Güncelleme Tarihi:
Sizi geniş kitleler Medcezir’le tanıdı. Ancak öncesi ve sonrasında birçok projeden de söz etmek mümkün. Oyunculuk kariyeriniz nasıl başladı, ne tip yollardan geçtiniz, nasıl bir hikayesi var bu sürecin?
Aslında kendimi oyunculuğun içinde buldum diyebilirim. Oyunculuk eğitimim yok. Üniversitede Medya İletişim Sistemleri, Master’da Sosyal Antropoloji okuyup yurtdışına çıktım. Dünyanın birçok yerini dolaştım, Kopenhag, Amsterdam ve New York'da yaşadım. New York Film Akademisi’nde senaryo eğitimi aldım. New York’dan döndüğümde kafamdaki tek şey romanımı bitirmek ve doktoramı vermekti. Bu süreç sırasında eski aile dostumuz Burhan (Öçal) abi “değişiklik olur” diye beni bir ajansa götürdü. Neden olmasın dedim. Beykent Üniversitesi’nde Sinema TV doktorası yaparken, Galip Derviş’in ilk bölümünde bir rol teklif edildi, eski bordo bereli bir suikastçıyı oynamam isteniyordu, ben de tek bölümlük bu işi kabul ettim.
Galip Derviş biter bitmez aynı cast direktörü yeni çekilecek iddialı başka bir iş için beni istedi. Teklif edilen rol; Kenan Koper adında iyi yürekli ve sevimli bir serseriydi. Kenan’ın çok sevilmesiyle benim de sektördeki yol haritam şekillenmiş oldu.
Oyunculuk öyle efsunlu bir meslek ki, hayatta yaşamanızın mümkün olmadığı veya düşük ihtimal olduğu şeyleri tecrübe ediyormuş gibi hissedebiliyorsunuz. Araba çalmayı hiç düşünmedim ama yapsaydım nasıl bir his olurdu artık biliyorum mesela. :)
Televizyonda görünür oldukça işin içine başka sorumluluklar da giriyor elbette. Bu anlamda “Burdur Gölü Kuruyor” projesinden söz etmek isteriz. Destek verdiğiniz bu sosyal sorumluluk projesini biraz anlatabilir misiniz?
Aslında ortada bir proje yok, hayatı gölün etrafında şekillenmiş Burdurluların başını çektiği ve bazı çevreci grupların sahip çıkmaya çalıştığı bir yok oluş hikâyesi bu daha çok. Ülkemizde son yıllarda hızla kaybedilen doğal zenginliklerimizden biri.
Yöre halkının yüzmeyi öğrendiği, gündelik yaşamına dahil ettiği ve büyük sevgi beslediği bir yer olmasının dışında türü yok olma tehlikesi altındaki dikkuyruk ördeklerinin çoğunluğu ve Aphanius Burduricus Balığı başta olmak üzere birçok endemik türün de yaşadığı, doğal bir değer bu göl. Ülkemizin 305 Önemli Doğa Alanı’ndan biri. Aynı Longoz ormanları, Halep ormanları ve deniz kaplumbağaları yumurtlama alanları gibi. Göl, tektonik kökenli bir havza gölü ve akarsular ile yeraltı sularıyla besleniyor. Bilim adamları gölün kurumasının ve tuz oranının büyük oranda artmasının sebebini, çok fazla miktarda su kullanımına bağlıyorlar. Bu abartılı su kullanımı yeraltı sularını da etkiliyor ve ilerde ciddi kuraklık yaşanmasına, mevsimlerin şiddetini artırmasına ve daha önce az görülen doğa olaylarının görülmeye başlamasına sebep olacak.
Su dünyadaki en önemli kaynaklardan biri, gün geçtikçe önemi artan bir güç de aynı zamanda. Ülkemizin nehir ve göl gibi kaynaklarına mutlaka sahip çıkması ve temizliklerini muhafaza etmesi gerekiyor. Burdur Gölü için yapılabilecekler en azından önümüzdeki yıllarda su kaybının mümkün olduğu kadar yavaşlatılmasını ve zaman kazanılmasını sağlayabilir.
Son dönemde televizyonun gücünün internete geçtiği bir süreç yaşanıyor. Sizin bu yeni gelişmelerle ilgili fikriniz nelerdir, bir internet projesinde görmek mümkün olacak mı sizi?
İnternet artık hayatımızın her noktasına nüfuz etti, insanlar banka işlemlerini de flörtleşmeyi de ürettiğimiz eserlerin sunumlarını da çoğunlukla “ağ” üzerinden yapar oldu. Önce IPTV ile hayatımıza giren internet yayıncılığı artık sadece ağda sunulan içeriklere de sahne olmaya başladı. Diziler söz konusu olunca bu işin piri Netflix ve Hulu gibi büyük ve hızlı medya servisleri. Yakın zamanda bunlara Amazon ve DC Universe eklendi, Disney+ için geri sayım sürerken, önümüzdeki sene Facebook ve Apple’ın da bir “akış” medya servisi başlatacağı konuşuluyor. Türkiye’de de BluTV ve PuhuTV gibi başarılı girişimler var.
Evet, RTÜK ağ kanallarına da el atmadan önce kullanılan temalar ve motifler olsun, hikâyecilik üslupları olsun, daha özgür ve heyecan verici bir ortam vardı ama bu kanallar bugün klasik televizyon kanallarına güçlü birer alternatif teşkil ediyorlar.
Hal böyleyken bir aktör olarak bu yeni platformları görmezden gelmenin anlamlı olacağını düşünmüyorum. Evet, bizim gibi ülkelerde hâlâ üzerinde üçgen dantel örtülerin olduğu emektar televizyonlar baş tacıdır, salonların baş köşesindedir ve bütün koltuk takımları televizyona dönüktür, o ekranda görünmenin halk üzerindeki etkisi bambaşkadır ama dönem -ağır ağır da olsa- değişiyor. Ve anlatılan hikâye güçlü olduğu sürece, benim için nerede yayınlandığının çok fazla bir önemi yok. Hatta, önümüzdeki yıllarda bu platformlarda geleneksel televizyon projelerine kıyasla daha orijinal içerikler göreceğimiz için, ben de işlerin bir parçası olmayı heyecanla bekliyorum.
“Evet, bizim gibi ülkelerde hâlâ üzerinde üçgen dantel örtülerin olduğu emektar televizyonlar baş tacıdır, salonların baş köşesindedir ve bütün koltuk takımları televizyona dönüktür, o ekranda görünmenin halk üzerindeki etkisi bambaşkadır ama dönem -ağır ağır da olsa- değişiyor.”
Sosyal medya ile aranız nasıl ve Vlogger, Blogger, Fenomen gibi yeni iş tanımlarıyla gösteri dünyasından kendine alan açan birçok yeni yüze bakışınızı merak ediyoruz, özetle dijitalleşmenin sektöre etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sosyal medya hayatımın, sıklıkla kullansam da ona hükmetmesine izin vermediğim bir parçası, hesaplarımı kendim yönetiyorum ve bu tür platformlarda kendimi ifade etmeyi seviyorum.
İnternetin hayatımıza entegre olmasıyla, haber veya içeriklerin analizini yapan ve onları filtreleyen iletişim “gözetçilerinin” gücünün azaldığını görüyoruz, bu durum gözetilmeyen bir bilgi selini doğurdu, filtrelemede elenebilecek iyi içeriklerin önünü açtığı gibi, ondan daha fazla dezenformasyon ve düşük kaliteli, rahatsız edici, içi boş içerik de kendine yer buldu. Blogger’ların -bir noktada edebiyatla temas ettiğinden olsa gerek- genellikle daha çok kaliteli içerik ürettiğini, Vlogger’larla birlikte kendilerine seyahat, kişisel bakım veya teknoloji çeşitli uzmanlık alanları yarattığını gözlemliyoruz ama yüksek kaliteli ve bilgilendirici paylaşımlar yapanları hariç, “fenomenliği” bunlardan ayrı tutuyorum.
Fenomenler dünya çapında sansasyonlar veya komik olaylarla gündeme gelen, bunun sonucunda bir anda çoğalan ve genellikle uzun süreli olmayan bir izleyici kitlesi edinen bireylerden oluşuyor. Bir nevi Warhol’un on beş dakikası için hayatımızda varlar. Bu kitle ve onların dikkati internet zamanına göre var olduğu için sıklıkla ortaya çıkıp kaybolan insanlar ve onları ortaya çıkaran garip olaylar silsilesi olarak hayatımızda yer eder oldular. İyi ve dolu içerik üretiyorlar mı? Şayet öyleyse nasıl ortaya çıktıklarının bir önemi yok. Batı ülkelerinde bu kişiler sahip oldukları bu ani ilgiyi, gelir getiren (ama iyi, ama kötü) bir personaya veya daha akıllı izleyiciler tarafından zekice üretilmiş “memlere” dönüştür(ül)mekte vakit kaybetmiyorlar ama bizim gibi ülkelerde kısa videolarda yapılan ucuz komikliklerden öteye gitmekte genellikle güçlük çekiyorlar. Bunu başaranlar ise zaten artık fenomenlikten çıkıp, “içerik üreticisi” konumuna geçiyorlar.
“Oyunculuğu para, şöhret veya karşı cinsi kolay etkilemek için istemeyin, oyunculuk sanat yapmaktır, sandığınızdan zorlu bir iştir, ciddi anlamda disiplin ister. Mutlaka prensipleriniz olsun.”
Yakında Gölgedeki Adam isimli kitabınız çıkacak, bize kitap hakkında bilgi vermek ister misiniz?
Gölgedeki Adam, Lost Library ile başlayan ve farklı mecra ve dergilerde devam eden, editör köşemin adı. Köşede 98 yılından başlayarak dünyanın dört bir yanında başımdan geçen eğlenceli, hüzünlü ve tuhaf olayları yazdım. Yazıların her biri bir ila beş sayfa arasında değişen uzunluklara sahip.
Birkaç yıl önce onları District Noir adında bir blogda toplamıştım, yeni okumaya başlayanlarla eski LL okuyucuları sık sık kitap olarak basmam için bana mail atıyorlardı, geçen yıl doktoramı bitirince kendime proje olarak Gölgedeki Adam’ı derlemeyi seçtim, ilk yazımın basıldığı 1997’den bu yana tam yirmi yıl geçmişti, ben de yazarlığımın yirminci yılını bunca seneye şahitlik etmiş bir kitapla kutlamak istedim. Yazıları yitip gittikleri yerlere ulaşıp bulmak çok zor oldu ama birkaç tanesi dışında hepsini sanırım kurtardım. Yazılara aşina olanlar biliyor, ilginç bir kitap okuyacaklar.
Oyunculuk birçok gencin hayali. Buradan onlara neler önerirsiniz?
Sık sık bana sorulan bir soru bu, verdiğim cevap hiç değişmiyor, kendinizi hazır hissetmeden atılacak şey değil. Üniversiteyi bitirmek, gereken karakterin oluşma sürecini tamamlamak açısından önemli, şüphesiz sektörün çocuk oyunculara da ihtiyacı var ama bu ebeveynlerin düşünmesi gereken bir şey. Şayet çocuğunuz şov dünyasıyla başa çıkabilecek zihinsel noktaya ve/veya yaşa gelmemişse bu baba veya anneler olarak onların görevi.
Oyunculuğu para, şöhret veya karşı cinsi kolay etkilemek için istemeyin, oyunculuk sanat yapmaktır, sandığınızdan zorlu bir iştir, ciddi anlamda disiplin ister. Mutlaka prensipleriniz olsun. Aktörler her şeyi yapar diye bir kaide yoktur, her rol için uygun oyuncu bulunur ama prensipleriniz ve seçimleriniz yüzünden daha az çalışmayı göze almalısınız. Bir noktada binlerce, hatta belki milyonlarca insana örnek olacağınızı unutmayın. Büyük çoğunluğu sizi oynadığınız karakterlerle bütünleştirmiş olacak, sizi gerçekten tanıyanların sayısı çok az olacak, ama zaten herkes için bu böyledir. Yaşadığınız kültüre, topluma geri vermek zorundasınız. İyiyi, doğruyu, gerçeği söylemekle yükümlüsünüz.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı