Güncelleme Tarihi:
Arabesk şarkılar dinler, sokaklarda naralar atabilirim. Üstümde eski bir paltoyla en şık restoranlarda yemek yiyebilirim. Kime ne olurum, bana ne olursun. Şimdi o dilindeki bahaneleri yavaşça serbest bırak, bırak ki kurtulalım bu kalabalık kalıplardan.
Tüm bu olanlar ezber kirliliği. İçine doğduğumuz hayatlarımızda bize ezberletilenleri biliyoruz, görüyoruz, öyle yaşıyoruz. Hayatlarımızın her anında etkisini gösteren ezberlerimiz ilişkilerimizi de yönetiyor. Ben bu yazıyı yazmaya başlamadan biraz önce bir arkadaşım sordu; “Kadınlar evlenme teklifi eder mi?” Neden etmesin? Bir kadının bir erkeğin önünde diz çöküp, o ışıltılı kutudaki yüzüğü çıkarıp, “benimle evlenir misin?” dediğine şahit oldunuz mu hiç? Ben olmadım. Peki neden olmadım? Tamam kulağa biraz tuhaf geliyor ama neden olmadı?
Geleneklerimizi terk etmek zordur. Toprağa bağlı olmak gibi. Her sokağını bildiğimiz şehri terk edememek gibi. İlişkilerimizde de böyledir bu. Yeni insanlar tanımaya olan tembelliğimiz bildiklerimizden öteye götürmez bizi. Bu yüzden hep deriz ya “hep aynı şeyleri yaşıyorum!” Çünkü hep aynı, bildiğin gibi, hep ezberinde olanlar gibi insanlara gidiyorsun. Elinde olmadan yapıyorsun bunu.
NAFTALİN KOKULU TABULAR
Gelenekler bizim seçtiğimiz yaşamlar değildir fakat vazgeçmesi de kolay olmaz. Ailelerimizden, birlikte büyüdüklerimizden öğreniriz hayatı. Aşk, anne babalarımızda, sokaktaki abilerimizde ablalarımızda gördüğümüz şekliyledir ilk. Hafızamızda onlar vardır ilk. Büyümeye başladığımızda, öğrenmeyi sevdiğimizde, başka hayatlarla başka aşk şekilleriyle karşılaşırız. Ama ilk öğrendiklerimiz vicdanlarımızdır hep. Büyüklerimizin bize söyledikleri kalır kulaklarımızda. Dışına çıkmayı ihanet gibi sayarız. Dışına çıkmayı göze alamayız. Peki sen, hiç çıktın mı o kalıplardan dışarı? Baktın mı başka pencereden hiç? Tamam, hepimiz ezberleri bozsaydık dengeler değişirdi zaten. Birilerinin sabitte kalıp, bildiklerimizi bize hatırlatması gerekirdi. Çünkü biz bazen kapılıp gittiğimiz hayallerden geri döndüğümüzde, bıraktığımız gibi bulmak isteriz kendimizi. Hepimizin kendine sakladığı sığınakları vardır. Bunlar kimi zaman bir anneanne öğretisi, bir naftalin kokusu, bir eski hatıra defteridir. Kimi zaman da bir eski dost, bir eski aşktır. Çıkıp gitmeyi bu yüzden pek sevmeyiz.
"Tanıdık yüzlerde arıyoruz acının tarifini."
SEVİYORSAN GİT SÖYLE BENCE
İlk kim seni seviyorum, derse ilk o kaybedecek sanırız. Hadi söyle kurtul derler, yapamazsın. Yaşayacaklarını düşünürsün. “Yok ben yapamayacağım,” dersin. Oysaki söyle gitsin. Yanıl gitsin. Çıkar at şu üzerindeki ürkek kalıpları. Yaşa gitsin. Temkini elden bırakmadıkça bir şey olmaz sana. En fazla “hayır” der. Bir hayır önce dünyanın en korkunç cevabı, sonra senin hayatının en güzel özgürlüğü olur. “Oh be!” dersin, iyi ki söyledim.
Sevdiğin birine onu sevdiğini söylemek için neden bekler insan? Neyi bekler yani? Çünkü bizim tabularımız var. İlk adımı o atmalı. Hiç düşündün mü, hali yoktur belki? Belki onu oturduğun yerden çekip kaldıracak birine ihtiyacı vardır? Belki şu an hiç sırası değildir. Kim bilir? Ama sen söylemezsen gerçekten kim bilir?
Bildiğimiz şekliyle ilişki yaşama anlayışlarımız hep aynı yerden yanılmaya, hep aynı acıyı yaşamaya alıştırıyor bizi. İlişkilerinde hep aldatılıyorsan seçimlerine dön bir daha bak. İlişkilerinde hep yalana maruz kalıyorsan, ilişkiyi nasıl yaşadığına, yaşattığına bak. Sen nasıl istiyorsan öyle davranıyor aslında herkes. İzin verdiğin kadarıyla herkes hayatında. Bu duvarı sen yıkabilirsin ancak.
KURTAR KENDİNİ
İlişkilerimizin kurtarıcısı ancak biz olabiliriz. “Acaba şunu mu demek istedi?” sorularının cevabını kendi kafamızda bulmak yerine direkt olarak karşımızdakine sormalıyız. Sormadığımızda anlamlar yüklendikçe yüklenir. Yanlış anlamaktansa sor gitsin. Cevap seni tatmin etmezse bir daha sor. Ama ne cevap veriyorsa ona inanmakla başla. Yoksa kelimelere, kelimelerin bir araya gelip kurduğu cümlelere sonsuz anlamlar yükleyebiliriz. Bu gücümüz var, bunu çok güzel yapabiliriz ama gerek yok.
İlk defa seni sevmemiş olabilir. Bundan doğal ne var? Daha önce de sevmiştir, sevdim sanmıştır, günün sonunda aslında hiç sevmediğini anlamıştır. Biri “İlk defa bu kadar çok seviyorum!” dediğinde sorulan ilk soru; “Emin misin? Benden önce kimse olmadı yani?” Ne yaptın bu soruları sorarak?
Aşkı yaşamayı da yaşatmayı da unuttuk. Bir an önce tekrar hatırlamalı, bir bilene danışmalı, aşkı koyduğumuz kalıplardan çıkarıp, günün tadını çıkarmalıyız.
Kendine bir iyilik yap, sevdiğini de kendini de kurtar kalıplardan. Yık tabularını ve şimdi ne istiyorsan onu söyle, nasıl yaşamak istiyorsan oraya git.
Yazan: Tuğba Badal