Güncelleme Tarihi:
Biriniz İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü, biriniz ise İstanbul Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü’nde eğitim alıyorsunuz. Aldığınız eğitimin kariyerinize etkilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Caner Şahin: Eğitimimin önemli etkisi olduğunu düşünüyorum. Yeteneğinizin olup olmadığı bile doğru ve size uygun bir eğitimle belli oluyor bence. Konservatuvara girmeden önce bazı oyunculuk kurslarına gitmiştim ve sınıfımın nerdeyse en kötüsüydüm. Dönüp baktığımda görüyorum ki bende değilmiş sıkıntı, oralarda verilen eğitim bana uymamış. Hocanızın kim olduğu çok önemli. Konservatuvardayken hocam Aslı Yılmaz’dan çok şey öğrendim, hala da öğreniyorum.
Yiğit Ege Yazar: Ben üniversiteyi ve setleri (kariyeri böyle özetlemem daha doğru olur diye düşündüm) birlikte ilerleyen ve birbirini tamamlayan öğeler olarak görüyorum. Üniversitede ilk senem, yani yeniyim ve kariyerime nasıl bir etkisi olduğunu söylemek için erken olur fakat okuduğum üniversitede yönetimimizden ve çevremden güzel bir destek alıyorum. Üniversite ilk senesinde dahi bana birçok yenilik kattı diyebilirim ki bu dediğim sadece alan dersleriyle sınırlı değil. Ama dersler dışında bir destek görüyor olmak manevi açıdan benim için daha değerli sonuçta üniversite sadece derslere girip çıktığınız bir yer olmamalıdır, değil mi?
İkiniz de üniversite hayatınız devam ederken atıldınız sektöre. Hem okul hem çalışma koşulları oldukça ağır olabilen dizi setlerini aynı anda yürütmek zor olmadı mı? Avantajları ve dezavantajları nelerdi bu durumun?
C.Ş: Bende okul ve set birlikte olmadı hiç. Son sınıfıma kadar eğitimime odaklandım kendimi geliştirmeye çalıştım ki hala devam ediyor bu süreç. İlk dizim Babam ve Ailesi’ne ise okul bittikten birkaç ay sonra başladım.
Y.E.Y: Aynı anda yürütmenin zorluğundan çok insanın birçok işi aynı anda kafasında düşünmeye çalışması bazen zor olabiliyor. Bazen derslerin sınavların kaçırıldığı durumlar olabiliyor birçok öğrenciden daha tempolu bir hayat sürüyorsunuz telafiler için ama dediğim gibi en büyük zorluk kafada oluyor. Tabii yürütmeye çalıştığımız sanattan da okuduğum üniversiteden de keyif almaya bakıyorum. Bu konuda yapılacak bir şey yok birinden birini bırakmak ya da ertelemek mantıklı olmaz ki ikisi de daha önce de söylediğim gibi hayatımda benim için tamamlayıcı öğeler. Eğitim sadece üniversitede alınan bir şey değil pratiğe dökme imkânı varken bu imkânı değerlendirmek ve bir şeylerin parçası olmak gerektiğine inanıyorum.
Peki, dizi seti ve sinema seti arasındaki en belirgin farklar nedir sizce?
C.Ş: Sinema daha özenli oluyor çünkü dizide öyle bir vakit olmuyor maalesef işler daha hızlı ilerlemek zorunda. Dizide daha pratik olmak zorundasınız. İkisinin de verdiği hazlar başka, ikisinden de keyif alıyorum diyebilirim.
Y.E.Y: Ne aynı ki? Bunu üzülerek söylüyorum Türkiye'de ve birçok farklı ülkede dizi setleri çok farklı bir alem. Herkes bir iş yetiştirme çabasında ve maalesef her türlü evrede kaliteden kısılmak zorunda kalınıyor. Bu departmanların ya da sanat icra etmeye çalışan insanların suçu değil, giderek uzayan dizi sürelerinin ve haftalık dizi gelenekselliğinin suçu. Senaryodan kurguya da her zaman tek tipleşme mevcut. Bu dizinin setlerinde de aynı bu şekilde, iş ne kadar hızlı bitirilebilirse o kadar hızlı bitirilmesi esas alınıyor. Hepsinde olmasa dahi oyunculuklarda TV farkı dediğimiz bir faktör var mesela. İş, TV dizisi olduğu zaman oyunculuklar daha yüksek ve seyircinin dikkatini çekebilecek şekilde yapılıyor. Sinema filmlerinin ise çoğunda daha doğal oyunculuklar tercih ediliyor. Tabii ilk akla gelenle yola çıkılmaması da burada önemli bir detay. Bazı istisnaları tenzih ederek gözlemlediğim kadarıyla sinema setinde herkes birlikte bir şey ortaya koymaya çalışıyor. Sanat yaptığının farkındalığı insanlarda oturmuş ve kalite kaygısı mevcut. Özellikle 'Arthouse' dediğimiz sanat işlerinde her evrede derde de önem verildiğinden uzun sürede ortaya konan uzun etkili işler yapmak için sette de her hareketin, her sahnenin, her kararın üzerinde çok düşünülüyor. Doğal sonucu olarak da daha keyifli ve zor geçse dahi önem vermenin getirdiği hazdan daha kolay setler oluyor. En belirgin fark zaman ve zamanın kullanımı. Bütün bir iyimserlikle bu belirgin farkların iyi yönde kalkması taraftarıyım.
Film, bir namus cinayetinin gölgesinde birbirlerinin kaderini yaşamak zorunda kalan iki kardeşin hesaplaşma hikayesini anlatıyor. Senaryoyu okuduğunuzda ne düşündünüz? Böyle bir hikayeye dahil olma kararını ne tetikledi sizin için?
C.Ş: Konusu başta yerel gibi gözükse de aslında evrensel bir yaraya parmak basıyor “Kardeşler”. Önemli ve hassas bir konu işleniyor. Böyle bir hikayenin içinde olmak istedim. Bunun dışında senaryonun sadeliğinden ve sahiciliğinden etkilendim. Ajitasyona kaçılmıyordu, diyaloglarla boğulmamıştı. Laflar dışında oynanması gereken bir sürü an vardı, bu da birçok oyunculuk fırsatı barındırıyor demek aynı zamanda.
Y.E.Y: Hikâyeye baştan beri böyle bakmıyorum aslında bence herkes kendi kaderini yaşıyor. Ben hikâyeyi ve senaryonun olayı ele alış şeklini çok sevdim. Tempo olarak da sevdiğim şekilde ilerliyor gözüküyordu. Ama özelimde ben 'Yusuf'u sevdim, onu canlandırmak istedim. Karakter benim için çok değerliydi ve oynamaktan çok keyif alacağımı düşündüm. Ağırlığı olan karakterler hep ilgimi çekiyor. Bu suçlu, mafyatik vs. anlaşılmasın. Yusuf da fazlasıyla ağırdı ve canlandırmayı çok istedim. Tabii bir de şey var; bir arthouse işin parçası olmak, bunu deneyimlemek çok istedim. Neredeyse filmin Adana Film Festivali evresine kadar tekrar oyunculuk yapmak da kafamda tam oturmuş değildi zaten.
Kardeşler’deki performansınızla 25. Uluslararası Adana Film Festivali’nden En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’yle döndünüz. Henüz yolun başında kazandığınız bu ödül size neler hissettirdi?
C.Ş: Çok mutlu etti tabii. Kariyerimdeki ilk sinema filmimde böyle bir ödüle layık görüldüm. Bu çok heyecan verici bir şey. En çok da annemi ve babamı gururlandırdığım için sevindim bu ödüle.
Y.E.Y: Çok farklıydı, ben hiç beklemiyordum doğrusunu söylemek gerekirse. Daha 17 yaşında böyle büyük bir sorumluluğun altına girmek çok değerliydi benim için. Sadece ödülün kendinden değil layık görülmüş olmaktan. Sahnede söyleyecek hiçbir şey bulamadım (bu da daha hisli olduğumun göstergesi). Bununla birlikte ödülü aldığımız gece 00'dan sonra 18'e girdim ve biraz işaret kabul ettim bütün bu olanları ve oyunculuk da yapmak istediğime karar verdim. Caner abiyle paylaştığımız ödülle de birlikte Kardeşler filmi bütünüyle bana dönüm noktası oldu.
Gelecek planlarınızdan bahsedelim biraz da. Kariyer hedefleriniz nasıl şekilleniyor?
Y.E.Y: Belirli bir kariyer hedefim yok, çok yükseklerde bir yeri hedefleyip oraya ulaşmaya çalışmakla uğraşmak istemiyorum. Kendi hedeflerim var, şu an için ben sinemanın oyunculuk kısmında da ilerlemek istiyorum. Asıl hedefimde film yapmak var. Senaryo yazmak ve en çok istediğim yönetmenlik yapmak. Yapmaktan zevk aldığım şey hikâye anlatmak, gerek oyunculukla gerek yönetmenlikle bunu yapmaya çabalayacağım inşallah. Ulaşabildiğim bir gelecekte filmlerim olsun isterdim.
Son olarak, kendi dönüm noktalarınız ve tecrübeleriniz üzerinden söyleyecek olursanız eğitim hayatına devam eden üniversitelilere nasıl bir yol izlemelerini önerirsiniz?
C.Ş: Emek versinler. Emek verip de karşılığını alamadığım hiçbir şey olmadı. Bazen hemen o an olmadı ama sonrasında neden o an karşılık vermediğini de açıklayarak döndü bana emeğim. Emek versinler. Emek verelim. Emek kutsaldır.
Y.E.Y: Şöyle söyleyeyim önlerini kesmesinler, üniversitenin bitmesini bir şeyler ortaya koymaya çabalamak için beklemesinler. Eğitim bitince hayat başlamıyor, hayatın her noktasında eğitim var bence. Öğrenirken de bir şeylerin parçası olmaya çalışın, fikirler üretin ama tabi bunu tevazuyla yapmak esas olmalı. Hayat çok kısa iz bırakmak gerek eğitim engel olmasın yanınızdaki bir süreç olsun. Kesin olmayan bir geleceğe yoğunlaşarak yaşarsak çok zaman kaybederiz. Yolda olmak yeterli bence çok büyük şeyler başarmaktansa.
Çok teşekkürler.
Röportaj: Özge Yağmur