projelerinden bahseder misin?
Evet, hakikaten Infinity Room tahminimin çok ötesinde kişiye ulaştı. Proje zekanın bile yapay olabildiği bir gerçekliğin üzerimizdeki etkilerini ışık, zaman ve mekân ile kesiştiği noktayı inceliyor. Kavram olarak sonsuzluğu seçtiğim bu projede, çağdaş algoritmalar vasıtasıyla klasik düz sinema projeksiyon ekranını üç boyutlu kinetik ve arkitektonik bir görselleştirme uzamına dönüştürmek amacıyla söz konusu yanılgısal mekân altyapısını parçalarına ayırmaya ve izleme deneyiminin sınırlarını aşmaya yönelik radikal bir çaba sarf edildi. Bu proje, yapılan çalışmayı bedenden-ayrılmış tekno-ütopik bir fanteziye kaçış yolu olarak kullanmak yerine, bizim kendimizi ve çevremizi yeniden taze bir biçimde algılamamızı sağlayacak bir dönüş aracı olarak işlev görmeyi hedefliyor. Bunu sağlamak içinse, bizi alışkın olduğumuz algılarımızdan ve dünyada olmaya dair kültürel-açıdan-eğilimli varsayımlarımızdan geçici olarak uzaklaştırıyor. Yeni birçok proje geliyor. “21. yüzyılda kamusal alanda sanat ile nasıl hikayeler yaratabiliriz? En önemlisi ise kamusal alan sanatının zekâsı, hafızası ve kültürü olabilir miydi?” gibi sorulara cevap arayan projeler üzerinde çalışıyorum. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında, arama motorlarının duygu ve anılarımız dışında hemen her şeyi bildiği bir yüzyılda insan olabilme çabasını ilham edinen bir performans proje de geliyor.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı